Memleketimiz hızlı bir değişme içinde paldır küldür ilerliyor. Daha dün denecek kadar yakın bir tarihe ait nice ibretli vak’alar, âdetler, görenekler, alışkanlıklar, teferruata (ayrıntıya) ait küçük şeyler, kültürel ve sosyal müesseseler unutulup gidiyor. Bizde hatıra yazılmaması ne büyük bir kayıptır. Bu yazımda; yakın mâziye ait, bizzat görüp yaşadığım bazı hatıralarımı sıralayacağım.
- Köylerde, üstlerinde kirli ve yırtık pırtık küçük çocukların toprak yediklerine şâhit olmuşumdur. Tabii açlıktan…
- Yine kırlık kesimde çok kimsenin üzerinde kav ve çakmak torbası bulunurdu. Bununla ateş yakarlardı. Torbanın içindekiler: Demirci tarafından dövülüp şekit verilmiş bir çelik, çakmaktaşı (sileks) ve kav. Taşın kenarına biraz kav sıkıştırılır, çelikle buna vurularak kıvılcımlar meydana getirilir ve bu işe kav tutuşuncaya kadar devam edilirdi.
- Mustafa Kemal Paşa’ya “Ebedî Şef”, İsmet Paşa ya “Millî Şef” denilirdi.
- Bugünkü gibi müstehcen yayın yapılamazdı. Pierre Louis’in Afrodit adlı eserini tercüme ettirip bastığı için Cumhuriyet gazetesi mahkemeye verilmişti.
- Dehşetli bir devlet baskısı vardı. Bir gece bekçisi birkaç mahalleyi önünde susta durdururdu Yaramazlık yapan çocuklara “Uslu durmazsan seni bekçi babaya veririz” denildi mi, çocuğun rengi atar, sesi soluğu kesilirdi. Şimdi “Seni genelkurmay başkanına veririz” deseler aldırmaz.
- Soyadı Kanunu çıkalı çok seneler olmuştu ama telefon rehberlerinde Türklerin adları soyadına göre değil isme göre idi. Sadece gayrimüslim vatandaşlarınki soyadına göreydi.
- Halkın büyük bir kesimi hâlâ alaturka (ezani) saat kullanırdı. Eski rumî. hicrî takvimi kullananlar da çoktu.
- Bütün bürokratlar, öğretmenler, okuryazarlar notlarını, yazı müsveddelerini eski harflerle (İslâm-Kur’an harfleriyle) yazarlardı. Yazmamakta direten bir kişi vardı, o da İsmet İnönü’ydü. Maziye, millî kültüre öylesine düşmandı.
- Şapka Kanunu şiddetle uygulanıyordu. Hemen herkes şapka ve kasket giyerdi. Kasket giyenlere dokunulmazdı ama bere giyenlerin tutuklandığı, mahkemelere verildiği görülürdü. Yargıtay “berenin medenî bir serpuş olduğuna” dair karar vermişti. Dinsiz gazeteciler bereye “inadiye” derler ve giyen Müslümanları tahkir ederlerdi.
- Gazetelerde sık sık “Nurcular âyin yaparken yakalandılar. Tarikatçiler suçüstü basıldılar… mürteciler (gericiler) yakalandılar… “ gibi haberler çıkardı. Bunların çoğu aylarca haksız yere tutuklu kaldıktan ve perişan olduktan sonra salıverilirlerdi. Rejim, tutuklama müessesesini cezalandırma aracı olarak kullanıyordu.
- Yatılı okuduğum lisenin (Galatasaray’ın) ahçıbaşısı daha önce Çankaya Köşkü’nde ahçılık yapmıştı. Bir keresinde “İsmet Paşa, annesi Cevriye Hanım’ın korkusundan Ramazan’da alenen oruç yiyemez, gizlice yer” dediğini duymuştum. Cevriye Hanım, siyah başörtülü dindar bir kadındı. Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı) Hasan Ali Yücel, o sıralarda solcuları destekliyordu. Bu eski mevlevî dervişi, köşke çıktıkça bazan Cevriye Hanım’a bir asr-ı şerif okuyuverirmiş diye duyardık.
- 4O’lı yılların sonlarına doğru, Necip Fazıl merhum Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağına kocaman bir kulak resmi koymuş ve “Başımıza kulak istiyoruz” diye yazmıştı. Tabii hemen tutuklanmış zindanı boylamıştı. Çünkü İsmet İnönü’nün kulakları ağır işitirdi.
- Bundan elli sene önce rejim din düşmanlığı yapar, Müslümanlara kan kustururdu. Ama memlekette bu kadar ahlâksızlık ve rezillik yoktu. Şimdi eskisi kadar din düşmanlığı yapılmıyor ama ahlâk fesadı gırtlağa kadar…
- Erzincan zelzele felâketi bölgesine giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Beyaz Tren’de sabaha kadar poker oynadığı söylenirdi.
- 1944’te “Irkçılık-Turancılık” diye bir mesele çıkartılmış, milliyetçiler sindirilmek istenmişti. Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nın (Emniyet Müdürlüğü) üst katında tabutluk adı verilen hücrelerde tutuklulara işkenceler yapılmıştı.
