Salı

 

Fâili bilinmeyen ve bulunmayan esrarlı, garip, acayip cinayetler devrinde yaşıyoruz. Bu konuda çok rivayetler var. Bunlar doğru mudur, yanlış mıdır, ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır, aslı esası var mıdır, yoksa yüzde yüz kuruntudan ibaret midir? Elde delil yok, isbat edici belge yok, yüzde yüz kesin bilgi yok… Bir kaç örnek vereyim:

(1) Merhum Turgut Özal’ın zehirlendiği yahut kendisine birkaç ay sonra kalp krizine yol açan bir ilaç verildiği iddiası dillerde dolaşıp duruyor. Hattâ zaman zaman gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda bu konuya dokunuluyor. Fazla derine inilmiyor, iyice araştırılmıyor? Niçin? Şayet bir ülkenin cumhurbaşkanı zehirlendiyse, yahut kendisine kalp krizine sebep olan bir iğne yapıldıysa bu konuda tahkikat yapılması, ciddî bir rapor hazırlatılması, meselenin aydınlığa çıkartılması gerekmez mi?

Turgut bey niçin öldürülmüş olabilir? Merhum, Türkiye’nin müzmin derdi olan, belini büken din-devlet kavgasını, laiklik meselesini halletmek üzere teşebbüse geçmişti. Bu konuda uzmanlara raporlar ısmarlamıştı. Çareler ve çözümler arıyordu. Mutlaka bir şeyler yapılmalı ve din-devlet kavgasına son verilmeliydi. Zaten bütün medenî, sağlıklı, ileri, demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı hukuk devletleri din ile barışık değil miydi? Lakin birtakım derin güçler Özal’ın bu teşebbüsünden son derece tedirgin oldular. Din-devlet kavgası krizinden onlar yüz milyarlarca dolarlık rantlar, menfaatler elde ediyordu. Ölümünden birkaç ay önceki Ortaasya gezisinde Özal’a kalbini kuvvetlendirici bir iğne yapıldığı, bu iğnenin daha sonra kendisini öldürdüğü iddia edilmektedir. Bu fısıltılar doğru mudur? Bugün için bir şey söyleyemeyiz. Belki ileride bir belge, bir şâhit ortaya çıkar, biri itiraf eder ve mesele aydınlanır. Yahut iş Mahşer’e Mahkeme-i Kübraya kalır…

(2) Merhum Adnan Kahveci’nin de olaylı şekilde öldürüldüğü iddiaları dillerde dolaşmaktadır. Güya, otoyol levhası onun geçmesinden birkaç dakika önce değiştirilmiş, rahmetli yanlış yola sokulmuş ve feci bir şekilde çarpışarak hayatını kayb etmiş. Bu meselenin de iyice araştırılması gerekmez mi?

(3) Gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de çok esrarlıdır. Mumcu, PKK savaşı gölgesinde yapılan uyuşturucu, silah, cephane kaçakçılığına dair belgeler bulmuştu. Bunlara dayanarak Türkiye’yi ayağa kaldıracak bir yazı serisi hazırlıyordu. Açıklamalar kamuoyunun tepesine atom bombası gibi düşecek, yer yerinden oynayacak, nice saygın kişinin ipliği pazara çıkacaktı. Mumcu’ya bu fırsat verilmedi. Otomobiline patlayıcı madde konuldu, sabahleyin işine gitmek üzere marşa bastı ve korkunç bir tarraka ile bin parça oldu. Onun ölümü nice timsaha kanlı gözyaşları döktürdü. Ah Mumcu, vah Mumcu diye ağlayıp inlediler. Cinayetten hemen sonra kaşla göz arasında Mumcu’nun bilgisayarındaki kayıtlar, bilgiler, belgeler, dosyalar yok oldu. Bunları kimler almıştı?

(4) İsim vermeyeyim… Bundan kısa bir müddet önce, tam 11 yıl cinayet işlediği, katil olduğu iddiasıyla mahkum olan ve ağır hapis cezası çeken bir vatandaş serbest bırakıldı. Çünkü suçsuz olduğu anlaşılmıştı. Bir başka mahkum, cinayeti kendisinin işlediğini itiraf etmişti. İşin garip tarafı, bu katil cinayeti işlediği tarihte cezaevinde bulunuyordu. Peki, nasıl olmuş da dışarı çıkmış, cinayet işlemiş ve tekrar içeri girmişti? Medya bu konu üzerinde fazla durmadı veya duramadı. Mesele örtbas edildi, dosya kapandı. Böyle bir şey medenî bir ülkede cereyan etseydi kızılca kıyamet kopmaz mıydı? Bütün medya, en yüksek sesiyle “Yahu, hapisteki bir adam nasıl dışarı çıkıyor, cinayet işliyor ve tekrar içeriye giriyor?” diye sormaz mıydı? 11 yıl boyunca haksız yere hapis yatan mâsum vatandaşın hakkı aranmaz mıydı?

(5) Jandarma genel kumandanı Eşref Bitlis Paşa’nın uçağının düşmesi de yakın tarihimizin esrarlı cinayetlerindendir. Bu cinayeti kimler planlamış ve işlemiştir?

