Estetik Arayışları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazar
Müslüman kesim estetik arayışları içindedir. Son on yıldan beri bu konuda cılız da olsa, bocalansa da birtakım teşebbüsler görüyorum. Meselâ başları örtülü zengin hanımlar gerek elbise ve manto, gerekse başörtüsü konusunda daha zarif, daha şık, daha vasıflı olmak niyet ve isteğiyle hayli para harcıyorlar. Hattâ bundan beş altı yıl önce, sık sık Avrupa başkentlerine gidip de pahalı giyim kuşam eşyası alan varlıklı başörtülü kadınlar bulunduğunu duymuştum.
Peki, islâmî kesimin bazı zenginlerinin daha şık, daha, zarif, daha güzel, daha vasıflı bir tesettüre bürünmek için yaptıkları bunca masraf, bunca koşuşturma, takıp tıkıştırma başarılı sonuçlar vermiş midir?
Bu soruya öyle kolay kolay evet demek mümkün değildir. Müslüman kesimin üst tabakası, zenginleri, temsilcileri kadın giyimi konusunda hem Şeriat kurallarına ters düşmeyecek, hem de İslâm medeniyetine ve çağdaş dünyaya uygun olacak bir zarafete ve vasıf üstünlüğüne sahip olamamış bulunuyor. Tabiî, her konuda olduğu gibi bu konuda da nâdir istisnâlar olabilir, vardır, lâkin onlar kuralı bozmazlar.
Bugünkü netice şudur: Geleneksel Müslümanların kaymak tabakası kadın ve genç kız kıyafeti ve başörtüsü konusunda, İslâm’a uygun bir estetik yakalayamamıştır. Bocalamalar devam etmektedir.
Paris’e gidip, oradaki lüks mağaza ve müesseselerden, büyük paralar vererek mantolar, tayyörler, elbiseler, eşarplar almakla iş bitmiyor.
İslâm bir medeniyettir, bir kültürdür. Dünya müzelerinde, İslâm’ın eski parlak devirlerinden yâdigâr kalmış onbinlerce kumaş parçası, halı, kilim, çini, bakır ve diğer madenî eşya ve saire bulunmaktadır. Eski vasıflı ve üstün Müslümanların kendilerine mahsus kılıkları, kıyafetleri vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyiş ve çöküş zamanlarında bile, İstanbul’a, Türk-İslâm şehirlerine gelen yabancılar Müslümanların kılık kıyafetlerine hayran kalırlardı. Onsekizinci asırda İstanbul’a gelmiş nice Batılı diplomat ve nüfuzlu şahsiyetin Osmanlı kıyafetiyle yaptırtmış oldukları yağlıboya resim tabloları bulunmaktadır.
18’inci asrın sonlarında Paris’e giden Osmanlı sefiri (Büyükelçisi) Moralı Ali Efendi, kıyafeti ile dünyanın o kültür ve moda merkezi ahalisini büyülemiş, kadınlar arasında “türban” modası çıkmasına yol açmıştı. Osmanlı’nın eski askerî gücü, satveti, şan u şevketi kalmamıştı ama, medenî şahsiyet sahibi olmakta devam ediyordu.
Yine 18’inci asrın sonunda Napolyon Mısır’a donanma ile çıkıp Osmanlı Devleti’nin o büyük vilâyetini zaptettiği vakit, başına kavuk, sırtına kaftan geçirip Müslüman kıyafetiyle bazı merasimlerde arz-ı endam etmiştir. Fransız imparatorunun Türk-İslâm kıyafetli resimleri kitaplarda basılıdır.
Biz Türkiye Müslümanları son asırda kendi kültürümüzden, kendi kimlik ve kişiliğimizden çok uzaklaştık, adeta yabancılaştık. Yakın tarihte bir “Kendimize dönüş hareketi” başladı ama o da, birtakım yetersizliklerden ve kültür eksikliğinden dolayı bocaladı ve hayli zaman, enerji, imkan israfına yol açtı.
Sadece kadın kıyafetinde, başörtüsünde, tesettür konusunda değil; mimarlık, dekorasyon, erkek kıyafeti, şehircilik, bahçecilik gibi sahalarda da Türkiye Müslümanları büyük bir bocalama içindedir.
Bu bocalamalar, bu eksiklikler, bu başarısızlıklar hangi sebeplerden kaynaklanmaktadır?
