Cumartesi

 

Sultan İkinci Abdülhamid Hân Müslümanların Halifesi, Türklerin hakanı ve Osmanlıların bi’l-irs ve’l-İstihkak meşru hükümdarıydı. Onu devirmek isteyen ihtilâlci güçler ise şu gruplardan müteşekkildi:

1. Sabataycılar veya Dönmeler, 2. Beynelmilel Farmasonluk, 3. Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler, 4. İngiliz emperyalizmi, 5. Müslüman Türklerin siyasî hakimiyetine son vermek, onları Anadolu’nun bir kısmına sürmek ve hattâ ellerinden gelse Orta Asya’ya tekrar göndermek isteyen misyonerler.

1908’te uğursuz, meş’um Meşrutiyet ilan edilir. Ne kadar hain ve onlara uyan beyinsiz varsa “Yaşasın hürriyet, adalet, uhuvvet, müsavat…” diye deliler gibi haykırır. 1909’da o düzmece 31 Mart vak’ası patlar. Sultan Abdülhamid tahttan indirilir ve Selanik’e, Yahudi Alatini’nin köşküne binbir hakaret ve tehdit altında sürülür,
hapsedilir. Bundan sonra hadiseler çok hızlı patlak verip akacaktır. 1911’de İtalya Trablusgarb vilayetimize saldırır. Ege denizindeki oniki adalarımızı işgal eder. Bu savaş sürerken, Jön Türklerin gaflet ve hıyanetleri yüzünden Balkan harbine hazırlıksız yakalanırız ve üç cephede yenilerek koskoca Rumeli-i Osmaniyi elden çıkartırız. Galip Balkan ülkeleri kendi aralarında ganimet paylaşımı dolayısıyla kavgaya tutuşmamış olsalardı, Edirne’yi bile geri alamayacaktık, Türkiye Çatalca’da bitecekti…Balkan harbinin yaraları sarılmadan İttihadçılar, devleti birinci dünya savaşına sokarlar ve savaşın sonundaki yenilgimiz altı yüz küsur yıllık devlet-i ebed-müddetimizin hayatına son çizgisini çeker…

Birinci dünya savaşının arefesinde Türkiye’nin siyaset ve güç sahnesinde üç beş oyuncu görülmektedir. Damad-ı Şehriyarî EnverPaşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa… Sahnede bunlar ve avanesi vardır ama kulisler kum gibi Dönme, Siyonist, ajan kaynamaktadır. Meselâ, takma ismi Pavlov efendi olan bir Rus Yahudisi vardır ki, bu adamın büyük paralar alarak, bunların bir kısmını yedirerek, bir kısmını kendi cebine atarak Türkiye’yi cihan savaşına soktuğu iddia edilmektedir. Osmanlı’yı savaş ateşine Enver iter. Meclis-i Meb’usanın, kabinenin, sadrazamın bilgisi, rızası ve kararı olmaksızın Almanlardan alınan Yavuz zırhlısını gönderir, Rus sahillerini ve şehirlerini bombardıman ettirir. Devlet bir anda kendisini ateşin içinde bulur. Sadrazam Said Halim Paşa üzülür, öfkelenir, istifa etmek ister, mani olurlar.

Devlet artık savaşa girmiştir.Savaş kan ve ateş demektir; ölüm, açlık, sefalet demektir. Ordumuz birkaç cephede birden savaşmaya, kanını akıtmaya başlar. Savaş yıllarında, Osmanlılar, Türkler, Müslümanlar ölürken, geride harp vurguncuları, muhtekirler, soyguncular, vagon ve bulgur spekülasyonlarını yapanlar servetlerine servet katmakta, akıl almaz vurgunlar vurmaktadır.

Tarihçi Ahmed Refik Bey, hacim itibarıyla küçük, bilgi ve tez itibarıyla büyük “İki Komite, İki Kıtal” (Bedir yayınevi 0216/519 36 18) kitabında İttihatçı, Jön Türk eşkıyanın soygunlarına ve yolsuzluklarına temas eder, tafsilatına girmese de kitap boyunca bunların adeta bir listesini yapar. Uzun süren savaş yıllarında Osmanlı ahalisi açlık ve binbir sıkıntı ve sefalet çeker. O yıllarda Beyrut’ta hizmet görmüş bir Türk zabitinin hatıralarında okumuştum, her sabah belediyenin atlı arabaları sokaklardan ölü topluyormuş. Açlıktan ölenleri…