- Kırk sene önceki bazı İslâmî dergi ve gazeteler: Büyük Doğu (Necip Fazıl Kısakürek), Sebilürreşad (Eşref Edib), Hür Adam (Sinan Omur), Serdengeçti (Osman Yüksel), Ehl-i Sünnet (Abdurrahim Zapsu), Komünizmle Mücadele (Bekir Berk), Büyük Cihad (Mustafa Bağışlayıcı), İslâm’ın Nuru (Ali Kemal Belviranlı, Ömer Kirazoğlu), Doğan Güneş, Yeşil Nur, Volkan, İslâm Dünyası…
- İstanbul’da Rumca, Ermenice. Fransızca bir sürü günlük gazete çıkardı. Rumcalar: To Vima, Apoyevmatini, Embros; Ermeniceler: Jamanak, Marmara: Fransızcalar: La Turquie, le Journal d’ Orient, le R’epublique (Cumhuriyetin Fransızca nüshası.)
- Kırk sene öncesinin çok okunan bazı büyük fıkra yazarları. Peyami Safa. Refi’ Cevad Ulunay, Kadircan Kaflı.
- Bugün kaybolan özelliklerden: Bazı hatlarda eskiden kalma yandan çarklı vapurlar çalışırdı. Bağdat, Basra. Sahilbend.
- Tramvaylar: Bebeğe, Mecidıyeköy’e, Kısıklı’ya, Bostancı’ya kadar her yere tramvay işlerdi. 50’li yıllarda talebe bileti 3 kuruştu. Şehir hatlarında talebeler 6 kuruşa seyahat ederlerdi. Ben sadece 6 kuruş ödeyerek Yalova’ya gittiğimi hatırlıyorum.
- Vapurlarda, tramvaylarda birinci ve ikinci mevkiler vardı. Vapurların birinci mevkilerinde ayrıca fark ödenerek oturulan lüks mevki salonu bulunurdu.
- İstanbul’un suriçi bölgesi bostanlarla doluydu. Gözleri bağlı atlar, merkepler dönme dolaplarla kuyulardan su çekerlerdi. Şehrin sebze ihtiyacının büyük kısmı buralardan temin edilirdi.
- Kaybolan yemek çeşitleri: Beyinli Beykoz kebabı, elbasan (ilbasan) tavası, dalyan köftesi, uskumru dolması (Beyoğlu bakkallarında bulunurdu).
- O zaman olmayan şeyler: Kolalı meşrubat (eski bir İstanbulluya kolalı meşrubat içirmek mümkün olamazdı herhalde, çünkü bu acaip nesneyi içse kusardı muhakkak!), ezogelin çorbası (yemek kültürümüzün yozlaşmasının sembolüdür), lahmacun (ancak bir iki yerde yapılırdı).
- Eski şerbetler: Yaz aylarında Hacıbekir’de koruk şerbeti, demirhindi (temr-i hindî), kızılcık, limon, elma, şeftali, turunç içilirdi.
- Simit kültürü: Eski gazeteciler bir simitle çay içerek karınlarını doyururdu. Büyük simitler 10 kuruşa, küçükleri (daha gevrek olurdu) beş kuruşa idi.
- Beyoğlu’nda Neo Agora Ermis adlı ve Rumlar tarafından çalıştırılan büyük bakkaliyeler vardı. Nefis giyecekler bulunurdu.
- Yoksul kişiler yerlerden izmarit toplayıp, onların tütünlerini bir araya getirip yeniden sararak içerlerdi. Fakir tabaka Köylü, İkinci cigaralarını (o zaman böyle de denilirdi) ucuz oldukları için tercih ederlerdi. Bir de. askerlere verilen Asker sigaraları da parayla alınıp içilirdi. (En lüks sigara Sipahi Ocağı’ydı Kalantorlar tüttürürdü onu. Harp zenginlerinin sigaralarını kağıt parayla yaktıklarına dair rivayetler dolaşırdı.)
- Ramazan ayı gelince, birçok gayr-i müslim meyhâneci dükkânlarını bayrama kadar kapatırlardı.
- Türkiye’de çok az lise vardı. Otuz-kırk kadar. Ama verdikleri tahsil çok kuvvetliydi. Lise diploması alabilmek için lise bitirme imtihanında başarılı olmak gerekirdi. Bu imtihanı verenler, devlet olgunluk imtihanına (bakalorya) girmeğe hak kazanırlardı. Olgunluk imtihanını veremeyen üniversiteye giremezdi. Bugün okullar çoğaldı, eğitim seviyesi (paraşütsüz) düştü. Bina var, cismi ve ismi var, kendisi yok eğitimin.
- Eskiden çok az suç işlenirdi. Gazeteler, zabıta haberi sıkıntısı çekerlerdi. Sarıyer’de Sevim adlı bir karı öldürülünce aylar boyu yayın yapılmış, manşetler atılmıştı. Şimdi tavuk gibi adam boğazlanıyor. Çok ilerleme oldu, iterleme değil fırlama.
13.11.1991