Cuma

 

Ancak geçmini, ihtiyaçlarını karşılayacak bir geliri var. Kazandığı para ile yiyor, içiyor, giyiniyor, başka ihtiyaçlarını görüyor ama lüks, israflı, gösterişli bir hayat süremiyor. Zaten o, bunları istemiyor. Kanaatli, tasarruflu, mütevazı, sade bir hayat sürüyor. İçkisi, kumarı, sigarası, fuhşiyatı, sefahati yok. Lüzumsuz masraflardan kaçınıyor.

Böyle bir vatandaşa veya aileye şimdi fakir deniliyor ve haline acınıyor. Halbuki böyle bir fakirlik çok büyük bir fazilettir. Türkiye genelde böyle bir hayat sürebilseydi bugünkü iktisadî kriz içine düşmezdi.

Konu çarpıtılmasın, ben hiçbir geliri olmayan, yahut ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kazanamayan, eskilerin miskin dedikleri muhtaç fakirleri kasdetmiyorum, onlardan bahsetmiyorum. Benim bahsettiğim fakir, bütün zarurî ihtiyaçlarını temin edebiliyor; ancak lüks, konforlu, israflı, gösterişli, pahalı bir hayat süremiyor, sürmüyor.

Bugün topluma hâkim olan felsefe ve ahlâk sistemi hedonizmdir. Dünya nimetlerinden, hayattan en fazla haz ve zevki almak; iyi ve lüks yemekler yemek, lüks ve süslü mekanlarda oturmak, lüks ve pahalı otomobillere binmek, lüks ve şatafatlı elbiseler giymek, saçıp savurmak, daha fazla zevk, en fazla zevk almak için ne lazımsa yapmak.

Dünyanın hiçbir yerinde bütün insanlar zengin olmamıştır. Her yerde zenginlerle birlikte fakirler de vardır. Hele meseleyi dünya çapında ele alırsak, fakirlerin, muhtaçların sayısı zenginlerden daha fazladır. Dünya nimetleri, kanaatli ve tutumlu bir şekilde paylaşılır ve harcanırsa bütün insanlara yeterlidir. Bir kısım insanlar lüks, şatafatlı, israflı, zengin bir hayat sürmek isterlerse o zaman denge bozulur, insanların bir kısmı aç, sefil, muhtaç kalır.

İslâm dini bu konuda ne diyor. Dinimiz evrensel bilgeliğin kaynağıdır ve mensuplarına kanaatli bir hayat sürmelerini, israftan kaçınmalarını, lüksten uzak durmalarını emir ve tavsiye ediyor. İnsanlığa en güzel örnek ve model olarak gönderilmiş olan

Peygamberimiz

(Salat ve selam olsun O’na)

gönüllü olarak fakirliği, mütevazı bir hayat tarzını seçmiştir.

Dünyadaki sefaleti, açlığı, dengesizliği, sosyal adaletsizliği ancak İslâm sistemi düzeltebilir. Peki bugünkü Müslümanlarda örnek bir İslâm uygulaması var mıdır? Maalesef yoktur. Petrolden zengin olan bazı Arap ülkelerine bakınız. Lüks, israf, sefahat, gösteriş, zevk u sefa, saçıp savurma, Şeriat’ın yasak etmiş olduğu fuhşiyyat, kumar… ve daha neler neler.

Türkiye petrol zengini değil ama bizdeki bir kısım Müslümanlar da zengin olunca şaşırmışlar, ölçüyü elden kaçırmışlardır. Bazı İslâmî firma sahiplerinden bahsediliyor. Dışarıdan toplama paralarla holding kurulur kurulmaz ilk iş olarak sahibine bir 500 SEL Mercedes alınmış, bir şoför tutulmuş ve hazret Nemrud ve Firavun gibi otomobile kurulup caka satmaya başlamış. Dünya sanayiinin önde koşan devi Japonya’da patronlar böyle mi yaşıyor? Toyota’nın sahibinin Tokyo’da altmış beş metrekarelik mütvazı bir evde yaşadığını kaç kere yazdım.

Hakikî ve akıllı İslâm taciri pahalı, lüks, gösterişli, kibir ve gurur kaynağı, başkalarının haset etmesine sebep olan 500 SEL Mercedes’e binmez. Çünkü değerli ve akıllı bir insanın böyle bir arabaya ihtiyacı yoktur. Böyle lüks ve pahalı bir otomobil değersiz, faziletsiz, akılsız bir adama hiç bir şey kazandırmaz.

