Pazartesi

 

Zaman zaman temcid pilavı gibi ısıtılıp gündeme getirilen dinî bir konu var. Namazda kıraatin Kur’ân’ın aslî metni ile yapılmayıp Türkçe tercümesi ile yapılması ve Ezanın Türkçe okunması.

Bu konu tamamen dinî bir konudur.Binaenaleyh din otoriteleri ve dindarlar tarafından müzakere edilmelidir. Bugünkü statüde değişiklik yapmak hakkı da onlara aittir.

Meseleyi inceleyelim:

(1) Ezan namaza dâvettir ve İslâm dünyasını birleştiren bir semboldür, sesli bir bayraktır. Dolayısıyla, Peygamber nasıl emr ettiyse O’nun istediği şekilde yapılmalıdır. O, bugünkü şekli uygun görmüştür. Ashabı bunu kabul etmiştir. Ashaptan sonra Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve sonra her asırda gelen ve Peygamberin vekili, vârisi, halifesi durumunda bulunan icazetli ulema ve fukaha böyle istemiştir. Mü’minler de Ezan’dan razıdırlar. Ezan-ı Muhammedî yani Arapça Ezan icmâ-i ümmetle sâbittir, Kıyamet’e kadar böyle okunacaktır.

(2) Katolik kilisesi yakın tarihte ibadet dilini Latinceden millî dillere çevirmiştir. Ancak bunu, herhangi bir devletin, kilise dışı bir gücün baskısı ile yapmamıştır. Kendi istek ve niyeti ile yapmıştır. Müslümanların namaz, ibadet, ezan dilini değiştirmek, Türkiye’de Türkçe okumak gibi bir niyetleri, istekleri yoktur. Din dışı güçlerin, güçlü şahısların, otoritelerin, egemen azınlıkların bu konuya karışmamaları gerekir. Çünkü onları ilgilendirmez.

(3) Referandum yapılmasına lüzum yoktur ama şu anda bu konuda, sadece Müslümanların katılacakları bir referandum yapılsa onlar namazın ve ezanın dilinin Arapça olmasına oy kullanacaklardır.

(4) Bazı aykırı ilahiyatçılar, Ebû Hanife hazretlerinin, millî dil ile namaz kılınmasına izin verdiğini iddia ediyorlar. Evet, Ebû Hanife, İslâm’a yeni girmiş, hiç Arapça bilmeyen ve Arapça’ya dili dönmeyen bir Farslının kendi diliyle namaz kılmasına izin vermiştir ama bu istisnaî bir fetva ve ruhsattır. Kaldı ki, bu ictihadından daha sonra dönmüştür.Bu ictihad geçerli değildir.Büyük din alimi Düzceli Zâhid el-Kevserî bu konuda delilli isbatlı bir kitap yazarak reformcuların tezlerini çürütmüştür.

(5) Ülkemizde bir ara, tek parti devrinde, Başbakan İsmet İnönü’nün istek ve gayreti ile Ezan’ın Türkçe okunmasını emr eden, Arapça ezan okunmasını yasaklayan bir kanun çıkartılmıştır. Bu kanunun, temel insan haklarına aykırı olduğu, demokratik bir kanun olmadığı, açıklamaya lüzum göstermeyecek şekilde bellidir.

(6) 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara geçince, Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan Bey Meclis’e bir kanun teklifi vererek Türkçe Ezan okumayı mecburî kılan ve Arapça ezan okumayı yasaklayan anti-demokratik kanunun kaldırılmasını istemiştir. Meclis böyle bir kanun çıkartmış ve ezanı serbest bırakmıştır. Şu hususu, üzerine basa basa belirtmek gerekiyor: Millî iradeyi temsil edenMeclis “Türkçe ezan okunamaz, ille de Arapça okunacak” dememiştir, sadece eski kanunu kaldırmıştır.Bu yeni kanun yürürlüğe girer girmez Türkiye’nin her yerindeki onbinlerce caminin minarelerinden Arapça Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlamıştır, Türkçe ezan okuyan bir tek cami kalmamıştır.

(7) Diyelim ki, din dışı güçlerin baskısıyla Arapça ezan okumak yasak edildi. Bu taktirde anadili Kürtçe olan şehir ve köylerde Kürtçe, Gürcü köylerinde Gürcüce, Çerkes köylerinde Çerkesçe okunacaktır ki, böyle bir şey bütünleştirici ve birleştirici olmaz, aksine parçalayıcı ve bölücü olur.

(8) Türkiye devletinin imza koymuş olduğu, hükümlerini kabul ettiği birtakım uluslararası insan hakları metinleri vardır. Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi. Ezan konusunda din dışı güçlerin koyacakları ve dine ve dindarlara aykırı düşen hükümler, bu konuda yapılacak baskılar bir insan hakları ihlali olur.

(9) Türkiye’nin siyasî, sosyal, kültürel gündeminde Türkçe Kur’ân ve Türkçe Ezan diye bir madde ve konu bulunmamaktadır.

