TEK parti diktatörlüğü zamanında İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve din adamları, tarikat şeyhleri, aydınlar, politikacılar, gazeteciler, yazarlar tutuklu olarak ve avukatsız muhakeme edilmiş, kimisi temyizi olmayan karakuşî kararlarla asılmıştı.

O karanlık yıllarda ileri gelen Kürtler yerlerinden yurtlarından sürülmüş, ülkenin batı bölgelerinde bin bir çile ve mahrumiyet içinde yaşamaya mahkum edilmişti.

Diktatörlük rejimini ve iktidarını en ufak şekilde bile tenkit etmek, en ılımlı ve barışçı tarzda da olsa muhalefet yapmak mümkün değildi; yapanlar tutuklanır, zalim mahkemelerde yargılanır ve icabında idam edilirdi.

O zulüm devrinde, Türkiye’nin nüfusu on beş milyon iken, on bine yakın cami, mescid, tekke, medrese ve diğer vakıf binası satılmış veya kiraya verilmiş, yahut gayesi dışında kullanılmıştır. 1943’te Sultanahmet Camii bile ibadete kapalıydı, asker deposu yapılmıştı.

Müslümanların tarihî kabristanlarının büyük kısmı düzlenmiş, üzerlerine bina yapılmış veya kabirler düzlenerek park veya bahçe haline getirilmişti.

Sadece İstanbul Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Selanikli Dönmeler mezarlığına hiç dokunulmamış, büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmuştu.

Ezan-ı Muhammedî okumak yasaklanmış, okuyanlara cani ve katil muamelesi yapılmış, ağır cezalarda yargılanmıştı.

Tek parti iktidarının ideologu, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan, kitaplarından birine “Kahr olsun Şeriat” başlıklı bir bölüm koyan Moiz Kohen idi.

Dinî kitap, makale, gazete, dergi yayımlamak yasaktı.

Genç nesillere din eğitimi vermek yasaktı.

Ayasofya Camii ibadete kapatılarak müze yapılmış, kubbenin altındaki dört büyük Hulefa-i Râşidîn levhası yerlerinden aşağıya indirilmişti.

Ülke çapında sefalet, hastalık, yoksulluk, mahrumiyet vardı.

Halk sıtma, verem ve frengiden kırılıyordu.

Ekmek vesika ile satılıyordu.

Bazı bölgelerde kıtlık oluyor, vatandaşlar açlıktan ölüyordu.

Halkın yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. Köylerin yolları, suyu, elektriği yoktu.

Köylülerin çoğunluğunun ayakkabı alacak parası olmadığı için ya yalın ayak geziyorlardı, yahut ham deriden yapılmış çarık giyiyorlardı.

1923’te kurulan, anayasasının ikinci maddesinde “Devletin dini İslam dinidir” yazan, Dolmabahçe sarayında resmî bir Halifesi bulunan İslam cumhuriyeti, bir Selanik Cumhuriyetine döndürülmüştü.

Halk tabakası, trenlerin tahta sıralı ve bitli üçüncü mevkilerinde yolculuk yaparken Millî Diktatör kendi özel Beyaz Tren’i ile geziyordu.

Üniversite gençliği yurtsuz ve burssuz sefalet içinde okumaya çalışırken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyan Millî Şef’in mahdumu Dolmabahçe sarayını yurt olarak kullanıyordu.

Varlık vergisiyle birçok zenginin, tacirin, sanayicinin, esnafın beli kırılmıştı.

Varlık vergisini ödeyemeyen zenginler Erzincan Aşkaleye sürgüne taş kırmaya gönderilmişti.

1944’te Türkçüler ve milliyetçiler tutuklanmış, Sansaryan hanında (Em. 2’nci Şube) korkunç Tabutluk işkencelerine tabi tutulmuştu.

Bursa’da bir Müslüman, Ulucamide Ezan okuduğu için tutuklanmış, Paşa Bursa’ya doğru yola çıkmış, irtica hortladı manşetleri atılmış, yer yerinden oynamıştı.

Diktatörlük iktidarının faşist başyazarı “Biz tarihte ilk defa mâbetsiz bir şehir inşa ettik” cümlesini içeren bir makale yazmıştı.

Tek partinin Kültür dergisi Ülkü’de, “En iyi din terbiyesi dinden hiç bahs etmemektir” denilmişti.

Bir o günleri düşünüyorum bir de bugüne bakıyorum.

O eski faşist diktatörlük zamanında bugünkü Taksim olayları cereyan edebilir miydi?

