Feminizm bid’ati ve dalâleti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 15 Aralık 2018
Feminist İslâmcı olabilir ama feminist Müslüman olamaz. Çünkü feminizm, İslâm dinine uymayan hayli vahim bozukluklar sergileyen bir ideolojidir. İslâmcılık bir ideoloji, feminizm bir ideoloji… Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş… Lâkin hem mümin olacak hem feminist işte bu biraz zor.
Biyolojik olarak erkekle kadın bir ve eşit değildir. Erkeğin üstünlükleri vardır, kadının üstünlükleri de…
Elbette kadın ve erkek insan olarak, Müslüman olarak hukuk önünde eşittirler. Feminizm sadece İslâm’a aykırı değildir, Museviliğe ve Hıristiyanlığa da aykırıdır.
Bana dünyada yarısı erkek yarısı kadın bir ordu gösterebilir misiniz?
Yarısı kadınlardan oluşan bir millet meclisi, bir kabine var mıdır?
Dünyanın her yerinde büyük otellerin, büyük restoranların şef aşçıların yüzde 90’dan fazlası erkektir.
Zamanımızda İslâm’ı içinden yıkmak için kadınları kullanmak istiyorlar.
Piyasada başları örtülü bazı feminist yazarlar var. Kur’an’a, sünnete, fıkha, şeriata, icmâ-i ümmete aykırı laflar ediyorlar.
Birtakım agresif dinsiz gazetelerde feminist İslâmcı yazarlar… Fesubhanallah!.. Hatırlayacaksınız, geçen sene Ankara’da Hacı Bayram Camii’nin içine bir yatsı-teravih namazında erkek cemaat sokmadılar. Otobüslerle, minibüslerle kadın taşıdılar. Erkekler dışarıda kıldı. 1400 senelik İslâm tarihinde görülmemiş bir bid’at… Nereden çıktı bu adet? Müftülere kadın yardımcılar verildi. Bu da İslâm tarihinde görülmemiş bir bid’attir.
İslâm’ın kadınlarla ilgili sınırlamaları onları alçaltmak için değil, yükseltmek içindir. İslâm dini ve şeriatı kadınların ayağa düşürülmesine izin vermez. Bu yüzdendir ki bir İslâm rejiminde toplu taşıma vasıtalarında kadınlar ayrı oturur, rahat ve huzur içinde seyahat eder. Şu çağdaş yaygaracılara bakın: Kadınlar ve kız öğrenciler için ayrı otobüs tahsis edilmesi gericilikmiş. Hezeyan!..
Kadınlara, kızlara ayrı otobüs tahsis etmek, trenlerde, metrolarda, vapurlarda onlara özel yerler ayırmak gericilik değil medeniyet, insanlık, saygı, incelik ve zarafettir.
Herkes elbette edepsiz değil ama toplumda hiç edepsiz yoktur diyemeyiz. Kalabalık zamanlarda toplu taşıma vasıtalarına binen birtakım kendini bilmez reziller, kadınlara kızlara sarkıntılık ediyor. Çağdaşlar bunu mu istiyor?
Avrupa medeniyeti bundan 100 sene önceki medeniyet değildir. Bundan 100 sene önce kiliselerde eşcinsellerin nikâhları kıyılamazdı. Avrupa, cinsel azgınlık ve kadına saygı konusunda çok kötü bir uçuruma yuvarlanmıştır ve bu yüzden akıbeti Sodom ve Gomore gibi olacaktır.
İslâm’da kadınların, kızların elbette hakları, hürriyetleri ve haysiyetleri vardır ama feminizmin istediği gibi değil.
Kadınlar seks ve cinsellik aleti olarak görülemez. Kadın, anne, zevce, kız kardeş olabilir.
Osmanlı Devleti’nde Sultan Abdülhamit’e kadar İslâm hanımlarının fahişelik yapması yasaktı. Bu kötü çığırı mason, dönme, ittihatçı dinsizler çıkartmıştır. Cumhuriyet’in ilânından sonra da T.C vesikalarıyla kurumsallaşmıştır.
İslâm’da zina hürriyeti yoktur. Zina Kitap’la, sünnetle, icmâ ile kesin bir haramdır. Haramlığını inkâr eden kâfir olur. Zina büyük günahtır, büyük suçtur, evli olanlar tarafından işlenirse cezası idamdır. Bazı Batılılar böyle düşünmüyormuş, o onların bileceği iştir, bizi bağlamaz.
