Eyvah, “Kurtarıcılar” Düğmeye Bastı!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Çarşamba
Çanakkale’ye bir kilise yaptırılmak isteniyormuş. Papazlar ve misyonerler mi istiyormuş? Hayır, Belediye başkanı istiyormuş. Peki, Çanakkale’de Hıristiyan yaşıyor mu? Yaşamıyor. O halde, niçin kilise yaptırılmak isteniyor? Van’da, Akdamar adasında bir kilise harabesi var, o da restore edilecekmiş.
Taksim’de cami yapılmak istendiğinde ilerici, çağdaş, laik cepheden “istemezük!” feryatları yükselmişti. Aynı adamlar, hiçbir Hıristiyanın yaşamadığı şehirlerimizde kilise yapılmasına niçin karşı çıkmıyor?
Mersin’de bayrağımız yere atıldı, yakılmak istendi. Yurdun çeşitli yerlerinde halk buna tepki gösterince birtakım mâlumlar ayağa kalktılar, bildiriler yayınladılar, “Aşırı milliyetçilik…” demeye başladılar. Yayınlanan bildirilerden birinde Sivas’ta Madımak otelindeki facia dile getiriliyordu. Otuz küsur aydına kıyılmış. Peki, Başbağlar köyünde otuz küsur masum vatandaş camiden çıkarken şehid edildi, bizim aydın geçinenlerimiz niçin bu faciadan hiç bahsetmiyorlar? Çifte standartlılar…
Müslümanlara ve Türklere “Acı Soğan” diyenler halkın uyanmasını, hareketlenmesini, tepki ve infial göstermesini istemiyor.
Son haftalarda birileri yine düğmelere bastı. Türklerle Kürtleri, Sünnîlerle Alevîleri, dincilerle laikleri, şucularla bucuları çatıştırmak istiyorlar. Halk kendi arasında çekişip tepişirken, Türklere ve Müslümanlara Acı Soğan diyen Pembe Soğanlar, malı götürecek…
1971’de, 1980’de Türkiye’deki anarşi, kavgalar, çekişip tepişmeler, huzursuzluk, kasıtlı ve planlı bir şekilde kışkırtılmıştır. Ortalık toz duman olacak ki, bazıları
“Vatan elden gidiyor!..”
diyerek duruma el koyacaklar.
Bundan doksan küsur yıl önce de, “Kalkın ey ehl-i vatan!” feryatları yükselmişti. Ehli vatan yerlerinden kalkmışlar, sağa sola bakınmışlar, fazla bir şey görememişler; yerlerine oturmak istemişler, aaa kargaşa, feryad ve figân içinde birileri o yerleri işgal etmemiş mi?
Mersin’deki yürüyüşte iki küçük çocuğun eline bayrağı veren ve yere atıp çiğnemelerini isteyen iyi giyimli, kravatlı adamlar tespit edilmiş ama meselenin üzerine gidilmemiş.
Böyle hadiseler durup dururken olmaz. Ne kadar akılsız olursa olsun iki çocuk, Türk bayrağını yere atıp çiğnemez. Ortada planlanmış bir mizansen vardır. Şık kostümlü, kravatlı rejisörlerin işidir bu. Bunlar kimlerdir? Bizdeki en kârlı işlerden biri, belki de birincisi vatanı kurtarmaktır. Yakın tarihimizde vatan kurtaracak nice kahraman, Karun kadar zengin olmuştur. Hem vatanı kurtaracaksın, hem büyük zengin olacaksın; üstelik ün, alkış, sevgi, saygı… Oh ne güzel, gel keyfim gel!
PKK savaşı uzun yıllar devam etti. Aslında o savaş daha az zararla, daha az tahribatla, daha az can kaybıyla, daha kısa zamanda bitirilebilirdi. Ama birtakım kimseler ve zümreler bitirmediler, bitirtmediler. Apo, gazeteci Avni Özgürel’e ne demişti? “Avni Bey, bu savaşı bitireni, bitirirler” demişti.
Peki, savaş uzadı da ne oldu? Birileri yüz milyarlarca dolar vurdular. Uyuşturucu, helikopterlerle taşındı. Silah kaçakçılığından muazzam kârlar elde edildi. Devlet sarsılıyormuş, halk perişan oluyormuş, ülke harap oluyormuş… Onların umurunda bile değildir. PKK savaşının toz dumanı içinde yapılan uyuşturucu ve silah ticareti hakkında gazeteci Uğur Mumcu dehşet verici bilgiler elde etmişti. Âkıbetini biliyorsunuz. Bir sabah evinden çıktı, otomobiline bindi, kontağı çevirdi ve korkunç bir tarraka ile havaya uçtu. Cesedi paramparça olmuştu, bulabildikleri, toplayabildikleri parçaları bir tabuta koydular, gömdüler.
