Çarşamba

 

Bir Kısım Çağdaşlar, ülkeye adım adım faşizm geliyor diye yaygara kopartıyor. Asıl faşizm onların ideolojisidir. Asıl faşist onlardır. Türkiye’ye faşizm değil, hürriyet ve insan hakları geliyor.

Ülkemizde hiçbir zaman bugünkü kadar basın (medya) hürriyeti olmamıştı. Faşizm gelse, bazı çağdaş gazeteciler iktidar büyüklerini yerden yere vurabilir mi? Asıl faşistler, yavuz hırsız rolünü oynuyor, ev sahibinden baskın çıkıyor.

Onların zamanında: TCK 163’üncü madde vardı, din ve inanç hürriyeti gemlenmişti. Millet Caddesi’ndeki

Selçuk Sultan Camii’ne

namaza gelen emekli hakim

Şevki bey

(1977’de miydi?) bizzat itiraf etmişti: “Tek parti oligarşisi yıllarında camiden çıkarken başındaki takkeyi çıkartmayı unutan kaç Müslümanı tutuklamışımdır.”

Şapka Kanunu’nu tenkit etti diye Erzurum’da Şalcı Bacı’yı asanların torunlarının,

“Faşizm geliyor!..”

diye yaygara kopartmaları ne kadar gülünçtür. Hukukun üstünlüğünü benimsemiş bir düzende, bir kişi bir suçtan beraat eder veya hüküm giyerse, aynı suç dolayısıyla yeni bir dava açılamaz.

Devrim faşistleri
hukukun ve adaletin bu temel kuralını çiğneyerek Nurcuları, daha önce beraat etmiş kitapları okumak suçundan binlerce defa mahkemeye vermişlerdir.

Ülkemizde en iğrenç bir faşizm sistemini uyguladılar. Binlerce vatandaşı idam ettiler… On binlerce vatandaşı mahkemesiz kurşuna dizdiler, top mermileriyle şehid ettiler. On binden fazla camiyi, mescidi, taş mektep binasını, vakıf eserini yıktılar, sattılar, kiraya verdiler, çoğunu yok ettiler.

Binlerce tarihî İslâm kabristanını ve hazireyi yok ettiler. Devlet arşivinin bir kısmını Bulgarlara, okkası 2,5 kuruştan hurda kağıt fiyatına sattılar. (Resimleri var…) Heybeliada’daki Bahriye kışlasının ortasındaki kubbeli minareli güzel camiyi yıktılar.

Ayazpaşa’da Park Otel’in altındaki caminin minaresini, oradan okunan yatsı ezanı orkestrayı rahatsız ediyor diye, belediyenin tanzifat amelesine bir gecede yıktırdılar. Kazım Karabekir Paşa’nın

“İstiklâl Harbimizin Esasları”

isimli kitabını, basıldığı Sinan matbaasından alıp Topkapı surlarının dibinde yaktılar.

Doğu hududumuzda 33 vatandaşı kurşuna dizdiler. Yurdun birçok yerinde Osmanlıca kitapları meydanlara yığıp üzerlerine gaz yağı döküp yaktılar. 1943’te, devr-i dilâra-i İsmet’te Sultanahmet Camii’ni bile kapatmışlardı.

Sirkeci’de tren garının yanındaki cami harabesinin ve kabirlerin üzerine

Anadolu Saz

ismini taşıyan bir fısk, fücur, ahlâksızlık, fuhuş batakhanesi yaptırdılar.

27Mayıs 1960 darbesinden sonra İstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsü Başkanı

Ord.Prof. Dr.Ali Fuat Başgil’i tutukladılar,

yerin üç kat altındaki zindanlara attılar. Hakikî Ezan-ı Muhammedî okuyan Müslümanlara Stalin’i aratmayacak zulüm ve işkenceler yaptılar. Zulümlerinin hangi birini sayayım?

Sonra “Ülkeye faşizm geliyor!” diye yaygara kopartıyorlar. Faşizm gelmiyor, hürriyet ve insan hakları geliyor. Din, inanç, inandığı gibi yaşamak serbestliği geliyor. Çoğulculuk geliyor. Faşizm çatır çatır sarsılıyor, yıkılacak.

Resmî ideoloji çatırdıyor. Yasaklar, tabular, yalanlar kalkıyor. Sabataizm zor günler yaşıyor. Yaygaraları boştur, onların rüzgârı bitmiştir.

Türkiye tarihî ârıza ve kazadan, tarihî devamlılığa geçiyor.

(İkinci yazı) HALK, DİNÎ KONULARDA AYDINLATILMALIDIR

İcazetli ulemâ, fukaha, müftüler toplanıp Ümmet-i Muhammed’i bazı konularda bilgilendirmeli, uyarmalı, aydınlatmalıdır. Müslümanların zihinleri karışmış, kafaları allak bullak olmuş, büyük tereddütler içinde kalmışlardır.

Ortada son derece vahim iddialar vardır. Bunlar imana, itikada, usûle ait konulardır.

