Cumartesi

Türkiye’de devletin, milletin, ülkenin, Meclis’in, hükümetin, millî iradenin, hukukun, demokrasinin, din ve vicdan hürriyetinin, insan haklarının, aklın, mantığın, sağduyunun, bilgeliğin velhasıl her şeyin üzerinde bir resmî ideoloji vardır. Bu resmî ideoloji hükümranlığı kalkmadıkça bu ülkeye ne gerçek demokrasi, ne hukuk, ne de temel ve evrensel insan hakları gelir.

Resmî ideoloji nedir? Kemalizm midir? Öyle diyenler var ama değildir. Bu ideolojinin Mustafa Kemal ile ilgisi ism ve resmden ibarettir. Küçük, fakat güçlü bir egemen azınlık vardır, bunlar saltanatlarını, tahakkümlerini sürdürebilmek için Mustafa Kemal’i kullanmaktadır.

Birçok şey özelleştiriliyor, bu resmî ideoloji de özelleştirilsin ki, gerçek demokrasinin, hukukun, insan haklarının önü açılsın.

Dünyada resmî ideolojiler devri bitmiştir. Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Çin gibi birkaç ülke kaldı resmî ideolojili. Tarihin akışı onların da tasfiye olacağını gösteriyor.

Resmî idelojiye inananlar, onu bir din gibi kutsal tutanlar inanabilirler, lakin millete, ülkeye, devlete empoze edemezler.

Kabinede din işlerinden sorumlu bir bakanın bulunduğu, din ile devletin yapışık siyam ikizleri gibi içiçe olduğu bir sisteme laik diyebilmek için insanın kaçık olması gerekir. Gerçek laiklik istiyorlarsa Hıristiyanlara, Musevilere, Ermenilere, Süryanilere nasıl cemaat kurmak, kendi ruhanî liderlerini serbestçe seçmek kiliselerini hürriyet içinde idare etmek hakkını tanıyorlarsa, Müslümanlara da aynı hakları ve hürriyetleri versinler. İslâmî vakıfları Müslümanlara bıraksınlar. Din eğitimini Müslümanlar kendileri yapsın..

İngiltere’de, Almanya’da, ABD’de, Kanada’da, İsveç’te ve diğer bütün demokrat ülkelerde Şeriat, Hilafet propagandası yapmak nasıl serbestse bizde de serbest olmalıdır. Atatürk Müslümanların tekkelerini ve Masonların localarını kapattırmıştı. Onun ölümünden sonra sahte Atatürkçüler locaları açtılar, tekkeleri kapalı bıraktılar. Gerçekten demokrat, hukukun üstünlüğü üzerine oturan, insan haklarına saygı gösteren bir rejim tasavvufu, tekke ve zaviyeleri yasaklayamaz. Bunlar da açılmalıdır.

Namaz kılan ve eşleri tesettürlü olan bazı devlet memurları, yargı yolu kapalı olmak üzere işlerinden atılıyor. Bu gibi antidemokratik uygulamalar son bulmalıdır.

Demokrasiye inanıyorsanız, size ters gelen fikir, kanaat, teklif, çare, çözüm ve tenkitlere tahammül etmeye mecbursunuz. Şu anda Türkiye’de insanlar dinî inanç ve görüşlerinden felsefî kanaatlerinden dolayı suçlanıyor, gözaltına alınıyor, emniyette eziyet görüyor, mahkemelerde sürünüyor, zindanlarda çürüyor. Böyle demokrasi, böyle hukuk, böyle insan haklarına saygı olmaz.

“Kanunlar vardır, herkes bu kanunlara uymaya mecburdur” gibi yuvarlak lafların kıymeti yoktur. Kanunların adalete, hukuka, millî kimliğe uygun olması gerekir. Bir kanun, ülke çoğunluğunu teşkil edenMüslümanların inançlarını, görüşlerini, inandıkları gibi yaşamak haklarını ortadan kaldırıyorsa o bir zulüm kanunudur; vatandaşların meşru yollardan o kanunlarla mücadele etmeye, onların değişmesi, kalkması için çalışmaya hakları vardır.