Uğur Mumcu’ya ağlayan çok oldu, bu arada birtakım timsahlar da zari zari, zırıl zırıl ağladılar. Timsahlar da ağlar… Türkiye’de öyle gerçekler var ki, açıkça yazılması, söylenmesi, halka anlatılması mümkün değildir.
Birkaç ay önce, tam on bir sene zindanda kalan zavallı bir vatandaşımızın suçsuz olduğu anlaşıldı ve serbest bırakıldı. Nasıl anlaşıldı? Cinayeti işleyen, adam öldüren asıl suçlu itiraf etti. Ne dedi?.. “Ben hapisteydim, dışarı çıkardılar, cinayeti işledim, tekrar içeri girdim…” Gazeteler bu hadiseyi yazmadılar değil, lakin üzerinde duramadılar.
Birtakım müfettiş dostlarımızdan duydum, şöyle diyorlardı: “Yakın tarihimizde hangi büyük yolsuzluk, kokuşma, soygun dosyasını açtıksa, altından iki iri kodaman, kocaman, ünlü, anlı şanlı adam çıktı…”
Bu iki iri kodaman, kocaman adama bir şey yapılabildi mi? Yapılamadı, yapılamaz.
Milyonla çalan, mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.
Bazı büyük müesseselerdeki, yolsuzluk ve rüşvet olayları medyaya aksedince hemen sesler yükselir, “Şerefli ve haysiyetli filan kurum yıpratılmak isteniyor…” denir ve gereken tedbirler alınarak mesele hall ü fasl edilir.
Halk bu olup bitenleri kanıksadı. Kokuşma, rüşvet, soygun, talan, hortumlama, devlet ve belediye mallarını zimmetine geçirme, vurgun, malı götürme, haram yeme, kaçakçılık, sahtekârlık, dolandırıcılık o kadar yaygınlaştı ki, milletin bunlara tepki gösterecek gücü kalmadı. Bazı hinoğlu hinler de, “Olmaz böyle rezalet… Yeter artık!” diye bağırıyorlar ama hangi niyetle bağırıyorlar? “Çalanlar çırpanlar, yedikleri kadar yediler, biz nasiplenemiyoruz, biraz da biz yiyelim…” diye feryad etmesinler sakın.
Türkiye düzelir mi dersiniz? Ben fazla ümitli değilim. Düzelmez, iyi olmaz ama yine de çalışmamız gerek. Çok kötüyü orta kötü, orta kötüyü az kötü yapsak o da kârdır.
Bazı medyacılar ortalığı güllük gülistanlık, toz pembe gösteriyorlar. Niçin? Adamların ve bayanların tuzları çok kuru da onun için. Kimisi ayda on binlerce dolar maaş alıyor, bir elleri yağda bir elleri balda, şahane meskenlerde sultanlar gibi oturuyorlar, sofralarında bir kuş sütü eksik, lüks arabalar, şoförler, aşırı konfor… Elbette onlar için Türkiye güllük gülistanlıktır, gelecek pek parlaktır.
Başka bir konuya geçmek istiyorum, Endonezya’da birtakım volkanlar harekete geçmiş, dumanlar saçmaya, kızıl lavlar akıtmaya başlamış. Âhir zaman alametleri bir bir zuhur ediyor. Eski kitaplarda yazılıyor, “yerden ateş zuhur edecek” diye.
Bir gün gelecek, birtakım saltanatların yerlerinde yeller esecek. Onbinlerce dolarlık maaşlar, koru içinde saray yavrusu tripleks villalar, şoförlü limuzinler, köpüklü şampanyalar, mükellef sofralar, dolu gardroplar, şehvetli metresler, her şey havaya savrulacak, duman olup gidecek. Azgınlığın, fuhşiyatın, sömürünün, zulmün, yalanın, sahtekârlığın, düzenbazlığın, yeryüzünü fesada vermenin, Arşa hırlamanın sonu gelecektir.
Gücü, imkânı, fırsatı olduğu halde zulmü lânetlemeyen, protesto etmeyen, gidermek için çalışmayan sözde iyi kimseler de, zâlimdir, suçludur. Yaklaşan kıyamet ve hengâmeden onlar da nasiplerini alacaktır. 21 Nisan 2005