(6) Biraz daha geriye gidersek, karşımıza Adnan Menderes’in asılması meselesi çıkıyor. Türkiye başbakanı Yassıada Yüksek Adalet Divanı tarafından idama mahkum edilmiştir ama onun gerisindeki güçler hangileriydi? Bu konuda çok enteresan rivayetler, iddialar bulunmaktadır. Bazı bilgiler peşindeyim, temin edebilirsem, özet olarak bu sütunlarda açıklayacağım. Adnan bey, köken itibarıyla Pembedir. Ancak Pembeler tarafından, Pembelik ideal ve ilkelerine ihanetle suçlanmış ve imha edilmiştir? Bu bir faraziyedir. Lakin bu faraziyeyi güçlendiren birtakım karineler mevcuttur. Ölümünden önceki yıllarda, Büyük Millet Meclisi çatısı altında, Demokrat Parti Meclis grubu toplantılarından birinde milletvekillerine hitaben “Arkadaşlar! Millet size vekâlet vermiştir. İsterseniz Hilâfet’i bile geri getirebilirsiniz…” demişti. İktidarda bulunduğu 1950 ile 1960 yılları arasında biri Antalya’da, biri İzmir’de olmak üzere iki kere “Bu millet Müslümandır, Müslüman kalacaktır. Bu ülkede İslâmiyetin bütün icapları yerine getirilecektir” demiştir. Hatırlıyorum o zaman Pembe gazeteciler büyük bir öfke içinde “İslâmiyetin bütün icapları…” ne demektir diye sormuşlardı. Bu sözlerinin Adnan beyin idamına yol açıp açmadığının tarihçiler, araştırıcılar tarafından incelenmesi gerekir. Acaba, Pembeliği bırakıp ihtida ettiği, yani gerçekten Müslüman olduğu için mi öldürülmüştür? Tepedeki Celal Bayar’ın baskısı olmasaydı Adnan bey Türkiye halkına tam bir din hürriyeti getirebilir miydi? Kendisi yüzde yüz hür bir başbakan mıydı, yoksa Pembelerin, Masonların, derinlerin vesayet ve kontrolu altında mıydı? Onun zamanında Türkiye’de iki başbakan vardı. Biri kendisi, diğeri, gölgede bütün işleri çeviren, mekanizmayı hareket ettiren başbakanlık müsteşarı Ahmet Salih Korur. Bu zat Türkiye Masonlarının Üstad-ı Âzamı idi… 1957’de merhum Tevfik İleri’nin tavsiyesi ile Ahmet Salih Korur’a gitmiştim. Diyanet İşleri Başkanlığındaki münhal (açık) mütercimliğe tâyinimi istemek için. Bana mavi gözleriyle dikkatle bakmış ve öfkeli bir şekilde “Bu işte bir b…k var. Sen Siyasal Bilgiler mezunu olarak ileride vali olabilirsin. Niçin Diyanet’e giriyorsun?..” diye bağırmıştı. Sonra önündeki kutudan antetli küçük bir kağıt almış, Latin harfleriyle “Görüşünüz”, onun altında Arap harfleriyle “Görüşelim” kelimelerini yazarak beni zamanın Diyanet Başkanı merhum Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na göndermişti. Osmanlıcayı okuyamadığımı sanıyordu…

Örnekleri çoğaltmayayım. Yakın tarihimizde birtakım gazeteciler, profesörler, işadamları, mafya büyükleri esrarlı şekilde öldürülmüştür. Ülkemizin çok büyük zenginlerinden Musevî Üzeyir Garih’in Eyüp Sultan kabristanında şeyh Küçük Hüseyin efendinin kabri başında öldürülmesi de bu esrarlı cinayetler serisine dahildir. Bu konuda insanın aklını zorlayan sorular vardır. Musevî bir tacîrin, bir İslâm Kabristanında, bir şeyhin mezarı başında ne işi vardı? Üstelik Garih bu mezarı ayda iki kere ziyaret edermiş. Sonra, onun öldürülmesinde de çok gariplikler vardır. Kendisi Tevrat’ta anlatılan ritüel boğazlanma ile öldürülmüştür. Bu ne demektir? Cinayet bir askerin üzerine yıkıldı. Bu asker manipüle edilmiş midir? Birtakım rivayetlere göre İsrail gizli servisi MOSSAD bu işe karışmıştır. Meselenin içyüzü nedir? Katil ve katiller kimlerdir? Garih niçin öldürülmüştür. Mesele niçin bir türlü aydınlanmamıştır?

Bu garip ve esrarlı ölümler, bu faili mechul cinayetler Türkiye’nin Bizans’a benzediğini göstermektedir.

Bu cinayetlerin ardında hangi güçler yer almaktadır?

Hapisteki bir mahkumu dışarı çıkartıp, cinayet işletip tekrar içeriye sokan güç hangi güçtür?

Mâsum bir vatandaş 11 sene niçin boş yere hapiste çürütülmüştür?

Uğur Mumcu cinayetinin içyüzü açıklanmayacak mıdır?

Başörtüsü konusunda mangalda kül bırakmayan birtakım Pembe gazeteciler bu gibi konularda niçin sus pus vaziyettedir?

Büyük Millet Meclisi, Adalet Bakanlığı niçin harekete geçmemektedir.

Kimse bana soru yöneltmesin. Rivayetleri, iddiaları yazdım. Bunlar doğru mudur, yanlış mıdır, araştırılsın dedim, başka bir şey bilmiyorum.

Gazeteciler, aydınlar bir tür paralel fikir ve toplum savcısıdır. Birkaç vatansever ve güçlü kişi niçin bu fail-i mechullerin, bu esrarlı cinayetlerin üzerine gitmiyor?

Hiç olmazsa bunların bir listesi yapılsın, her biri hakkında beş-on satır bilgi verilsin, bu liste küçük bir broşür halinde en az bir milyon adet bastırılsın ve halka dağıtılsın? Belki kamuoyu harekete geçer. 27 Temmuz 2005