Ereğli Demir ve Çelik İşletmesi’ni tebrik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazartesi
Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları İşletmesini tebrik ediyorum. Gerçekten çok güzel ve şahane bir kitap yayınlamak suretiyle millî kültürümüze hizmet etmiştir. Bu kitap bir tıpkı basımdır.
Bu tıpkı basımın asıl nüshası Kanunî’nin ölümünden bir yıl önce tamamlanmıştır.
Divanın tamamı tezhiblidir yani her sahifesi altın yaldızla süslenmiştir.
Günlük gazete yayınlasaydım Muhibbî Divanı’nın bu tıpkı basımını manşetten haber verirdim. Gazetelerin hergün fikir, sanat, kültür, mimarlık haberlerini manşetten vermeleri gerekmez ama ayda hiç olmazsa iki gün manşetlere bu gibi kültür ve medeniyet haberlerinin konulmasında yarar vardır.
Kanunî Sultan Süleyman’a batılılar
diyor. O nasıl bir devlet başkanıydı? Burada bu konuyu tafsilâtıyla anlatmak mümkün değildir. Bir tek menkabe anlatayım yeter:
adlı kitabında okudum, Padişah Orta Avrupa’ya yaptığı seferlerden birinde
yani günlük defterine bir gün şu cümleyi yazdırmış:
Şimdi anlayabildik mi Kanunî’yi? 100-150 bin kişilik muazzam bir ordu bütün ağırlıklarıyla, toplarıyla, on binlerce atları, develeri, mandaları, öküzleri; gayr-i muharip personeliyle birlikte Avrupa içlerine doğru yol alıyor. O tarihte bu günkü gibi otoyollar falan da yok ve bu dev ordu binlerce kilometre yürüyor ve bir tek ekili bahçeye, bostana, tarlaya zarar vermiyor. Ekili bir tarladan atına bir tutam buğday yediren askerin cezası idamdır.
Osmanlı bu adaletle, insanlara sağladığı bu güvenle yücelmiştir. Kanunî Sultan Süleyman devri sadece savaş ve fütuhat devri değildir. Adalet devridir, medeniyet devridir, mimarlık devridir; edebiyatın, sanatın, kültürün alabildiğine geliştiği bir devirdir. Kanunî hem büyük bir kumandan hem büyük bir sultan hem de divan yazacak derecede edip ve şâirdi.
Böyle güzel kitapların yüz binlerce nüsha basılması, hali vakti yerinde olan yüz binlerce vatandaşın bunları büyük bir heyecan, büyük bir merak, büyük bir ilgiyle satın alıp evlerinin baş köşesindeki özel kütüphânelerine koyması gerekir. Yazık ki, Muhibbî Divanı sadece bin adet basılmış. Kitaba, kültüre, sanata, tefekküre, mimarlığa önem vermiyoruz…
Muhibbi Divanı sağdan okunan bir kitap yâni Osmanlı yazısıyla, Bazıları Osmanlı yazısı değil, Arap yazısı diyecekler, ben de ilâve edeceğim: “İslâm ve Kur’ân yazısı…”
Atalarımızın bin yıl kullanmış oldukları bu yazıyı okuyan kaç kişi kaldı. Okunduğunu farz edelim, Kanunî zamanının o güzel, zengin, derin, medenî Türkçesini anlayabiliyor mu?
Bırakın Kanunî’nin, Fuzulî’nin, Baki’nin kullandığı Türkçe’yi anlamak; bizim yeni nesillerimiz Ömer Seyfettin’in hikâyelerini bile defalarca sadeleştirilmiş ve kuşa çevrilmiş metinlerinden okuyabiliyorlar.
Tavukpazarı’ndan Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısına inerken solda yarı kıymetli taşlar satan bir mağaza var. Geçerken oradan bir dizi beyaz tesbih boncuğu aldım, sonra bunları Kapalıçarşı’daki tesbihçi ve yüzükçü dostuma getirdim. Boncuklara uyan imame ve gümüş püskül bulduk, dizilince güzel bir tesbih oldu. Alırken bu boncukların fildişinden yapıldığını sanmıştım. Satıcı kemik olduklarını söyledi. Nerede yapılmışlar? Herhalde Türkiye’de değil. Biz böyle âdi işlerle uğraşmayız. Dükkâncıya sormadım ama ya Hindistan’da, ya Çin’de yapılmıştır. Fiyatları da çok ucuz. Otuz dört tane iri boncuğa sadece 6 YTL. verdim.
Çin dedim de hatırıma geldi. Geçen yıl Çin’den Türkiye’ye 4 milyar dolar mal satılmış, biz Çin’e ne kadar ihracat yapmışız, sadece 400 küsur milyon dolarlık. Aradaki fark on misli, tabiî bizim aleyhimize olarak. Çinliler, Hintliler, başka nice ülkeler en basit el sanatlarından tutunuz, en karmaşık elektronik cihazlara kadar on binlerce çeşit mal üretip tüm dünyaya satıyorlar. Biz Türkiyeliler ise onların onda biri kadar üretken ve çalışkan değiliz.
1- Define aramaya son derece meraklıyızdır. On binlerce vatandaş ülkeyi köstebek gibi delik deşik ederek define arıyor, çoğu bu yüzden iflâs etmiş, perişan olmuştur çoluk çocuklarıyla birlikte.