Şer’i tesettür doğrudur, haktır, zarurat-ı diniyyedendir. Münkiri kâfir olur.
Şer’i olmayan şeytanî tesettür yanlıştır, günahtır, çirkindir. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir.
Netice: Başları örtülü de olsa, Feminist İslâmcı yazarların Kur’an’a, sünnete, icmâ-i ümmete, şeriata aykırı bütün düşünceleri, görüşleri, hezeyanları, saçma sapan fetva ve içtihatları bâtıldır.
İslâm’ı bütünüyle yıkamayacaklarını anlayan dinsizler, sinsice içten yıkmayı, dejenere etmeyi deniyorlar. Onların tuzaklarından kurtulmak için en ufak bir ödün vermeden Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığına sımsıkı bağlanmalıyız.
Kadın konusunda ve diğer her konuda Kur’an’a, sünnete, icmâya, şeriata aykırı görüşleri, fetvaları, ruhsatları, içtihatları nefretle reddetmeliyiz.
Günümüzde sözde tesettürlü, başları örtülü, İslâmî ve şer’i ölçülere vurulduğunda “kapalı çıplak” denilebilecek kadınlar ve kızlar türemiştir. Bunlara nasihat edilmelidir. Bunlar bilgilendirilmelidir. Direnir ve inat ederlerse dışlanmalıdır.
Kemal Paşa’nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisi İslam’a, Kur’an’a, sünnete, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye’ye taban tabana zıt bir ideolojidir.
Türkiye garabetler, saçmalıklar, akıl almazlıklar ülkesi olduğu için bu meyanda Kemalist İslam ilahiyatçısı da olabiliyor.
İslam’ın temelleri Kelamullah olan Kur’an-ı Azimüşşan, Allah’ın Resûlü ve yeryüzünde Halifesi olan Muhammed Mustafa (Salat ve selam olsun ona) Sünneti ve Peygamber yolunda giden müçtehit din imamlarının, gerçek ulemanın, gerçek fukahanın icmâ ettikleri hükümler üzerine kuruludur.
Kemalizm ideolojisi ise bunları reddeder, M. Kemal’in inançlarını, düşüncelerini, görüşlerini esas alır gibi görünerek İslam’ı yıkmaya, yıkamazsa reform, yenilik, değişiklik yaparak içten çürütmeye çalışır.
Türkiye birtakım ikilikler ülkesidir.
Dıştan Müslüman, içten Yahudiliğin bir sektine mensup olan Sebataycılar.
Dıştan Müslüman görünen Kripto Hıristiyanlar.
Dıştan Alevî gibi görünen, aslında ise Yahudi veya Ermeni olan bazı unsurlar.
Şöyle bir şey düşünebilir misiniz: Hem Katolik ilahiyatçısı hem de Marksist…
Katolik dininin inançlarının Marksizm’le bağdaşması ve uyuşması mümkün müdür?
Velhasıl bir kimse hem beyaz hem zenci, hem sarışın hem esmer, hem uzun boylu, hem kısa boylu… olamayacağı gibi hem Müslüman ilahiyatçı, hem Kemalist olamaz.
Piyasada böyle kimseler varmış… Demiştim ya, Türkiye garabetler ülkesidir… 1 Temmuz 2012
Sultan Abdülaziz, akrep tıynetli hain Serasker Hüseyin Avni Paşa ve şürekâsı tarafından tahtından indirilip yağmur altında bin bir hakaretle Dolmabahçe’den sandalla Topkapı Sarayı’na gönderildikten, orada aç susuz bırakıldıktan, ıslak elbiselerini değiştiremeden, helâya gidip abdest alması için bir takunya bile verilmedikten, kuru tahta üzerinde yatırıldıktan dört gün sonra Ortaköy’deki Fer’iye Sarayı’na hapsedilirken ve orada şehit edilirken daha nice nice facialar yaşanmıştı. Bunlardan biri, padişah annesi, hayırsever İslam hanımı Pertevniyal Valide Sultan’ın küpelerinin hoyratça, yamyamca, vahşice, rezilce kulak memeleri yırtılarak koparılarak gasp edilmesidir.
Bir başka rezalet ve cinayet, saraydaki genç kadın hizmetkârların kapanın elinde kalmasıdır.
Evet, son bir buçuk asırlık tarihimiz böyle yüzlerce, binlerce büyük facia, rezalet, vahşet ile doludur.
Bunların her birinin âhı vardır. Âhın çoğu ahlardır. Bu ahlar konusunda Allahtan afv dilemedikçe azaplardan, rezilliklerden, rüsvalıklardan kurtulamayız.
