Fakirlerin Ahları, Zekâtları Gasbedenleri Yakacaktır…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Salı
“Müslümanlar zekât verseydi…” başlıklı yazıma olumlu veya olumsuz cevaplar geldi. Bunlardan birinde, “Sayın Eygi günümüz Türkiye’sinde zekât verilecek en kıymetli kimseler talebelerdir. Velev ki zengin dahi olsa talebeye zekât düşer. Yalnız cemaatlere vs zekât verilmez şeklindeki görüşünüz acemice ve bilgisizce belirtilmiş. Şahsi düşüncenizdir. Ergun Babahan ateistinin belirttiği olayı fırsat bilerek
Tabi ki namaz kılan ve dini değerler noktasında hassas fakir komşuma zekât verilir. Buna kim karşı çıkar.” denilmektedir. (İmza olarak “Belli” yazılmış…)
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hayır derneklerine zekât verilemeyeceğine dair uzun yıllar önce verdiği bir fetvası bulunmaktadır. Yüce Dinimiz, zekâtların cami yapımı, Kur’an kursu binası, köprü, hastahane gibi hayırlı işlere de verilmeyeceğini hükme bağlamıştır.
Zekât alması caiz olmayan hakiki kişilerin ve cemaatlerin zekât almaları haramdır, zulümdür, büyük günahtır. Böyle özel ve tüzel kişilere zekât verenler de yanlış iş yapmış olurlar, aslında zekâtlarını vermemiş olurlar. Zekât borçları üzerlerinde kalır.
Çocukluğumda, gençliğimde yurt çapında bütün evlere
Toplanan zekât paraları Kızılay, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından, hesapları açık olmayan şekilde paylaştırılıyordu. Bu üç derneğin üçünü de aynı kefeye koymam. Lakin Çocuk Esirgeme Kurumu bir Mason yan kuruluşudur. Zaman zaman içkili, danslı balolar tertiplenir, bu masrafların bir kısmı zekât paralarından karşılanırdı. Böyle zekât olur mu?
Kur’an-ı Kerim’de zekât verilebilecek 8 sınıf insan çok açık ve seçik şekilde sıralanmaktadır.
Geçenlerde bir dostum, 300 YTL zekât parası göndermiş, güvendiğim muhtarlardan birine yolladım, son derece muhtaç ve perişan kimselere dağıtılmasını istedim. Telefon açtı, “Malatya’da yeni bir Kur’an kursu binası yapılıyor, bir kısmını oraya göndereyim mi?” diye sordu. “Kesinlikle olmaz!” dedim. Çok mükemmel, çok tafsilatlı, çok işlenmiş bir fıkhımız vardır, ben onun hükümlerini nasıl çiğneyebilirim? Bendeniz bütün hayırlı tarikatlara, cemaatlere, derneklere, kuruluşlara, gruplara, meşreplere taraftarım ve hürmetkarım. Lakin bu şartlara ve sıfatlara uymayanlar da var. Bunların yanlış taraflarını sıralayayım:
1) Bağlıları futbol kulübü tutar gibi tarikatçılık ve cemaatçilik yapıyorlar. Böyle bir şey İslâm ahlâkına, hikmetine, edebine uymaz.
2) Tekelcilik yapıyorlar. Çeşitliliği kabul etmiyorlar. Hep bana, hep bana, hep bana…
3) Zekât meselesinde olduğu gibi Şeriatın ve fıkhın çok kesin hükümlerine aykırı işler yapıyorlar.
4) Akaid konusunda vahim hatalara düşüyorlar, başlarındaki zatları çok kolay ve ucuz bir şekilde
hatta onları
(rabler) haline getirip putlaştırıyorlar.
5) Her uyanık Müslümanda bulunması gereken ümmet şuuruna, ümmet hiyerarşisine önem vermiyorlar.
6) Bazıları İslâmiyet’e hizmet ediyoruz diyerek İslâm düşmanı azılı kâfirlerle dostluk bağları kuruyor, işbirliği yapıyor.
