Salı

 

Bir buçuk asırlık

yakın tarihimiz büyük facialarla doludur.

Bazılarını sayayım:

1. Serasker

Hüseyin Avni Paşa’

nın ve çetesinin Sultan Abdülaziz’i devirip şehid etmesi.

Farmason Beşinci Murad

‘ın saltanat ve Hilafet tahtına çıkması. Kısa zamanda

delirmesi

. Devlet buhranlar içindeyken

93 Osmanlı-Moskof savaşının başlaması.

Feci şekilde yenilmemiz.

Rus ordusunun Yeşilköye kadar gelmesi.

2. Sultan Abdülhamid’in,

Düzmece 31 Mart vak’ası bahane edilerek

tahttan indirilip hakaret içinde Selanik’e sürülmesi.

3.

Balkan harbini kaybetmemiz, Bulgar ordusunun Çatalca’ya kadar gelmesi.

Milyonlarca Balkan Müslümanın perişan olması.

Büyük kıyımlar, sürgünler, beş-altı asırlık bir mirasın bir anda elimizden çıkması.

Birinci dünya savaşına girme çılgınlığı, savaşı kaybedişimiz, imparatorluğun can çekişmesi.

4.

Ermeni tehciri ve ona bağlı zulümler, haksızlıklar.

5.

Lozan’da millî mücadele ruhuna ihanet edilmesi.

6.

CHP zulümleri ve kıyımları.

Kürt isyanları.

İstiklal Mahkemeleri.

Kan, gözyaşı, sefalet, zulüm, baskı.

7.

Türkiye’nin bütününü Selanikleştirmek için

yapılan o korkunç ve gülünç hamleler.

8. Millî kimliğimize,

millî kültürümüze savaş ilan edilmesi.

9. Türkiye’nin bir

içten sömürge

haline gelmesi.

10.

1950’de serbest seçimlerle iktidar olan Demokrat Partinin 27 Mayıs 1960’da alaşağı edilmesi

. Adnan Menderes’in Kriptolar tarafından

idam ettirilmesi

. Darbe sonrası zulümler, şenaatler.

11.

12 Mart 1971 darbesi

ve zulümleri.

12.

12 Eylül 1980 darbesi

ve zulümleri.

13.

Türkiye’yi yıkmaya, parçalamaya ahd etmiş Ermenilerin Kürt isyanını başlatmaları.

14.

En az üç bin Kürt köyünün boşaltılması,

düzlenmesi, halkının çil yavrusu gibi dağıtılması.

15.

Bir Kürt köyünün halkına insan pisliği yedirilmesi

ve buna benzer korkunç ve iğrenç zulümler.

16.

Yargısız infazlar.

17.

28 Şubat post-modern darbesi

ve ona bağlı zulümler, rezaletler, baskılar.

18. Türkiyeyi pençesi içine almış

korkunç kokuşma.

19.

Ülkenin soyulması, talan edilmesi, yağmalanması.

20. Tek ümit olan

İslâmî hareketin ve siyasal İslâm’ın kirletilmesi, dejenere edilmesi.

21.

Toplumun bedevîleşmesi, okur yazar cahilliğin yaygın hale gelmesi.

22.

Emanetlerin ehil ve layık olanları verilmemesi

ve

idarenin temellerinin dinamitlenmesi.

23.

Toplumun seks manyağı haline getirilmesi,

medya vasıtasıyla ahlaksızlığın, müstehcenliğin korkunç boyutlara ulaşması.

24.

Halkın Sünnî Alevî, Türk Kürt, çağdaş dinci, sağcı solcu, şucu bucu diye birbirine düşman kamplara ayrılması;

sosyal ve millî barış ve mutabakatın berhava edilmesi.

25. Halkın,

atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil bırakılması.

26.

Faiz ve ribanın yaygın

hale getirilmesi.

27.

Uyuşturucunun yaygınlaştırılması,

10 yaşındaki küçük çocukların bile beyaz zehre alıştırılması.

28.

Türk kadınlığının haysiyetinin ayaklar altına alınması,

devletin resmî (TC) antetli vesikalarıyla polis himayesinde fahişelik yaptırılması bundan KDV ve gelir vergisi alınıp bütçeye konulması.

29. Türkiyenin ziraatinin, hayvancılığının, balıkçılığının, el sanatlarının çökertilmesi.

30.

Nüfusunun en fazla beş milyonu geçmemesi gereken İstanbul’un 20 milyonluk dev ve azman bir şehir haline getirilmesi.

Bu yetmiyormuş gibi

üçüncü köprüyle kırk milyona çıkartılmak istenmesi.

Bu saydıklarım yetmez mi? Bunların her biri büyük birer facia değil midir?

Türkiye bu faciaların yükünü çekebilir mi?

“Sultan Abdülaziz öleli/öldürüleli şu kadar sene geçti, o hadisenin bugün ile ne ilgisi olabilir?” diyenlere şu cevabı veririm:

Evet aradan hayli zaman geçti ama

Sultan Abdülaziz’in âhı ne olacak?

Siz ah nedir bilir misiniz?

1915 facialarındaki Ermeni yetimlerini bilir misiniz siz?

O yetimlerin bir kısmını Kazım Karabekir Paşa koruyup okuttu, yetiştirdi.

Bir kısmı askerî mekteplere girdiler.

Münevver Ayaşlı Dersaadet kitabında

27 Mayıs’ta bunların oynadığı rolden

bahs eder.