Bizim bizzat suçumuz yok ki… Yok, ama biz en geniş manasıyla adaletle memur ve mükellefiz.
Şehit Hakan Sultan Abdülaziz, Pertevniyal Valide Sultan ve diğer mağdurlar bizden adalet bekliyor. Zalimlerin ve zulümlerinin kınanmasını bekliyor.
Osmanlıların Padişahı, Müslümanların Halifesi Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretlerinin âhı da yerde kalmıştır.
Son Halife Abdülmecid hazretlerinin, hiçbir suçları olmadığı halde apar topar sürülen ve perişan olan Hanedan-ı âl-i Osman mensuplarının ahları…
Zalim İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla asılarak şehit edilen ulemanın, fukahanın, meşayihin, sülehanın, dervişanın ahları…
Şeyh Erbilli Esad Efendi’nin ve oğlu Şeyh Ali Efendi’nin âhları…
Ulemadan İskilipli Âtıf Efendi’nin âhı…
Şapka Kanunu’nu tenkit ettiği için asılan zavallı Erzincanlı Şalcı Bacı’nın âhı…
Kapatılan medâris-i İslamiye’nin âhları…
Kapılarına zincir vurulan zikrullah ocaklarının âhları…
Düzlenen İslam kabristanlarının âhları…
Yıkılan, satılan, kiraya verilen, kapatılan, harap edilen camilerin, mescitlerin, dergâhların âhları…
Park Otel’deki rakı sofrasından verilen emirle bir gecede Belediye tanzifat amelesine yıktırılan Ayaspaşa Camii minaresinin âhı…
Bulgarlara okkası 2,5 kuruştan balyalar halinde satılan Osmanlı arşivlerinin âhı…
Tahkir edilen Şeriat-ı Garra ahkâmının âhları…
Yasak edilen Ezan-ı Muhammedî’nin âhı…
Kur’an hurufunun, eliflerin, belerin, nunların, yâların âhı…
Parçalanan cilbabların âhları…
Mecelle-i Ahkam-ı İslamiye’nin âhı…
Yerlerde süründürülen şeâir-i İslamiye’nin âhları…
Mü’minlerin taçları olan imamelerin âhı…
Âh ne kadar çok âh var!..
Bizden beklenen adalet şudur:
Yakın tarihimizdeki bütün kötülükleri, küfürleri, cinayetleri, şenaatleri, küstahça ve açıkça işlenen fısk ve fücurlar;
Mukaddesatımıza yapılan hakaretler;
Salih Müslümanların şehit edilmesi;
Kiminin zindanlarda süründürülmesi;
Dinî inanç ve kanaatleri yüzünden Müslümanların ezilmesi, temel haklarının ayaklar altına alınması;
Doğu ve Güneydoğu halkının, yakınlarını idamdan kurtarabilmek nice gaz tenekelerini dolduracak miktarda altını rüşvet olarak vermek zorunda kalması, bu yüzden o bölgede kulplu kulpsuz altın sikke kalmaması;
Şeyh Abdülhakim Arvasî’nin Ankara Bağlum’da sürgünde ölmesi;
Bediüzzaman’a ve talebelerine yapılan zulümler, eziyetler, haksızlıklar…
Zulmün, haksızlığın, küfrün, hak ihlalinin hangi birini sayayım? Saymakla biter mi? İşte bütün bunların âhları bu memleketin, bu halkın, bu devletin üzerinde kara bulutlar gibi duruyor.
Bizden adalet bekleniyor.
Zalimleri red, takbih, tel’in etmemiz bekleniyor.
Mazlumların, mağdurların adına abideler, hayır müesseseleri yapmamız bekleniyor.
Onların hatıralarını yaşatmamız bekleniyor.
İskilipli Âtıf Efendi’ye büyük bir anıt-kabir ve etrafında İslam külliyesi yapmamız bekleniyor.
Erbilli Es’ad Efendi’nin Şehreminindeki Kelamî tekkesini yeniden inşa etmemiz bekleniyor.
Zulme uğrayan hülefâ, selâtin, ulema, süleha, meşâyih, mü’minîn, mü’minat bizden sevabını ruhlarına ihda edeceğimiz hayır hasenat, tilâvet-i Kur’an bekliyor.
Bizden; “Sizleri unutmadık, hatıralarınız kalbimizdedir; zalimleri tel’in ve takbih ediyor, sizleri rahmetle anıyoruz…” bekliyor.