Türkiye’yi savaşa böylesine sorumsuzca ve delicesine sokan Enver Paşa kimdi? Onu öncelikle mü’min olduğu için rahmetle anıyorum. Savaş yıllarında Suriye’yi, Lübnan’ı ziyaret etmiş, Şam’dan trenle Medine-i Münevvere’ye, yanında Cemal Paşa olduğu halde gitmiş. Resulullah Efendimizin huzurunda çok heyecanlanmış, ağlamış… Cemal Paşa ise pek duygulanmamış… Enver Paşa sabah namazları dahil günlük namazları kılan dindar bir kimseydi. Ne çare ki, devlet idaresi için sadece dindarlık yetmiyor. Enver Paşa’nın şanı, şöhreti büyüktü ama askerliği zayıftı. Koskoca bir Osmanlı ordusunu Sarıkamış civarında soğuktan dondurarak öldürmüştür…

Talat Paşa esmer renkli bir Rumelilidir. Hem Farmason, hem de Bektaşidir. Cemal Paşa’nın da fazla bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Balkan harbinde Rumeli’yi kaybeden İttihadçı, Jön Türk paşalar, birinci cihan harbine girerek, kaybedilen toprakların hiç olmazsa bir kısmını istirdat etmek (geri almak) istiyorlardı. Ne yazık ki, evdeki hesap çarşıya uymadı ve Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.

Savaş yenilgi ile sonuçlanınca üç meşhur paşamız, Alman denizaltılarına binerek ülkeden kaçtılar. Talat’ı Berlin’de Ermeniler vurup öldürdü, Cemal Paşa Tiflis’te kurşunu yedi ve canından oldu. Enver daha şerefli bir ölümle terk-i dünya etti. Orta Asya’da Bolşeviklere karşı çarpışırken şehid oldu.

Birinci dünya harbinin arefesinde dünya siyonizmi üç büyük imparatorluğun yıkılmasını istiyordu. Avusturya-Macaristan, Çarlık Rusya ve Osmanlı devleti. Osmanlı devleti yıkılmalıydı ki, Filistin’de bir İsrail devleti kurulabilsin.

Büyük savaşlar her şeyi allak bullak eder. On milyonlarca insan ölür, on milyonlarcası yerinden yurdundan olur; ülkeler parçalanır, haritalar değişir; rejimler ve sistemler tepetaklak olur…

Enver Paşa yeteri kadar kültüre, birikime, devlet adamı tecrübesine sahip olmuş olsaydı, Osmanlı devletinin menfaatinin savaş değil, barış olduğunu bilirdi, anlardı. Zaten Jön Türkler’de kuş kadar akıl ve vicdan olsaydı, tecrübeli ve kurt politikacı ve diplomat Sultan Abdülhamid’i tahttan indirip de yerine kukla Sultan Reşad’ı çıkartmazlardı. Sultan Abdülhamid’in siyasetiyle, diplomatik oyunlarıyla, satranç dehasıyla Balkan devletleri birleşip de hepsi birden bize saldırabilirler miydi? Böyle bir şey mümkün olamazdı. Bu birleşmeyi Jön Türklerin beyinsizlikleri, gafletleri, hıyanetleri sağlamıştır.

Savaş olur ve bize hiçbir şey olmaz…Enver’ler böyle düşünüyordu. Savaş ateşine balıklama dalacaksın ve sana bir şey olmayacak… Akıl böyle bir şeyi kabul eder mi?

Birinci dünya savaşı yıllarında Almanlar bize silâh, cephane, her türlü donanımı sağladılar; para verdiler, yiyecek yardımı yaptılar. Ancak bunlar savaşı kazanmamıza yetmedi. Sonunda Almanya başta olmak üzere ittifak devletleri tepetaklak oldu, büyük bir tarihî zelzele vuku buldu.

Enver’ler, Talat’lar, Cemal’ler…Onlar şanlı ve şerefli bir devletin mezar kazıcıları oldular… Onlar milyonlarca Müslümanın ölmesine, sefalet çekmesine, sürülmesine sebebiyet verdiler…Onlar seller gibi kan akmasına, gözyaşı dökülmesine -istemiyerek de olsa- yol açtılar…Onların devr-i saltanatında ölüm-kalım mücadelesi veren bu ülkede korkunç ve yüzkızartıcı yolsuzluklar, hırsızlıklar, soygunlar, eşkıyalıklar oldu…

Onlar “savaşa gireriz, herkese bir şeyler olur, bize bir şeycik olmaz…” diyorlardı…Ama sonunda olanlar bize oldu!.. Ah Enver’ler, ah Talat’lar, ah Cemal’ler… 09 Şubat 2003