Cumartesi

 

Hrant DİNK’in cenazesinde haykırılması gereken en uygun slogan

“Hepimiz Türkiyeliyiz…”

idi. Cenaze törenindeki bir kaç onbin kişilik kalabalık ise “Hepimiz Hrantız… Hepimiz ermeniyiz…” diye bağırdılar.

“Hepimiz Türküz…”

diye bağırılsa da münasip olurdu. Resmî ideolojiye göre Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür. Zaten Hrant’ın öldürülme haberinde birçok Batı gazetesi ve ajansı

“Ermeni asıllı bir Türk gazeteci öldürüldü”

cümlesini kullandı. Peki bu kalabalık niçin “Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrantız…” diye haykırmışlardır? Hrant’ın cenazesi niçin bu kadar coşkulu ve gösterişli olmuştur?

Peki bazı büyük gazetelerin, başlıklarında Hrant için

“Evlâdımız”

tâbirini kullanmasının özel bir mânâsı var mıdır? Bu gazeteler bir Türk, bir Türkçü, bir Müslüman öldürüldüğü zaman

“Evlâdımız”

diyorlar, aşırı heyecan gösteriyorlar mı?

Üzüntü verici bir cinayet işlenmiş, Ermeni bir gazeteci öldürülmüş, bu vahim hadise karşısında heyecanlar ve duygular galip gelmiş ve aşırı tepkiler gösterilmiş… Buraya kadar tamam… Lâkin

“Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız…”

feryatlarında başka mânâlar, başka şifreler, başka parolalar gizliyse hepimiz yandık demektir.

Göreceksiniz, “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız…” haykırışlarına son derece ağır ters tepkiler gelecektir. Burası Türkiye’dir ve Türkiye’nin Ermenistan’la, Ermeni komiteleri ile arasında çözülmesi çok zor anlaşmazlıkları, problemleri bulunmaktadır.

Ermenistan’da “Hepimiz Tüküz, Hepimiz Ahmediz Mehmediz…” diye bağırmak ne kadar yersiz, lüzumsuz, tehlikeli ve yanlış olursa Türkiye’de de

“Ermeniyiz…”

diye bağırmak o kadar yanlış ve hatâlıdır.

Hrant’ın öldürülmesi basit bir cinayet değildir, siyasî ve esrarlı bir hadisedir. İçyüzü vardır, perde arkası vardır.

Cinayetten sonra

“Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız… Evlâdımız Hrant…”

gibi haykırışlar, manşetler, sloganlar da öyle kendi kendine çıkmış değildir.

Ermenilik konusunda Türkiye’yi germek isteyen, Türkiye’de iç çatışma çıkartmak isteyen gizli ve derin güçler olduğunu zan ve tahmin ediyorum, seziyorum…


Şu bazı gazetelere, ajanslara bakınız. Katili kışkırtan üniversitelinin evinde yeşil kaplı bir İncil bulunmuş… Bundan daha tabiî ne olabilir. Okumayı seven kültürlü Müslüman bir genç, Hıristiyanların kutsal kitabını alıp okuyamaz mı? Kitabın kabının yeşil olması mümkün ve normal değil midir?

Türkiye’de en fazla suçlu üreten şehir İstanbul’dur. Niçin özellikle Trabzon üzerinde duruyorlar? Toplumun çok dikkatli olması ve küçük Ermeni azınlığı koruması gerekir. Ermeni azınlık da aşırı nümayişlerden, provokasyonlardan dikkatle ve hassasiyetle kaçınmalıdır.

Şayet böyle bir grup ve taife varsa, Kripto Ermenilerin de yangına benzin dökme çılgınlıklarına yeltenmemesi gerekir.

Aşırı Kürtçülerle, aşırı Ermenicilerin işbirliği halinde olduklarını unutmayalım.


(Kürtleri ve Ermenileri tenzih ederim…Kürtler ve Ermeniler demedim, “Aşırı Kürtçüler ve aşırı Ermeniciler” dedim.)
İşlerine geldi mi, sık sık

“Hepimiz Türküz… Ne mutlu Türküm diyene… Bir Türk dünyaya bedeldir… Ey Türk…”

diyen ve yazan birtakım Atatürkçüler şu son

“Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız…”

feryatlarına niçin tepki göstermediler?
Bekleyin, gelecek çok gürültülü hadiselere, patlamalara gebedir.

Büyük Câmi Derneği Başkanına

Büyük camii yaşatma, yükseltme ve idame ettirme derneği başkanı muhterem Hacı Memduh Şakir Beyefendiye:

Selâm ve ihtiramdan sonra… Maaşallah cami büyük, ziyaretçisi ve turisti de bol, darphane gibi para basıyor. Başında bulunduğunuz dernek bu paralarla, aslında Vakıflar İdaresi’nin yapması gereken birtakım tamirler, restorasyonlar, kubbe kurşunlarının yenilenmesi, cami helâsı, şadırvanlar, hoparlörler, klima cihazları, zeminden ısıtma tertibatı gibi işler yapıyor. Bunlara muhalif değilim, yapılsın. Lâkin bütçesi milyonlarca dolar olan bir cami derneğinin şimdiye kadar

onaltı sahifelik ciddi bir broşür

yayınlamamış olması beni gerçekten üzmektedir.

