Pazar

 

Geçen yüzyılın 50’li yılları… 1952’de liseyi bitirdim, aynı sene üniversiteye başladım. Demokrat Parti iktidarda ama ülkede yine baskıcı bir hava var. SovyetlerBirliği tehdidi, komünizm kâbusu… Solculara göz açtırılmıyor. Adam meselâ “Tepedeki Çiçekler” adında bir şiir kitabı çıkartıyor, bir müddet sonra tutuklanıyor. Kapaktaki T harfi çekice, Ç harfi orağa benziyormuş!..

Hiç unutmam, Cebeci’de bir grup arkadaşın kaldığı daireyi polis basmıştı. Evdeki kitapları inceliyorlar. Kocaman bir cilt… “Bu ne?” Efendim bu Larus lügatidir. Rus mu? Ulan sen komünist misin?

Sabataycı gazeteci Ahmet Emin Yalman Malatya’da vurulduğu vakit ülke çapında terör rüzgârları estirilmişti. İskilipli Atıf Efendi’yi bir kitabından dolayı idam ettiren zihniyet, Yalman için havalara çıkıyordu. Ah Yalman, vah Yalman, sana uzanan eller kırılsın… Memleketin yüzlerce, binlerce yerinde evler basılıyor, Müslümanlar ve milliyetçiler tutuklanıyor, müsadere edilen (el konulan) kitaplar, dergiler, evrak çuvallara doldurularak Emniyet’e götürülüyordu.

Ülkede demokrasi vardı, Anayasa fikir hürriyetini kabul ediyordu ama bunlar lâfta, teoride idi.

Üniversiteyi bitirdim, yedek subaylığımı yaptım, iki sene memur oldum ve 27 Mayıs’tan sonra 1960 sonbaharında İstanbul’da gazeteciliğe başladım. Baskılar, terörler bin kat artmıştı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil bile tutuklanmıştı. Bugün Prof. Atilla Yayla’yı linç etmeye yeltenen amansız zihniyet…

60’lı yıllarda kaç kere evim ve gazetemin idarehanesi arandı. Çuval çuval kitabım ve evrakım toplanıp götürüldü.

Adnan Menderes’in idamının birinci yıldönümünde Yeni İstiklâl’in ilk sayfasında “Zulümlerin En Alçakçası ve Şenii Kanunların Gölgesinde Yapılanıdır” başlıklı bir yazı yazmıştım. Aynı sayfada şâire Şükûfe Nihal’in “Vatan Hainlerine: GİT!” unvanlı şiiri de yer alıyordu.

Hemen yakalandım ve tutuklandım. İlk mahkeme tutuklanmama lüzum görmedi. Savcı bu karara itiraz etti, ikinci mahkeme gıyapta tutuklama kararı verdi.

Meşhur Sultanahmet hapishanesine attılar beni. Adliyede elimi bir hırsızla birlikte kelepçelediler ve Sultahmet Meydanı’ndan yürüterek cezaevine getirdiler.Zindanın büyük cümle kapısı açıldı, beni içeride zindancılara teslim ettiler.

Haftalık Yeni İstiklâl ve günlük Bugün gazetesini yayınlarken polisle, adliye ile başım dertten kurtulmadı. O tarihlerde Ceza Kanununda meşhur 163’üncü madde vardı. “Din ve dünya ayrı değildir…” diye bir cümle mi yazdın, hemen harekete geçerler ve 163’üncü maddeden mahkemeye verilirdin.

Savcılar ve hakimler büyük baskı altındaydı. Bâlâdan (yukarılardan) yazılar gelir, telefonlar edilir ve talimatlar verilirdi.

Elbetteki o zamanın bütün savcı ve hâkimlerini töhmet altında bırakmak istemem. Son derece cesur, âdil, vicdanından ve hukuktan başka bir ses dinlemeyen kimseler de vardı.

Ama hepsi böyle değildi. Talip adında bir reis vardı, karşısında fikir ve inanç suçuyla gelmiş Müslüman bir sanık görünce avının üzerine atılmaya hazırlanan bir atmaca gibi gerilirdi.

Telefonlarla neler söylenirdi?