Japonya’da kimono giymek, Hindistan’da Sariye bürünmek, İskoçya’da eteklik giymek nasıl serbestse bizde de tesettür kıyafeti öyle serbest olmalıdır. Bu asrın ilk yarısında bütün Batı dünyası erkekleri şapka giyiyordu. Şimdi şapka kalkmıştır, binde bir kişi bile artık onu başına geçirmiyor. Şapka kanunu değiştirilmez diyorlar. Bu kanun caduc (geçersiz) olmuştur, çünkü medenî ülkelerde şapka giyen yoktur artık. Zaten kanun, erkekleri şapka giymeye mecbur tutuyor. Bu kanuna taraftar olanlardan kaçı şapka giyiyor?

Türk milletinin bin yıl kullanmış olduğu İslâm-Kur’ân alfabesi ile eğitim ve yayın yapmak yasağı da artık kaldırılmalıdır. Bu devirde böyle bir yasak demokrasiye, hukuka, adalete, sağduyuya, insan haklarına, hikmete aykırıdır. Ülkemizde Ermenice, Rusça, Rumca, Süryanice ve diğer bütün yabancı dillerle ve çeşitli alfabelerle yayın yapılabiliyor da niçin millî yazımız olan İslâm-Kur’ân yazısıyla yapılamasın? Bu konuda Strasburg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat edilse, oradan elbetteki bu antidemokratik yasak aleyhinde karar çıkacaktır.

Faşizmin modası geçmiştir. Hangi şekilde olacağını bilmeme ama bizde de faşist düzen, faşist baskılar, faşist uygulamalar son bulacaktır.

İslâm’a ve Müslümanlara sempati beslemeyen yabancılaşmış aydınlara ve idarecilere, gizli devlet kodamanlarına sesleniyorum: Çok sevdiğiniz, hayran olduğunuz, yürekten bağlı bulunduğunuz İsrail’deki sisteme bakınız. Orada din ve devlet uyum içindedir. Orada Musevî Şeriatı hayata hâkimdir. Orada, hafta tatili, Yahudilerin kutsal günü olan cumartesidir. Orada evlenme ve boşanma işleri hahambaşılığa, sinagoga bırakılmıştır. Orada din partileri vardır, koalisyonlara ortak olmaktadır. Orada, dindar Yahudilerin oturdukları mahallelere sefer yapan otobüslerde erkeklerle kadınların yerleri ayrıdır. Orada, “Mev’ud mesih zuhur etmeden önce kurulduğu için” İsrail devletini meşru kabul etmeyen en mutaassıp Yahudi tarikatlarına bile tolerans gösterilmekte, tahammül edilmektedir. Orada hiçbir Yahudi dinî inanç ve kanaatleri yüzünden tutuklanmamakta, mahkemelere verilmemekte, zindanlarda çürütülmemektedir.

Bu satırları kaleme alan kişi dinî, vicdanî inanç ve kanaatleri yüzünden ağır cezalarda sürünmüş, altı yıl ülke dışında gurbet hayatı yaşamış, hapishanelerde çile doldurmuş, defalarca evi ve yazıhanesi aranıp talan edilmiş; hakarete, eziyete, tehdide mâruz bırakılmış bir vatandaştır. Ben ülkemi seven bir kimseyim, askerlik hizmetini seve seve yaptım, vergilerimi ödüyorum. Dinî inanç ve kanaatlerim dolayısıyla bana zulmetmeye, beni cezalandırmaya, beni ezmeye, beni sindirmeye hiçbir gücün ve makamın hakkı yoktur.

Ben din düşmanlığına kızdığım kadar, belki ondan daha fazla din sömürüsüne cephe almış bir Müslümanım. Benim, kendi öz vatanımda güven içinde, huzur içinde yaşamaya hakkım vardır. İsviçre’de, Norveç’te, Avusturya’da ve başka demokrat ve medenî ülkelerde yaşasam kimse benim inançlarıma, görüşlerime karışmaz, bana eziyet ve zulm etmez. Kendi vatanımda niçin ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya muamelesi görecekmişim!.. 14 Kasım 1999