Bunları yapmazsak âh bulutları dağılmaz.
Sıkıntıdan kurtulamayız.
Kulağını yere daya… Âhlar duyacaksın… Ecdadımız, büyüklerimiz bizden adalet bekliyor, dua bekliyor, adlarına sadaka-i câriye bekliyor… Zalimlerden teberri etmemiz bekleniyor…
A benim iki gözüm!.. Tarihçiliğe ve edebiyatçılığa soyunmuşsun… Senin bugünkü Türkçenle nalbantlık, manavlık, sobacılık ve kayıkçılık yapılır ama tarihçilik ve edebiyatçılık yapılamaz.
Tarihçi ve edebiyatçı olmak istiyorsan ezberinde en az 30.000 kelime ve ıstılah olmalıdır. Hakiki lise tahsili yapmış olman gereklidir. Öyle 300 kelimelik, sokak, iletişim, çarşı pazar alışveriş Türkçesiyle, tevhid-i tedrisat eğitimiyle edebiyat, tarih, sanat olmaz.
Türkçeyi öyle bir öğreneceksin ki Şeyh Galip’in Divan’ını açıp sana bir gazel gösterecekler, hiç takılmadan, duraksamadan, uzun ve kısa hecelerde, ulamalarda hiç hata yapmadan onu önce güzelce okuyacaksın, veznini söyleyeceksin ve ardından metin şerhine geçeceksin. Mecazlar, kinayeler, istiareler, tecahül-i arifaneler… Karşındaki kâmil üstadlardan müteşekkil mümeyyiz heyeti sana aferin diyecek, 10 üzerinden 8 numara verecek ve mükâfat olarak müzeyyen ciltli bir Hüsn-ü Aşk nüshası hediye edecek.
Tarihçi ve edebiyatçı olmak için yeteri kadar Arapça ve Farsça da bilmek gerekir.
Latince, Grekçe, İtalyanca, Fransızca, Almanca ve diğer bazı lisanlara aşina olmadan (veya içinde bu elsineyi bilen kimseler bulunmayan bir heyet ile birlikte çalışmadan) derin Osmanlı tarihçisi olmak ne mümkün.
Mimarlık bileceksin, hat sanatı hakkında yeterli malûmatın olacak, fıkıhtan ve tasavvuftan anlayacaksın.
Engin bir genel kültürün olacak.
Bir mecliste nusha kelimesi mi geçti, hemen şu beyti okuyacaksın:
“Nushan maraz-ı aşka ilâç eylemedi hiç,
Ey şeyh-i keramet-fürûş ez de suyun iç!..” (Sâbit)
İhlâs denilince hemen “Hakperestim arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir / Bir nefes tevhidden ayrılmadım Allah bir” beytini mırıldanacaksın.(Muallim Naci)
Tarihçi, edebiyatçı, âlim, fazıl olmak o kadar kolay değil. Ezberinde yüzlerce mısra, beyit, rubai, kıt’a bulunması lazım.
Şeriat bilmeden, tasavvuf bilmeden, Türkiye’de tarihçi, edebiyatçı, âlim, ârif, kâmil olmak mümkün müdür?
Çok soğuk bir kış günü bir mangalın etrafında âlim bir kimseyle cahil biri ısınıyormuş. Âlim “En-nâru fâkihetü’ş-şita” (=Ateş kışın meyvesidir.) demiş. Cahil otuz iki dişiyle sırıtarak “Tarabulus’un narları emme de kocaman olur” cevabını vermiş…
Ümidin kırılmasın, vaktin var… Hiç zaman kaybetmeden kendine ehliyetli ve liyakatli Osmanlıca, ilim, irfan, fıkıh, şeriat, tasavvuf, sanat hocaları bul. Gece gündüz onlardan ilim öğren, öğrendiklerini hafızana nakşet; bunlardan hayata uygulanması gerekenleri hayatına uygula. Artık beş sene mi geçer on sene mi, kısmetin ve istidadın varsa tarihçi ve edebiyatçı çırağı olabilirsin.