-Bu herif mürtecidir (gerici)… Gereğini yapınız…

-Bu herif devrim düşmanıdır…Başını eziniz…

-Bu adam Atatürk düşmanıdır…

-Bu herif lâiklik karşıtıdır…

Ülke hapishaneleri Nurcu doluydu. Zavallılar, Risâle-i Nur’lar bin kere beraat etmiş, bu beraat kararları bin kere kaziye-i muhkeme (kesinleşmiş karar) haline gelmiş de olsa, her defasında yeniden tutuklanırlardı. Sonra tahliye edilirler, beraat ederlerdi ama en az altı ay hapiste kalmış olurlardı. Bu, “Tutuklama yoluyla cezalandırma” idi. Hukuka, adalete, insafa, vicdana aykırıydı ama neylersin bâlâdaki birtakım Derinler böyle istiyordu.

Solcular da kan kusuyordu. Bir Müslüman inançları ve düşünceleri yüzünden hapse atılınca Solcular bayram eder; bir solcu hapse atılınca Müslümanlar ve Milliyetçiler bayram ederdi…

İnançları ve fikirleri yüzünden vatandaşlara işkence yapılıyor, insan hakları ihlâl edilip ayaklar altında çiğneniyordu. Ülke genelinde binlerce Türkiyeli fikir ve inanç suçlarından dolayı zindanlarda inliyordu.

Köşebaşlarındaki Dönmeler son derece acımasız, amansızdı; tek kelimeyle onlar yaman mı yamandı.

1944’te Milliyetçilere ve Türkçülere neler yapmamışlardı. Tabutluk ne demektir bilir misiniz? Emniyet binası olarak kullanılan Sansaryan hanının çatı katında beton hücreler yapmışlar. Dikine kabir gibi bir yer. Tepeden korkunç bir ışık saçan ve ısı veren büyük bir ampul sarkıtmışlar. Milliyetçi ve Türkçü aydını oraya bağlamışlar. Kimisi tavandan bileklerinden asılı… Kimisi, çözülemesin diye dizlerinden uzunca bir sopa ile bağlı…

Bir ara bir Emniyet binasında altı gün nezarette tutulmuştum. Lütf ettiler beni nezarethâneye atmadılar, bir kalem odasında gece gündüz sandalyede oturmama izin verdilerdi. Gecenin yarısından sonra üst katlardan korkunç feryatlar gelirdi. Birtakım vatandaşların kimisi “Allahü Ekber!” diye bağırır, kimisi avazının çıktığı kadar “Bismilllah!” derdi. Neydi bu sesler. Sorgulama yapılıyordu ve vatandaşların ifadeleri alınıyordu. Çeşitli hapishânelerde, çok kişiden işitmişimdir:

“- Ağabey, Allah var, benim sadece bir hırsızlık vak’am vardı ama o kadar çok dayak yedim, işkence gördüm ki, ölmemek, çıldırmamak için önüme getirilen yedi dosyayı da ‘Ben yaptım’ diyerek itiraf ettim…”

Merhum Şeyh Muzaffer Efendi anlatırdı: 27 Mayıs’tan sonra onu da tutuklayıp Sultanahmet cezaevine atmışlar. Orada Nurcular da varmış. O kadar çok dayak yemişler ki, ayaklarının üstüne basamıyorlar, yerlerde sürüne sürüne gidiyor abdest alıp namaz kılıyorlarmış…”

Yakın tarihimiz işte böyle fâcialarla, insan hakları ihlâlleriyle doludur.

Maalesef artık bunlar yok.

– Fikir ve inançlarından dolayı Müslümanlar mahkemeye verilmiyor.

– Mahkum edilmiyor…

– Hiçbir Müslümana, inançlarından ve dindarlığından dolayı hakaret edilmiyor, gerici denmiyor, ona tehditler savrulmuyor.

– Memlekette öyle bir eşitlik var ki, Müslüman ile Sabataycı aynı derecede eşittir. Bir Sabataycı Sabatay Sevi’nin dinine inanmakta ne kadar hür ve serbestse, bir Müslüman da kendi dinine inanmakta o kadar serbesttir.

– Telefonlarla, gizli talimat ve emirlerle savcılara ve hâkimlere baskı yapılmıyor, “Şu herif gericidir, onun başını ezin..” denilmiyor.

Ülkemizde İsveç’te, İsviçre’de, İngiltere ve Kanada da olduğu gibi yüzde yüz inanç ve düşünce özgürlüğü hüküm sürmektedir.

Oh ne âlâ, oh ne iyi, oh ne güzel…

Yaşasın fikir ve inanç hürriyeti:

Yaşasın eşitlik!

Yaşasın korkusuz, tehditsiz güvenli hayat…

Oh oh oh!.. 11 Aralık 2006