(10) Türkçe Kur’ân ve Türkçe Ezan taraftarları, “Millet Arapça bilmiyor. Kur’ân Türkçeye tercüme edilmeli ve halk kutsal kitapta neler yazılı olduğunu anlamalı…” şeklinde konuşuyorlar ve Kur’ân’ın yakın tarihte Atatürk devrinde dilimize tercüme edildiğini söylüyorlar. Onlara şunları hatırlatmak isteriz: Türkler Müslümanlığı kabul ettikten hemen sonra mukaddes kitabımızın tercümesi yapılmaya başlanmıştır. Her devirde Kur’ân’ın Türkçe tercüme, meal ve tefsirleri bulunmuştur. Halk kutsal kitabta neler yazılı olduğunu bilmiyor iddiası gerçeğe uygun, doğru bir iddia değildir. Zamanımızda gerekenden fazla tercüme, meal ve tefsir bulunmaktadır. Kimileri hizmet etmek için, kimileri para kazanmak için, kimileri dini bozmak için Kur’ân tercümesi ve yorumu hazırlamaktadır. Şu anda ülkemizde belki de on milyon adet tercüme, meal ve tefsir bulunmaktadır. Bunların bazısı beş, on, onbeş ciltlik külliyatlar halindedir. Bu durum karşısında “Kur’ân tercüme edilsin ve herkes kutsal kitabını öğrensin” demek gerçekleri çarpıtmaktır.

(11) Kur’ân’ı anlamak ve öğrenmek rastgele tercüme, meal veya tefsir okumakla olmaz. Bunun için, icazetli, ehliyetli, güçlü din hocalarından ders almak gerekir. Kur’ân hikaye, roman, hatırat, seyahat kitapları gibi okunmaz. Kur’ân’ı anlamak için mutlaka rehber, üstad, müfessir gerekir. İslâm dininde initiation (üstadlık, rehberlik) kavram ve müessesesi vardır. Zaten din dışı başka konularda ve ihtisaslarda da böyle değil midir? Bir genç evinde hukuk kitapları, başka bir genç yine evinde tıp kitapları okuyarak hukukçu veya tabib olabilir mi? Mutlaka bunların fakültelerine gitmesi, uzman hocalardan ders dinlemesi, çalışıp imtihan vermesi ve sonunda diploma alması gerekir. Din dilinde diplomaya icazet deniliyor.Sadece diploma almakla da iş bitmez. Avukat olacaksa Barodan, doktorluk yapacaksa Tabipler Birliği’nden ruhsat alması gerekir. Bazıları, din konusundaki birtakım incelikleri kabul etmeyerek Müslüman toplumun anarşi ve kaos içine düşmesini istiyor.

(12) 1930’lu yıllarda Ezan-ı Muhammedî okumak yasak iken Bursa’da Ulucamii’de bir Müslüman Arapça Ezan okumuş ve ortalık birbirine girmişti. Neymiş, gericiler başkaldırıyormuş… Neymiş, irtica meydan okuyormuş… Neymiş, memleket büyük tehdit ve tehlike ile karşı karşıyaymış… Tutuklamalar yapılmış, mâsum vatandaşlara işkence edilmiş, temel insan hakları ve hürriyetleri çiğnenmiş, sonunda ağır cezalar verilmişti. Bazıları bu günlerin geri gelmesini istiyor. Soruyoruz: Niçin geri gelsin? Niçin vatandaşlara, sırf dinî kanaat ve inançları, ibadetleri yüzünden baskı, eziyet ve işkence yapılsın? Türkiye böyle yapılarak mı ilerleyecek ve güçlenecektir? Böyle yapılarak mı, iç barış, sosyal uzlaşma sağlanacaktır? Bizim gibi bir doğu ve Asya ülkesi olan Japonya millî Şintoizm dinine baskı yaparak, onunla zıt giderek mi bugünkü yüksek zirveye tırmanmıştır?

Yine soruyoruz:

Türkçe Kur’ân ve ezan okuyarak Güney Kore gibi güçlü bir sanayi mi kurabileceğiz?.. Tayvan gibi zengin ve çalışkan mı olacağız?.. Finlandiya gibi ahlâklı ve dürüst mü olacağız…

Lütfen boş tartışmaları bırakalım da, şu devlete, şu ülkeye, şu halka gerçekten hizmet etmek için ne lazımsa onları yapalım. Dini dindarlara bırakalım.

(Not: Ezana icabet eden, namaz kılan Müslüman kardeşlerimizin dikkatlerine: Ezan Arapça okunmalıdır. Namazdaki kıraat Arapça Kur’ân ile yapılmalıdır. Kur’ân-ı Kerim’in başka bir lisana yapılmış tercümesine Kur’ân denilemez, “Kur’ân Tercümesi” denilir. Ezanın ve namazdaki kıraat dilinin laiklikle hiçbir ilgisi yoktur. Devlet ve siyaset bunlara karışamaz. Laikçilerin bu gibi konulara karışıp dindarlara baskı yapmaları, onları tehdit etmeleri bir insan hakları ihlalidir. Biz Müslümanlara düşen, Arapça Ezan-ı Muhammedîyi dinleyip namazlarımızı, Arapça Kur’ân kıraatiyle güzelce eda etmektir. Allah yardımcımız olsun.) 03 Ekim 2006