Son elli yıl içinde Müslüman kesim en zeki, en akıllı, en kabiliyetli ve istidatlı çocuklarını doktor, mühnedis, hukukçu, işletmeci, bilgisayarcı yetiştirmiştir. Asıl önemli ve hayatî mesleklere bir yöneliş olmamıştır. Meselâ eğitim sahası çok ihmal edilmiştir. Sosyal kültür ihmal edilmiştir. Hele kılık kıyafet, giyim kuşam, moda (moda evrensel bir olgudur), mimarlık, güzel sanatlar gibi konularda fazla bir varlık gösterilememiş; yeterlilik seviyesine gelinememiştir.
Bizde şu anda, Batı ülkelerinde olduğu gibi bir burjuva sınıfı yoktur. Türkiye, bütün kesimleriyle buram buram gecekondu, varoş, taşra, kırsal kesim, marjinal kesim kültürüne ve zihniyetine sahiptir. Para kazanıp zengin olmakla insanlar otomatik olarak vasıflı, üst tabaka, seçkin, medenî (şehirli) olamazlar. Varoş zihniyetini değiştirmeden, Harvard’da okumuş olsa da, kişi yine gecekondu kafalı kalabilir.
Bugün ülkemizin çok yüksek makamlarında buram buram köylülük kokan adamlar ve kadrolar bulunmaktadır. Bunun İslâm ile bir ilgisi yoktur. Müslümanlar da bu vaziyettedir, karşıtı lâik ve çağdaşlar da.
Türkiye Müslümanları moderniteyi yakalayamamıştır. Birtakım Müslüman önemli şahsiyetler, temsilciler taklitçilik zihniyetine hergün verip veriştiriyor. Bir aynaya baksalar, kendilerinin de taklitçi olduğunu göreceklerdir.
Nice dindar, gelenekçi, İslâmcı zenginimizin çok pahalı, çok cafcaflı kravatları rüzgarla ters döndüğünde, onların içyüzü meydana çıkmaktadır. O kravatlar Müslüman kravatı değildir. Müslüman kodamanlar, çok lüks ve çok pahalı Mercedes otomobilleriyle geziyor. Milyarlarca dolarlık servetlere ve sermayelere sahip olan Müslümanlar bu ülkede niçin Güney Kore’deki gibi güçlü, üstün, mükemmel otomobiller üretemedi?
İslâmcılık edebiyatı yapmak, lafa gelince mangalda kül bırakmamak kolay bir iştir ama medeniyet ve kültür sahasında vasıflı, üstün ve müessir olmak çok zordur.
Zengin Müslüman kadınların eşarplarında da Paris, Milano, New York lüks mağaza ve firmalarının etiketleri dikilidir. O eşarplar, erkeklerin kravatları gibi rüzgârla ters dönmez, başlarına sıkıca bağlıdır. Görünmese de etiketler sahibinin taklitçi zihniyetinin şâhidi ve isbatıdır.
Türkiye, mâzide el dokuması, kök boyalı nefis kumaşlar, başörtüleri üretmiş bir ülkedir. Müslümanlar bu sanatları niçin ihya etmediler? Japonya’da, Çin’de, Hindistan’da, İsviçre’de, komşumuz Suriye’de hâlâ el tezgahlarında lüks ve kaliteli kumaş dokunuyor ve bütün dünyada yüksek fiyatlara satılıyor da bizde böyle bir faaliyet niçin yok?
En pahalı cep telefonlarını satın almakta, banyolarımıza ve mutfaklarımıza Brezilya veya Kongo graniti kaplatmakta, Almanların bile binmediği en nemrudî Mercedes 500 SEL’lere kurulmakta birinciyiz ama sanatta, kültürde, kişilikte, kendi kimliğimize sahip olmakta sondan birinciyiz. Akşam olur, bizim beylerimiz ve bir kısım hanımlarımız lüks maganda otomobillerine kurulur ve şehir dışındaki pahalı restoranlarda tıkınırlar. Sofra başında iki saat, sonra helâda iki saat…
Dört Müslüman zengin giderler lüks bir yerde yemek yerler. Fatura iki yüz, üç yüz dolardır. Bunu kolayca öderler. Evin veya büronun duvarına asılacak, çocuklarına, torunlarına miras kalacak bir hüsn-i hat levhasına, bir gravüre, bir güzel sanat eserine yüz dolar bile vermezler. Bu zengin adamlar fakir midir? Evet!.. Sanat, kültür, irfan, medeniyet, iz’an, hikmet fakiridirler. 30 Aralık 2002