Son krizden önceki yılları düşünüyorum. Bol para kazananların bir kısmı çılgın gibiydiler. Yüzbinlerce dolarlık, bazısı milyon dolarlık lüks köşkler alıyor, lüks yazlıklar alıyor, evlerini saray gibi (fakat zevksiz şekilde) döşüyorlardı. Kaç kişi emektar karısını boşamış, yerine taze bir fıkırdak almıştı. Kimisi de imam nikâhıyla ikinci ve üçüncü karılar edinmişti. Hesap kitap bilmiyorlar, har vurup harman savuruyorlardı. Zengin olmadan önce yetmiş kilo çeken adam birkaç sene içinde yüz kiloyu geçmişti. Her fırsatta lüks lokantalara gidiliyor, tıka basa yenilip içiliyordu. Sonra ne oldu? Nice firma battı, nice adam tıkınmaktan, lüks hayattan sağlığını kaybetti, bir sürü zarar ziyan.

Ruh asaletine sahip olan iyi yaratılmışlar bu gibi nefs ve şeytan tuzaklarına düşmezler. 1950’li, 60’lı yılların eski, köklü, büyük tacirlerini, merhum Hacıbeyleri düşünüyorum. Büyük servetleri onların başlarını döndürmezdi. Nicesini bilirim ki, öğleyin Sultanhamamındaki mağazasında sabahleyin evden getirmiş olduğu sefertası içindeki yemeği ispirto ocağında ısıtır, karnını öyle doyururdu.

50’li yıllarda bir gün Eyüb Sultan’da merhum Musa Topbaş ve Muammer Topbaş beylerin fabrikasına, merhum Mustafa Runyun hoca ile birlikte gitmiştik. Öğle yemeğine kalın dediler. İki büyük patronla beraber işçilerin yemek yediği yemekhaneye gittik. Patronların üzerinde beyaz iş gömlekleri vardı. Orada sıradan bir masaya oturduk, işçiler ne yiyorsa biz de o şekilde karnımızı doyurduk. Müslüman zengin, Müslüman patron böyle olmalı. Çünkü yüce İslâm dini zengin ve varlıklı mü’minlere

“Hizmetçinizi ve kölenizi sofranıza oturtunuz, siz ne yiyorsanız ona da aynı şeyleri yediriniz”


buyurmaktadır.

İslâm’ın kanaat, tevazu, tutumluluk, ölçülü yaşamak, israf etmemek prensiplerini çiğneyenler sonradan görmüş, türedi, ne oldum delisi beyinsizlerdir.

(Ağır mı yazıyorum? Hayır, hafif bile yazıyorum…)

Avrupa ülkelerinde öyle zenginler var ki, ucuz ve küçük otomobillere binerler. Birkaç ay önce büyük ve zengin bir Fransız şahsiyetinin, ülkenin en küçük ve mütevazı arabası olan Citroen döşövo ile gezdiğini okumuştum. İtalya’ya giden bir dostum da, büyük bir ayakkabı fabrikasının sahibinin külüstür bir mini Fiat’la gezdiğini söylemişti.

Çeşitli tarihî, sosyal, kültürel ârıza ve kazalar dolayısıyla bizde burjuva sınıfı kalmamış, toplum yapısı gecekondu, kırsal kesim, varoş, taşra zihniyetine teslim olmuştur. Köylerimiz çok bozulmuştur. Eline para geçiren lüks hayat sürmek istiyor. Dengeli bir hayat için zarurî olan frenlerin hiçbiri bizde tutmamaktadır. Bunun sonunda da toplum korkunç sosyal hastalıklara yakalanmıştır. Türkiye hastadır.

Mütevazı yaşayan bir vatandaşım. En son bundan beş ay kadar önce yirmi milyona satın almış olduğum ayakkabıyı hâlâ giyiyorum. Babasının parasıyla yaşayan nice genç ucuz ayakkabı almaktan ar ve hayâ ediyor. Pahalı ve lüks elbiseler giymem, pahalı ve lüks yemekler yemem. Cimri olduğum için değil, israfı ve gösterişi sevmediğim için.

Kültürlü ve sanatlı bir insan, çok ucuz eşyalarla da evini güzelce süsleyebilir, dekore edebilir. Ucuz giysilerle de çok güzel giyinebilirsiniz. Ucuz besin maddeleriyle de çok güzel sofralar kurabilir, çok lezzetli yemekler yiyebilirsiniz. Lüks, israf, aşırı konfor, saçıp savurma bir hastalıktır, bir ahlâksızlık ve faziletsizliktir.

Değerli insan ilim, irfan, bilgelik, sanat, firaset, ahlâk, fazilet sahibi olan kimsedir. Bunlar parayla satılan şeyler değildir; insana iki yoldan gelirler: Birincisi yaratılışında, cibilliyetinde olacak; ikincisi eğitim ve terbiye görerek o hasletleri ve edebleri kazanmış olacak. 31 Ağustos 2002