Diktatörler direnenlere neler yaparlardı. Çok şükür Türkiye’ye çok hürriyet geldi. Geldi de böyle taşkınlıklar, aşırılıklar, hırçınlıklar yapabiliyorlar.

Devletin kolluk güçleri onlara basınçlı su ve gaz sıkıyormuş… Dua etsinler, şükr etsinler, o eski faşist diktatörlük rejimi olsaydı nam-ı diğer Sabiha Gökçen’i gönderir, başlarına sahici bombalar yağdırırdı.

“İkinci yazı” Müslümanım İslamcı Değilim

BENDENİZ Müslümanım, İslamcı değilim. Türküm, Türkçü değilim. Atatürkçü veya Kemalist değilim. Kapitalist, faşist, Marksist değilim. Darvinist değilim. Liberalist değilim.

Sonu izm ile biten hiçbir ideolojiye bağlı değilim. Laik, laikçi veya seküler değilim.

Süslüman

değilim. Müslümanım ama hangi fırkadan?..

Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanıyım.

İhtilaflı bütün meselelerde büyük topluluk ve cemaat içindeyim.

Demokrasi konusunda tutumun ne?..

Demokrasiye bir din gibi inanmam ama demokrasiyi İslamî sisteme geçiş köprüsü olarak kabul ederim.

Din ve dünya ayırımını kabul etmem. Adaletten yanayım, zulme karşıyım onu sevmem ve benimsemem.

Allah’ın ticareti helal, ribayı=faizi haram kıldığına inanırım. Ribanın azını da çoğunu da haram bilirim.

Bir Müslüman olarak her türlü ırkçılığa karşıyım. Ümmet-i Muhammedin bir üyesi ve ferdiyim. Ümmete zarar veren her türlü fanatizme, militanlığa, holiganlığa karşıyım.

Rahmanî çeşitliliği iyi ve hoş görürüm ama şeytanî ve bölücü tefrikayı kınarım.

İsrafı büyük günah, haram ve nimetlere küfran olarak görürüm.

Lüksü, marka fetişizmini, aşırı tüketimi ve aşırı konforu; israf azgınlıklarına yol açtıkları için kötü görürüm.

Bütün mü’minleri kardeş bilirim, aramızda fikir ve görüş ayrılıkları olan mü’minleri (fitne fesat ve tefrika çıkmaması için) has kardeş bilirim.

Din ve mukaddesat bezirganlığının, karı ve uyuşturucu satmaktan daha âdice ve alçakça bir ticaret olduğunda şüphem yoktur.

Dinimi herkesten değil, icazetli Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulema ve fukahasından öğrenirim, başkalarına da bu yolu tavsiye ederim.

Kur’andan kendi re’y, heva ve kafasına göre hüküm çıkartılmasını çok yanlış bir metot olarak görürüm.

Deccallara, kezzablara, tağutlara muhalifim ve onlara buğz ederim.

Rabb olarak Allahü Teala hazretlerini, Kitab ve düstur olarak Kur’an-ı Kerimi, din olarak İslamı, Nebi olarak Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamı, Ümmet olarak Muhammed Ümmetini, nizam olarak Şeriati kabul ederim.

Efendimizin Ashabını ve Ehl-i Beytini severim, onlara hürmet ederim, onların aleyhinde bulunmam.

Feminist değilim.

Erkeklerle kadınların insan ve Müslüman olarak eşit olduklarına, lakin mutlak eşit olmadıklarına; kadınların erkeklerden, erkeklerin kadınlardan üstün taraflarının olduğuna inanırım.

Vehhabîliğin Ehl-i Sünnet dışı bir fırka olduğunu bilirim. Dalalet fırkalarıyla Necat fırkası arasındaki bütün ihtilaflı meselelerde Ehl-i Sünnetin yüzde yüz haklı ve doğru olduğuna inanırım.

Zamanındaki İmam-ı Kebire veya Emîrü’l-Mü’minîne biat etmemiş olduğu halde ölen kişinin sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olduğuna inanırım.

İslamda sahih ve ‘indallah makbul imandan sonra ikinci önemli konu, vazife ve maddenin beş vakit namazın dosdoğru ve ihlasla eda olunması olduğuna inanırım ve bunu çok iyi bilirim.

Uzun hayat tecrübelerime dayanarak, İslama en fazla zarar verenlerin; dini imanı para, menfaat, zenginleşmek, şöhret, itibar kazanmak, riyasete geçmek olan kötü ve arivist Müslümanlar veya münafıklar olduğunu bilirim.

Yaşayan bir Müslüman için en büyük korku ve endişenin hüsn-i hâtime, yani ömrünün ölümüne iman ile bitişmesi olduğunda şüphem yoktur. 22 Haziran 2013