7) Kendilerini tenkit edip uyaranlara galiz şekilde saldırıyorlar.
8) Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, İslâm’a, Şeriat’a saldırılınca ya hiç ses çıkartmıyorlar yahut cılız iniltiler çıkartıyorlar; kendi cemaat ulularına dil uzatılınca Arslanyürekli Richard kesiliyorlar, ortalığı velveleye veriyorlar.
Onlara yöneltilen tenkitler, yapılan uyarılar ya doğrudur yahut yanlış. Her iki şıkta da agresif ve galiz şekilde saldırmamaları gerekir. Doğruysa kabul edecekler, hatâlarını düzeltecekler, yanlışsa tenkitleri çürütecekler. Her hal ü kârda İslâm kardeşliğini zedelemeyecekler.
Kur’an’da açıkça belirtildiği, fıkıhta hükümlendirildiği üzere zekâtın sadece 8 tür kişiye verileceği kesinlikle şahsî bir görüş değildir. Çok basit bir ilmihâl bilgisidir.
Bazılarına zekât verilirse, bu parayla sigara içer gibi bahaneler gülünçtür. Bendeniz zekât parasıyla sigara veya telefon kontörü alacak yahut külüstür otomobiline benzin koyacak
yardım yapmıyorum. Araştırıyorum, tahkikat yapıyorum, sağa sola soruyorum, ondan sonra veriyorum.
80 yaşında bir kocakarı, kimsesi yok, kümes veya kömürlük gibi bir odada oturuyor. Devletten üç aylık cüzî bir yardım alıyor, sizin anlayacağınız, perişan bir vaziyette. Buna zekât verilir. Ona verilecek zekâta göz diken hâindir.
Kadırga tarafında kanser hastası zavallı bir vatandaş vardı. On gün önce vefat etmiş, çok fakirdi, çalışamıyordu, bir geliri yoktu, dört kişilik aile konu komşunun yardımlarıyla geçiniyordu. Dul bir hanım ve üç yetim kaldı. Bunların zekâta ihtiyacı var. Müslümanların zekâtlarını kendi cemaatleri için toplayıp bu gibi hak sahiplerini mahrum edenler yarın Mahkeme-i Rûz-i Ceza’da nasıl hesap verecekler?
Türkiye Müslümanları çok kültürlü, çok müteşebbis, çok azimli, çok becerikli, çok iş bitirir olsaydılar, zekât meselesini çoktan tanzim ederlerdi.
Sevgili Müslüman Kardeşlerime hitap ediyorum:
A. Zekâtlarınızı mutlaka İslâm’ın, İslâm fıkhının, İslâm Şeriatının emrettiği şekilde gerçek şahıslara veriniz.
B. Bu şekilde dağıtılmayan, birtakım
ödenmiş olmaz. Borçtan kurtulmamış olursunuz.
C. İşsizlik, parasızlık, hastalık, ihtiyarlık, kimsesizlik, sefalet, düşkünlük içinde kıvranan din kardeşlerimiz ağlıyorlar, onların ahları, zekâtlarını vermeyenleri yahut kaptıranları yakar, kül eder.
gibi kuruntular sizi kurtarmaya yetişmez.
Zekât veren Müslüman parasını temizlemiş olur. Zekâtı verilmeyen servet kirli kalır. Zekât konusunda reformculardan, yerli oryantalistlerden, müftü olmadığı halde müftü geçinenlerden sakın fetva almaya kalkmayınız. Gözünü nalbanda tedavi ettiren kör olur. Her şeyle imtihan ediliyoruz, namazla, cemaatle, zekâtla…
Dikkat buyurmuşsunuzdur, Sayın “
beni tehdit ediyor:
Allah ellerine düşürmesin. Gerçi benim gibi acı patlıcana kırağı kolay kolay zarar vermez. 02 Temmuz 2008