Zorla Müslüman ve Türk edilen o yetimlerin hepsi yeni kimliklerini kuzu kuzu benimsemiş ve kabul etmişler miydi?

Yoksa, bir kısmı yakınlarının intikamını almaya yemin mi etmişti?

Sanırım Türkiye bunca âhın, bunca facianın, bunca hıyanetin, bunca korkunç vak’anın yükünü kaldıramayacak.

(İkinci yazı) Hizmet Edebilmek İçin Ruhunu Satmak

Kendimi harcanmış bir adam olarak görüyorum.

Zengin olmak, makam mevki sahibi olmak konusunda mı? Kesinlikle değil. Hizmet sahasında harcanmışım…

“Kendini ne sanıyorsun? Sen ne kadar hizmet yapabilirsin ki… Ateş olsan düştüğün yeri yakabilirsin…” Kendimi dev aynasında görmem… Kapasitem ne kadarsa o kadar hizmet edebilirim. Hizmet sahasında, düştüğüm yeri yakmaktan öte bir şey düşünmem.

Ne yapabileceksem, ne kadar mütevâzı olursa olsun onu yapamadığım için üzüntülüyüm.

Küçük hizmetlerim için az veya çok ücret istemediğim, almadığım halde bendenize yeterli hizmet imkânı ve fırsatı verilmedi.

1991’den beri Millî Gazete’de


(Hiç tatil yapmadan) günlük yazılar kaleme alıyorum. Necmeddin beyefendiye, bana bu imkânı verdiği için teşekkür borçluyum.

Basın yayın, kültür, sanat, hayırlı ve faydalı işler sahasında birtakım başka hizmetler yapabilirdim.

Çok küçük, çok az çok mütevâzı da olsa keşke böyle fahrî hizmetler yapabilmiş olsaydım, belki biraz mânevî ve uhrevî ecir kazanabilirdim.

Herkesi suçlamak istemem ama islâmî kesimde genellikle sekter zihniyet yaygın.

Hizmet edebilmeniz için öncelikle kan grubunuzun tutması şartı var. (Y) veya (Z) grubu bünyesi içinde hizmet edebilmek için onların rengine boyanmış olmanız gerekir. Renk tutmazsa dışlanırsınız.

Kadirî meşrebli bir Müslüman niçin Nakşî meşreblilerin hizmet teşkilatı içinde yer alamasın? Hepsi Müslüman değil mi?

Çok zengin dinî bir cemaat, kurumları içinde hizmet edecek kimselere, Ehl-i Kitab’ın da Cennetlik olduğu inancını kabul şartını getiriyormuş.

Ne kadar yanlış ve dar bir şart. Bendeniz,

Resulullahı red, inkâr ve tekzib edenlerin Ehl-i Cennet olmadıkları doğru inancımla hizmet etmek isterim.

Şu veya bu cemaat ve tarikat, başındaki zatın Sahib-i Zaman, Büyükler Büyüğü, Hazretü’l-Hazerat, Muhteremlerin en Muhteremi, Gavs ve Kutub olduğuna inanıyor ve kendileriyle birlikte hizmet edecek kimselerden bu inancı paylaşmasını istiyor. Yanlış yanlış yanlış…

Bendeniz bir Müslüman olarak ancak şu değerlere hizmet ederim

: Din… İman… Kur’ân… Sünnet… Şeriat… İmamet… Ümmet… Ahlak…

Cemaatler, tarikatlar, İslâmî hizip ve fırkalar, gruplar, klikler amaç değil, yukarıda sıraladığım

sekiz değere hizmet için

araçtır.

Yaratanın rızası için yapılan ana ve has İslâmî hizmetler dolayısıyla para ve ücret alınmaz. Hizmet eden kimseye, lüzum ve ihtiyaç varsa geçimine yetecek kadar maaş ve ücret ödenebilir. Bunu da almaması en iyisidir.

Hizmet her hâl ü kârda zenginleşmeye, servet sahibi olmaya, vurguna âlet edilemez.

Bu hususta yakın tarihteki en güzel örnek

Bediüzzaman Said Nursî hazretleridir.

Ücretsiz ve maaşsız hizmet etmiştir.

Bizdeki hizmet tablosu şudur:

Genellikle

cemaatler sadece kendi elemanları ile hizmet etmektedir.

Şöyle bir hizmet kurumu veya oluşumu yoktur:

Nakşîlerden, Kadirîlerden, Risale-i Nur talebelerinden, Süleyman Efendi bağlılarından ve diğer muteber meşreblerden oluşan bir topluluk iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Ahlâk için beraberce çalışıyorlar…

Az veya çok hizmet edebilmek için niçin ruhumu satmalı veya kiralamalıymışım…

Hizmet edebilmek için sahih itikatlı, musalli bir Müslüman olmak yetmez mi?

Şu veya bu zatın

Mehdi-i Âhir Zaman

olduğuna iman etmeye mecbur muyum?

Her devirde bir gavs ve iki kutub olur.

Bu devirde yüzlerce gavs ve kutub var.

Hangisi gerçek gavs, hangileri gerçek kutuptur ben nasıl bileyim?

Bendeniz Millî Gazete’de yazarak bir nebzecik hizmet edebiliyorum. Kendilerine hizmet imkânı ve fırsatı hiç verilmeyen değerler de var. Atılmışlar bir kenara, âtıl bırakılmışlar.

Biraz kin, biraz alay ile

“Sen de kendini nimetten sanıyorsun galiba?”

diyenler çıkacaktır. Eyvallah eyvallah!.. 26 Mayıs 2010