Cuma

 

Eyvah… Amerikalılar geliyor ve yerleştikten sonra gidecekleri de yok. İlk Körfez Savaşı’nda onların Çekiç Güç’ü gelmiş ve gitmemişti. Türkiye’nin üniformalı büyük bir bürokratı PKK’ya silah yardımı yaptıklarını iddia etmişti. Şimdi Amerikan elçisi “En az yirmibeş yıl burada kalacağız” diyormuş.

Amerikalılar bizi elli yıl boyunca demokrasi, adalet, insan hakları, âdil yargılanma hakkı, güvenlik sloganlarıyla uyuttular. Küba’da Guantanamo Üssü’nde zavallı Müslüman esirlere yaptıklarını duyuyoruz. Esirlerin de hakları vardır, onların ise yok. Hani adaletti, hani hürriyetti, hani âdil yargılanma hakkıydı… Bunlar teröristmiş… Peki terörist olduklarını bir an için kabul edelim; teröristin âdil yargılanma hakkı yok mudur? Ya terörist değilse? Ceza hukukunun ve bilgeliğinin evrensel prensiplerinde ne deniliyor:

– Kanunsuz suç ve ceza olmaz deniliyor…

– Beraat-i zimmet asıldır (suçu âdil yargılanma ile kesinleşmemiş kimse temizdir) deniliyor…

Avrupa’da savaş suçlarına bakacak uluslararası bir mahkeme kuruldu. Lakin Amerika buna şiddetle karşı çıktı, benim askerlerimi kimse yargılayamaz diye direndi, hâlâ da diretiyor. Gocunacak tarafları olduğu anlaşılıyor.

Amerika, Türkiye’de kendisine yüzde yüz bağımlı bir sistem istiyor. Böyle bir sistem kurulabilir mi? Ülkemiz 1955’ten bu yana yapılan, bir kısmı açık, bir kısmı gizli anlaşmalarla zaten Amerika’ya sıkıca bağlanmıştır.

Eskiden Sovyetler Birliği’nin peykleri (uyduları) vardı. Polonya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Çekoslovakya, Doğu Almanya… Bunlar ayrı devletlerdi; kendi hükümetleri, sözüm ona meclisleri, bayrakları, orduları vardı ama Sovyetler Birliği’nin sıkı kontrol ve güdümündeydiler. Bir ara Macaristan ve Çekoslovakya’da liberalleşme, Sovyetler’in dümen suyundan ayrılma kıpırdanmaları olmuş ve Rus orduları tarafından kanla, ateşle, şiddetle bastırılmıştı.

Amerika, Ortadoğu’yu bir sömürge haline getirmek istiyor. Bunu gerçekleştirmek için de Irak savaşını başlatacaktır. O savaş bittikten sonra başka savaşlar planlanıyor. Irak’a tahammül edemeyen ABD devi İran’a tahammül eder mi? Zamanı gelince ona da saldıracak yahut sömürge haline getirdiği bir İslâm ülkesini saldırtacaktır. Bu ikinci yol Amerika için daha elverişlidir. Kendi çocukları ölmez, Müslümanlar birbirini kırar, oh ne güzel…

Amerika, ülkeleri sömürgeleştirmek için Sovyetler’in Macaristan ve Çekoslovakya’da yaptıkları gibi yapmaz. Öncelikle bu işi dolarla halleder. Birtakım insanları satın alır. Onları kullanır.

Kimsenin şüphesi olmasın ki, ülkemizdeki Amerikan aleyhtarları fişlenmektedir. Zamanı gelince icaplarına bakılacaktır. Amerika, kendi aleyhinde olan politikacıyı, gazeteciyi, aydını bizzat, doğrudan doğruya cezalandırmaz; dolaylı hareket eder, satın aldığı kimselere ve ekiplere onları terbiye ve tecziye ettirir.

