Eski Hocalar ve Üstadlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Pazar
50’li yıllarda Türkiye’de bugünküne benzer bir islâmî hareket yoktu. O tarihte Müslümanlar zengin ve teşkilatlı da değildi. Çok ezilmişlerdi, imkansızlık içindeydiler, yeni yeni nefes almaya başlıyorlardı. Lakin bugüne göre güçlü oldukları husular da vardı. Müslümanların çok güçlü, çok vasıflı, çok değerli şahsiyetleri mevcuttu.
1. Osmanlı devrinde yetişmiş ulemanın bir kısmı sağdı ve vazife görüyordu.
2. Yine Osmanlı devleti zamanında icazet almış çok güçlü ve muhterem şeyhler vardı, hizmete devam ediyorlardı.
3. Aydınlar, seçkinler, bürokratlar içinde kıymetli mü’min kimseler vardı.
Hatırıma gelen bazı ricali zikr edeyim:
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ordinaryüs Profesör Ali Fuat Başgil hoca. Bu zat, 1961’de cumhurbaşkanı seçilecek iken, ihtilâlciler kendisini ölümle tehdit etmişler ve İsviçre’ye sürmüşlerdi. Başgil’in tesiri üniversiteyi aşıyor, yurdun her köşesine ulaşıyordu.
Dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hoca İstanbul müftüsüydü. Üniversite onun “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-i Fıkhıyye Kamusu”nu 1949’da yayınlamaya başlamıştı. O tarihte İsmet Paşa cumhurbaşkanıydı, Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı. Kamus’a, ünversite rektörü Ord. Prof. Sıddık Sami bir önsöz yazmış ve “Geleceğin kanun koyucuları, hazırlayacakları kanunları bu kitaptan çıkartacaklar” cümlesini sarfetmişti. Evet o devirde, Atatürkçü ve lâik bir profesör Şeriat hukuku ile ilgili bir kitabı üniversite namına yayınlatıyor ve başına da böyle bir cümle koyabiliyordu.İşte Ömer Nasuhi Bilmen böyle bir hocaydı.
50’li yıllarda Bediüzzaman Said Nursî sağdı. O zat “tek başına bir ümmet”ti. Yokluk, imkansızlık, baskı, zulüm içinde çok büyük bir fütuhata nâil olmuştur.
Necip Fazıl Kısakürek 50’li yıllarda günlük gazeteler, haftalık dergiler çıkartmış, İslâm dâvâsına büyük hizmetler etmiştir.
Süleyman Hilmi Tunahan o yıllarda bin çileye göğüs gererek dinimize, ümmetimize hizmet etmiştir. Bir ara Bursa’da Ulucami’de bir cuma namazı esnasında cereyan eden düzmece Mehdilik hadisesi bahane edilerek tutuklanmış, Kütahya’ya götürülmüş, bin çeşit işkence ve cefaya mâruz bırakılmıştı. Acıdan bayıldıkça üzerine soğuk su dökerek ayıltıyor ve eziyete devam ediyorlarmış.
Mahir İz beyefendi 50’li yıllarda öğretmenlik yapıyordu. Medine kadılığı yapmış âlim ve fazıl bir zatın oğlu olan Mahir bey bir ilim, irfan, ihlas, edeb timsali idi. Bu memlekete nice gerçek münevver, değerli şahsiyet yetiştirmiştir.
50’li yıllarda sağ olan, hizmet gören Şeriat ve fıkıh âlimlerini saymaya kalksam kocaman bir kitap olur. Bir ara kadılık yapmış olan, daha sonra adliye teşkilatında çalışan, Temyiz Mahkemesi’nde daire başkanı olan Ali Himmet bey; Bekir Haki efendi; avukat Seniyyüddin Başak; Yekta efendi…
Eski devirde yetişmiş birtakım hocalar evlerinde, şurada burada gizli eğitim yaparak hoca yetiştirmeye çalışıyorlar, onları başlarına gelebilecek hiçbir tehdit ve tehlike bu kudsî hizmetten alıkoymuyordu.
Dersiamdan Hüsrev efendi, hiçbir ücret ve menfaat talep etmeden evinde bir medrese kurmuştu, talebe yetiştiriyordu. Birgün gelinlik kızı ölmüş, talebeler o gün ders yapılmasın, cenaze işleriyle meşgul olunsun demişlerdi de, merhum hocaefendi “Oğullarım, cenazeyi kaldıranlar çıkar, lakin ilim ölürse onun cenazesi kalkmaz, biz yine dersimizi yapalım” demişti. Ah o eski hocalar, onlar ne kadar feragatli, faziletli, şuurlu idiler.
50’li yıllarda, Adnan Menderes zamanında maalesef Müslümanlara çok zulümler yapılmıştı ama hiç kimse yolundan dönmemişti. Selanik Dönmesi Ahmet Emin Yalman’ın Malatya’da vurulması üzerine ülke çapında bir mürteci avı başlatılmış, korkunç bir devlet terörü havası estirilmişti ama kimse yolundan dönmemişti.
O zamanlarda hizmet eden Müslümanlar bugünkü gibi tantanalı yaşamazlardı. Dinî hizmetler tevazu ve feragat içinde görülürdü.
Üstad Eşref Edib bey Sebilürreşad dergisini çıkartırdı. O bir azim ve sabır heykeli gibiydi. Hiçbir baskı, tehdit onu yıldıramazdı.
Ehlisünnet mecmuasını yayınlayan Abdürrahim Zapsu alim, fâdıl, müstakim bir zattı.
Eski hocalar, şeyhler, Müslüman aydınlar itikad ve fıkıh konusunda en ufak bir taviz bile vermezlerdi. Hiç kimse haddini aşıp müctehidlik taslamaz, mevrid-i nasta içtihad yapmaya kalkışmaz, ölçü dışı söz söylemez, hüküm vermez idi.
Onların talebeleri, müridleri, bağlıları da ahlak ve fazilet nümunesi kimselerdi. Din yoluyla gelir temin etmeyi, zengin olmayı akıllarından geçirmezlerdi.
Risale-i Nur talebeleri birer ihlas âbidesiydi.
Hocalar, şeyhler basit meskenlerde yaşar, mütevazi sofralarda karınlarını doyururlardı. Daha lüks daha konforlu, daha gösterişli yaşamak diye bir meseleleri yoktu ki.
Eski İslâm büyükleri Resûl Sünnetine çok önem verirlerdi. Ahlak konusunda çok titizdiler. Onlardan bozuk fetvalar ve ruhsatlar almak mümkün değildi.
Çok gayretli idiler. Bir reformcu, bir zındık, bir bid’atçi ortaya bozuk bir fikir atınca, imkânsızlıklara rağmen ona mutlaka cevap verilirdi.
Eski hocalardan birine, bir makale veya kitap yazması teklif edilince ilk sorusu “Telif ücreti olarak ne verilecek?” olmazdı.
Rahmetli Mahir İz beyefendi, öğretmenlik maaşını alınca, hemen kırkta birini ayırır tasadduk ederdi.
Rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, Fatih’teki bir bakkaldan zeytin alırken önce bir zeytin yer tadına bakar, sonra tartılan paketten iki zeytin alarak küfeye atardı.
Merhum Hüseyin Hilmi Işık subaydı, öğretmenlik yapıyordu. Sessiz sedasız, nümayişsiz imanlı talebeler yetiştirmek için gecesini gündüzüne katardı.
Evet 50’li yıllarda çok İslâm kahramanları vardı. Bazılarının isimleri unutulmuştur. Yeni Müslüman nesiller onları tanımazlar.
Allah hepsine rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. 11 Şubat 2002