Tabii ki, birtakım tartışmalı konuların broşürler, kitapçıklar halinde yayınlanmasını size teklif edecek değilim. Başörtüsü konusu netamelidir. Cami derneği lâikçilik (lâiklik demedim) aleyhinde de yayın yapmamalı. Lâkin Müslümanları aydınlatacak temel ilmihal bilgileri, âyetler, hadisler, meselâ

“İslâm’da doğruluk”

gibi konular işlenebilir.

Onaltı sayfalık küçük bir broşürün onbin adedi, bilemediniz birkaç bin liraya mal olur. Bunlar cami cemaatine dağıtılabilir, sağa sola gönderilebilir.

İslâm medeniyeti “Yazılı bir medeniyettir.” Maalesef bugünkü Müslümanlar, “Şifahî bir toplum” haline gelmişlerdir.

Sizin caminiz tarihî bir yapıdır, onu tanıtan Türkçe, İngilizce, Arapça broşürler de çıkartabilirsiniz.

Ülkemizde sizin derneğiniz gibi yüzlerce zengin, güçlü, imkânlı cami derneği bulunmaktadır. Maalesef onlar da yayın yapmıyorlar.

Son elli yıl içinde Müslümanlar cami meşrutaları, cami helâları, cami şadırvanları, cami hoparlörleri, cami kaloriferleri, cami klimaları, cami halıları için yüz milyonlarca dolar harcadılar.

Niçin yazılı hizmetler yapamıyoruz? Broşürler, kitapçıklar, kitaplar…

Bu yazılı hizmetlerin aşağıdaki sıfatlara ve özelliklere sahip olması gerekir.

BİRİNCİSİ: Faydalı olacak.

İKİNCİSİ: Değerli olacak.

ÜÇÜNCÜSÜ: Kalıcı olacak.

Diyelim ki, onaltı sayfalık dinî-ahlâkî küçük bir broşür çıkartıldı. Bunun Türkçesi çok mükemmel olmalıdır. İçinde imlâ yanlışı, cümle düşüklüğü, dizgi hatâsı bulunmamalıdır… Dizayn bakımından Avrupalıların bile hayran kalacağı bir şekilde olmalıdır. İşlenen konu çok başarılı şekilde anlatılmalıdır.

Böyle yazılı hizmetler kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kültürüyle yapılamaz.

“Pırlanta gibi değerli bir hafız veya hoca kardeşimiz var, o böyle bir broşür yazar…” Yazamaz!..

Şu yetmiş iki milyonluk Türkiye’de böyle bir broşürü hazırlayabilecek belki yedi kişi vardır (bendeniz onlardan biri değilim). Bu iş onlardan birine havale edilecektir. Diyelim ki, yazdı getirdi, bunun şekli, şemaili, sayfa düzeni, kapağı çok yüksek bir uzman tarafından hazırlanacaktır. Daha bitmedi: Beş kişilik bir heyet son şeklini görecek, gereken düzeltmeler, iyileştirmeler yapılacak ve ondan sonra basılacaktır.

Böyle bir broşürün hurufatı (yazı fontu) bile çok önemlidir. Yayıncılıktan, yazılı kültürden anlamayan bir kimsenin katalogdan seçeceği fonttan hayır gelmez.

İslâm dinine göre Müslümanlar faaliyetlerini, hizmetlerini, istişare ile yani bilenlere, ehil olanlara, uzmanlara danışarak yapmalıdır.

Bazen uzman kişilere, fiili bir hizmet yaparlarsa makul bir ücret ödenir. Bazen de bu gibi kimseler ücret istemezler, fisebilillah yardımcı olurlar.

Bu hizmeti yapabilmek için şunlar gereklidir:

1. Niyet etmek.

2. Bu niyeti kuvveden fiile çıkartmak. Yani düşünceden uygulamaya geçmek.

3. Ehil bir yazara yazdırmak.

4. Ehil kimselere dizaynını yaptırmak.

5. Kaliteli bir matbaada, kaliteli bir şekilde bastırmak.

Beyaz Türkler (kim olduklarını biliyorsunuz), Müslümanların böyle yazılı hizmetler yapmasını kesinlikle istemezler. Maalesef bizler bugünkü faaliyetsizliğimizle onların ekmeğine yağ sürüyoruz.

Yüce İslâm dini cami hoparlörü, takunya, klima cihazı, meşruta, haddinden fazla ve bol şerefeli minare dini değildir. İlim dinidir, irfan dinidir, ahlâk ve fazilet dinidir, hikmet dinidir.

Şunu arz ediyorum: Bir Cuma namazında büyük bir camiye gideyim, orada huşu içinde namaz kılayım, dinî edebiyat bakımından son derece güzel ve tesirli bir hutbe dinleyeyim… Namaz bittikten sonra kapıda cemaate birer adet dağıtılan (veya küçük bir ücret mukabilinde verilen) bir broşür alayım. Kağıdına, baskısına, dizaynına, lisanına hayran kalayım. Eve döndüğümde yarım saatte okuyayım ve şöyle diyeyim:

“Yayınlayanlardan Allah razı olsun. Fevkalâde olmuş…”

28 Ocak 2007