2- Piyango, loto, at yarışı gibi avantalı işlere de hastalık derecesinde merakımız vardır. Bir bilet alacak, büyük ikramiyeyi kazanacak, zengin olacak… oh kekâh…
3- Cep telefonu konusunda iyice zıvanadan çıkmış vaziyetteyiz. Şimdiye kadar bu konuda milletçe 30-35 milyar dolar harcama yapmışız. Bir gazete haberinde okudum, ülkemizde şu anda 30 milyondan fazla cep telefonu varmış. Cep telefonu iptilâsı yani bağımlılığı on yaşına kadar düşmüş. Cep telefonu uyuşturucudan öndedir çünkü uyuşturucu kullanma yaşı on bir. Eminim yakında akıllı Çinliler, Koreliler, Japonlar görüntülü cihazlar çıkartacaklar, milletimiz eskilerini atacak bu yenilerini alacak, bunlar daha pahalı olacağı için 100 milyar dolar bu işe vereceğiz. Peki sonunda ne olacak? Batacağız. Zaten şu anda yarı yarıya batmış vaziyetteyiz.
4- Üretmeden, kazanmadan tüketmeye meraklı bir toplumuz.
5- Kredi kartlarına çok meraklıyız. Bana gelip giden gençlerden biri geçen yıl altı kredi kartı birden aldı, hesapsız kitapsız delice harcamalar yaptı ve sonunda 10 milyar lira borca battı. A mübarek harcadığın parayı sonra bankaya nasıl ödeyeceksin? “Aaa bunu hiç düşünmemiştim…”
6- Bunu birinci madde olarak yazmam gerekirdi, biz Türkiyelilerin dünyaca meşhur bir otomobil merakı hastalığımız vardır. Recaizade Ekrem’in
adlı romanını duymuşsunuzdur. Bundan bir asır önceki o sevda, bu günün çılgınlığı karşısında çok mâsumâne kalır.
Bizde akıl, fikir, firâset, fetânet, vicdan, iz’an olsaydı bu tarzda arabalaşır mıydık? Sanırım son 30 yıl içinde otomobile, yakıta, yedek parçaya, tamire bir trilyon dolar vermişizdir. Bu paranın yarısını sanayi, tarım, hayvancılık, el sanatları, üretim sahasında sermaye olarak kullanmış olsaydık ve mesela Güney Kore’liler gibi, adam gibi çalışmış olsaydık Japonya’yı bile geçerdik.
Çin’den ülkemize bavul ticareti yapmak üzere kadınlar geliyor. Cadde kenarlarında, meydanlarda sergiler açıp para kazanıyorlar. Bunlardan birini birkaç sene önce Fatih’te İtfaiye’nin arkasındaki Kadınlar Pazarı’nda görmüştüm. Çin neresi Kadınlar Pazarı neresi.
Geçenlerde öğrendim, çok üzüldüm. Nice büyük holdingimiz anavatandaki fabrikalarını kapatıyor, Çin’de fabrika kuruyor, üretimini Çinli işçi çalıştırarak yapıyormuş. Böyle giderse Türkiye iktisaden çökecektir. Vergiler yüksek, elektrik ve yakıt fiyatları yüksek, işçi ücretleri yüksek, hammadde fiyatı yüksek… Bu şartlarla Çin ile rekabet etmek mümkün mü?
Çinli işçi ayda 100 dolarla geçinebiliyor, Bangladeş’te ayda 30 dolara… Bizde 300 dolara geçinmek mümkün değil. Bu kadarcık parayla cep telefonu masraflarını mı karşılasın, otomobiline benzin mi alsın, dünyanın en pahalı tarifesinden doğalgazla mı ısınsın?
Bazı sendikacılara sorarsanız asgari ücretin ayda bin dolar olmasını istiyorlar. Bu kafayla giderlerse sanayi çökecek ve bütün işçiler açıkta kalacaklardır.
Birtakım Gizli Yahudiler (G.Y) ve onlara uyanlar Sabataycılık konusunda zihinleri bulandırmak için yazılar yazıyorlar. Yaptıkları dezenformasyondur. Onlar bütün ilim âleminin bildiği, ansiklopedilerin yazdığı, üzerinde kocaman ilmî araştırma kitaplarının yazılmış olduğu önemli bir realiteyi inkâra çalışıyorlar.
Bir ülkede fikir hürriyeti, çeşitlilik, demokrasi varsa her konu ilim ve mantık dairesinde tartışılabilir.
Sabataycılığı bilmeden Türkiye’nin yakın tarihini anlamak mümkün değildir… Sabataycılık Türkiye’nin en güçlü lobisidir… Bu konuların tartışılmasından niçin rahatsız oluyorlar? Biz Müslümanlar bu konuyu durup dururken çıkartmadık…
Türkiye’nin gelirinin yarısını üç bin aile, kişi, işletme kazanmakta, geriye kalan yarının yüzde ellisini mutlu bir azınlık almakta,
Bu bozuk servet ve gelir dağılımını tartışmak, mutluların ve mutsuzların kimler olduğu üzerinde araştırma yapmak, fikir yürütmek suç mudur, yasak mıdır, bu konu tabu mudur? Birtakım adamlar
diyorlar ama böyle derken İslâm’la, dindar halkla mücadele edip duruyorlar.
Laiklik onların anladığı gibi midir? Bu konuyu niçin tartışamayacak mışız?
17 Ocak 2006