Ortadoğu’dan başlamak üzere dünya bir Amerikan hapishanesi olmaya doğru gitmektedir. Hapishanelerin gardiyanları vardır. Peki Amerika’nın evdeki hesapları çarşıya uymazsa ne olacaktır? Yer yerinden oynayacak, dünyanın kıyameti kopacaktır.

Biz Müslümanlar kadere inanırız. İnsanların hesapları kitapları, emelleri, hile ve mekirleri vardır. Vardır ama Allah’ın da kaderi, iradesi, hesabı vardır. Sonunda Allah’ın istediği, O’nun dediği olur.

Sovyetler Birliği çok güçlü bir devletti. Afganistan’ı işgal etti, gerilla savaşı bataklığına düştü ve sonunda battı. Amerika Vietnam’a 600 bin kişilik bir ordu gönderdi, yüz milyarlarca dolarlık masraf yaptı, 60 bine yakın ölü verdi; yaktı, yıktı, öldürdü ama başarılı olamadı ve hezimete uğrayıp çekildi. O zaman batmadı lakin Irak savaşı başarılı olmazsa batması muhtemeldir.

Amerika, Türkiye’nin Misak-ı Millî hudutlarını, bütünlüğünü bölünmezliğini kabul ediyor mu? Kabul ediyorsa 1923’ten beri imzalamadığı Lozan Barış Andlaşmasına, aradan seksen yıl geçtikten sonra imza atsın. Atmaz. Amerika ve İsrail Türkiye’yi parçalamayı kafalarına koymuşlardır.

AKP iktidarı Amerika’dan Lozan’ı tasdik etmesini niçin resmen istemiyor?

Türkiyeli birtakım kodaman iş adamlarının, ünlü ve güçlü kişilerin Amerika’da pahalı villâlar, malikhâneler satın aldıkları söyleniyor. Âhir ömürlerini o şahane meskenlerde rahat, konfor, huzur, lüks içinde geçirmeyi planlıyorlar herhalde. Huzur içinde mi? Mümkün değil…

Yıllar yılı Sovyet emperyalizminden korktuk, Amerika’dan medet umduk; Sovyetler Birliği yıkıldı, biraz nefes aldık ve şimdi Amerikan uydusu veya sömürgesi olma tehdidi altındayız.

Yüzyıllarca önce yazılmış eski kehanet ve istidrac kitaplarında korkunç şeyler anlatılıyor. Portekiz’de Fatima’da küçük kıza bildirilen korkunç üçüncü haber neydi acaba? Nostradamus’un kehanetleri içinde Ortadoğu ile ilgili garip ve dehşetli haberler var. Karışık, karanlık bir üslupla anlatıyor ama anlattıkları dehşet verici.

Saddam Hüseyin Zemzemle yıkanmış değil ama zavallı Irak halkının ne suçu var? Şaron ondan daha mı temiz? Irak’ta on sene içinde bir milyondan fazla çocuk gıdasızlıktan, bakımsızlıktan, ilaçsızlıktan ölmüş. Onların ne suçu vardı. Amerikalılar, nesli tükenmekte olan unus pluribus kuşunu korumak için milyonlarca dolar ve yoğun çaba harcıyormuş. Onlar, kuşlara acıdıkları kadar Iraklı çocuklara niçin acımıyorlar?

Ah aziz dostum Hürrem bey! İşiniz ve telaşınız çok, biliyorum. Ev boyanacak, yazlıkta tâmirat yapılacak, mutfağın pembe granitleri sökülüp yerine eflâtun rengi taş kaplanacak, kelinize saç ektirilecek, kız kocaya verilecek, oğlana Porsche araba alınacak… Bu işler bitmez. Korkarım bu gidişle hepimizin başına cümbür cemaat öyle bir tufan gelecek ki, ne sizin eviniz ve yazlığınız, ne oğlanın Porschesi, ne de başınıza ektirdiğiniz saç kalacak.

Kıyamet geliyor Kıyamet 15 Mart 2003