1. Zarurata, muhkemata ait aykırı inançlar çıkartılmaktadır.

2. Kur’ân-ı Kerîm’in sarahatine aykırı iddialar vardır.

3. Sünnete aykırı iddialar.

4. Sevad-ı Âzamın itikadına ve yoluna aykırı bid’atler…

5. Cumhur-i ulemânın anlattığı İslâm esaslarıyla uyuşmayan ve bağdaşmayan inançlar, görüşler…

Zikrettiğim icazetli ulema, fukaha, müftüler bu konuları incelemeli, çok açık ve seçik fetvalar vererek Ümmeti bilgilendirmeli, aydınlatmalı, uyarmalıdır. Bu konuda Diyanet’e büyük vazife düşmektedir. Ulema, fukaha, müftüler meclisinin toplanıp Müslümanları uyarması ve bilgilendirmesi,

emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasına dahil,

mutlaka yerine getirilmesi gereken bir hizmettir. Hiçbir icazetli alim, fakih, müftü bu hizmetten istinkâf edemez, kaçınamaz, çekimser kalamaz.

İslâm’da iki türlü hüküm vardır:

Birincisi:


Müttefakun aleyh,

yani üzerinde ittifak olan,

oybirliği olan meseleler. Bunlar usûle aittir. İslâm’ın, Allah katında tek hak ve geçerli din olduğu inancı gibi. Bunları inkâr ve tekzib eden dinden çıkar.

İkincisi:

Muhtelefün fih mesail ve ahkam. Y

ani üzerinde çeşitli/farklı görüşler olan meseleler.

Bunlar teferruata aittir.

Zamanımızda, müttefakun aleyh olan temel mesele ve hükümlerde maalesef ihtilâf ve tefrika başlamıştır. Diyanet bunlara seyirci kalamaz. Bir İlâhiyatçı çıkıp “Kur’ân Yahudileri İslâma çağırmıyor… Kur’ân Hıristiyanları İslâma çağırmıyor…” gibi bir görüş ve inanç ortaya atarsa, Diyanet mutlaka devreye girmeli ve doğruyu halka bildirmelidir.

Tarihsellik fırkasının kurucusu Fazlurrahman

nice Kur’ân ayetinin ve Peygamber Sünnetinin hükümlerinin bu devirde geçerli olmadığını iddia ediyor. Bu iddia hakkında Diyanet mutlaka konuşmalıdır.

Bazı ihtilâflar (çeşitli görüşler) vardır ki, esasa, temele, usûle taalluk etmez, inananı dinden çıkartmaz. Meselâ bir kimse “Ben tasavvufu ve tarikatı kabul etmiyorum” derse bu onun bileceği bir iştir, bir nasip meselesidir. Lakin, fazla ileriye gider ve “Bütün tarikat ve tasavvuf mensubu Müslümanlar müşrik ve kâfirdir, tarikat ve tasavvuf evliyası evliyauşşeytandır” derse ulema, fukaha, müftüler ve Diyanet devreye girip aşırılık yapanları uyarmalı ve fitneyi önlemelidir. Müslümanlar binlerce alt-fırkaya ayrılmıştır. Ortaya atılan bazı bid’atler, sahibini küfre götürmesinden korkulacak derecede vahimdir.

Müslümanların birbirlerini küfür ve şirkle itham etmeleri ne korkunç bir felâkettir. Baskı altında da olsa, eli kolu bağlı da olsa Diyanet yine de bu konuda bir şeyler yapabilir.

Vaktiyle, tesettür konusunda iki uzun fetva vererek gerçekleri ilan etmiş, idarecileri ve halkı uyarmıştı.

Vahim bid’atler yüzünden imanları giden Müslümanların vebali ulema, fukaha, müftüler ve Diyanet üzerine olacaktır. İki rekat Cuma farzından sonra başka namaz kılınmasın demek bid’attir ama bu bid’at kişiyi dinden çıkartmaz. Lakin

Tevhid inancı ile Teslis inancı birdir

demek öyle değildir.

Bendeniz sıradan bir Müslüman olarak

akaid, ilmihal, fıkıh, ahlâk kitaplarından dinimi öğrenmiş bulunuyorum.

Fetva veremem, müşkülleri halledemem. Üzerinde hiç şüphe ve tereddüt olmayan gerçekleri söylerim ama din konusunda otorite ve uzman değilim.

Sayın Diyanet İşleri Başkanlığı’na müracaat ediyorum. Yukarıda bir nebze durumu anlattım. Lütfen halkı uyarsınlar, bilgilendirsinler, aydınlatsınlar. Ayakları kaymak tehlikesine mâruz Müslümanlara yardımcı olsunlar.

Evet, tekrar soruyorum:

Bazılarının dediği gibi Tevhid inancı ile Teslis akidesi bir midir?Allah’a iman konusunda Müslümanlarla Ehl-i Kitab arasında ittifak mı vardır, ihtilâf mı? 03 Aralık 2009