02 Temmuz 2012
Militan ateistlerin bazı isteklerini, temennilerini sıralayayım:
(1) Dinî inançlar ve hükümler vicdanlara hapsedilsin, hayata uygulanmasın, kamusal alana çıkarılmasın…
(2) Müslümanların ibadetlerine karışılsın, mesela namazda Kur’an okunmasın, tercümesi okunsun…
(3) Ezan aslî şekliyle okunmasın, Türkçesi okunsun…
(4) Müslümanlar dindar olmasın, laik ve seküler olsun…
(5) Müslüman kadın ve kızlar başlarını örtmesin, açık saçık giyinsin…
(6) Çocuklara ve genç nesillere din eğitimi verilmesin…
(7) Müslüman halk, 1928’den önce yazılmış, yayınlanmış Türkçe kitapları, evrakı, mezar taşlarını okuyamayacak derecede cahil bırakılsın…
(8) Müslümanlar, Kur’an’ın ve sünnetin emrettiği şekilde disiplinli tek bir ümmet olamasın; parçalanmış, bölünmüş, birbirinden kopuk olsun…
(9) Her konuda dernek kurulsun ama dinî dernek kurulamasın…
(10) Dinsizler, İslam düşmanları kendi inançları veya inançsızlıkları doğrultusunda propaganda yapabilsinler ama Müslümanlar yapamasın…
(11) Yahudi vatandaşlar Cumartesi, Hıristiyan vatandaşlar Pazar günü hafta tatili yapabilsinler ama çoğunlukta olan Müslümanlar Cuma günü yapamasın…
(12) Masonlar Mason localarında Mason âyini yapabilsinler ama Müslümanlar tekkelerde zikrullah yapamasın…
(13) Cumhuriyet Sebataycı boyasına boyanabilsin ama İslam boyasına boyanamasın…
(14) Teorik olarak bütün vatandaşlar hür ve eşit olsunlar ama uygulamada/realitede dinsizler, İslam düşmanları “daha hür, daha eşit” olsun…
(15) Devlet ve idare ateistlerin, İslam düşmanlarının istediği gibi olsun; Müslümanların istediği gibi olmasın…
(16) Herkes istediği gibi giyinebilsin ama Müslümanlar kendi din ve inançlarına uygun kıyafetlere bürünemesin, dinî serpuşlar takamasın…
(17) Müslümanların İslamî kimlik ve kültürlerine saygı gösterilmesin, onları korumalarına izin ve fırsat verilmesin, Müslüman halk yabancılaştırılsın…
(18) Müslümanlar iman ettikleri Peygamberin peşinden gitmesinler, gidemesinler, İslam düşmanlarına tâbi olsunlar…
(19) Dünyada her dinin, her cemaatin, her topluluğun bir başkanı bulunsun ama Müslümanların başında bir halife, bir imam-ı kebir bulunmasın, onlar çil yavrusu gibi darmadağınık kalsınlar…
(20) Müslümanlar Kur’an, sünnet, icmâ, cumhur-i ulema, sevad-ı azam dairesi içinde bulunmasınlar; icazetli, ihlâslı, taqvalı ulema ve fukahanın peşinden gitmesinler; reformcuların, mezhepsizlerin, sarıklı Farmasonların, bid’atçilerin, dinde değişiklik ve yenilik yapmak isteyenlerin,
Bu ülkede militan ateistler çoğunlukta mıdır, azınlıkta mı? Kimse inkâr edemez ki, onlar azınlıktadır. Onların çoğunluktaki Müslüman halka, insan haklarına aykırı olarak baskı yapmaya hiçbir hakları yoktur. Müslümanlar gericiymiş, bunlar halkı uygar yapacaklarmış… Bu gerekçe hezeyandır.
İnsan hakları ve hürriyetleri ile ilgili bütün uluslararası beyanname, sözleşme ve diğer metinlerde din, inanç, inandığı gibi yaşamak, din eğitimi yapmak ve diğer dinî haklar ve hürriyetlerin üzerinde durulmaktadır ve onlar garanti altına alınmaktadır.
Türkiye’nin militan dinsizleri, Müslüman çoğunluğu baskı altında tutmak, onları ezmek, haklarını ve hürriyetlerini ayaklar altına almak için resmî ideolojiyi bir tabu ve heyulâ olarak kullanıyor.
Hiçbir ideoloji, din hürriyetinin, İslam dininin üzerinde olamaz.
Militan ateistlerin laikçilik ideolojisi batıldır ve Türkiye Müslümanları böyle bâtıl bir ideolojiyi benimsemeye zorlanamaz.
Kemalizm Kemal Paşa’nın ölümünden sonra çıkartılmış, İslam’a taban tabana zıt bir ideolojidir. Müslümanlar bu konuda da zorlanamaz.
Bir İslam devletinde laikliğe ve herhangi bir ideolojiye izin verilmez. Türkiye’nin bugünkü düzeni ise şöyle böyle bir demokrasidir. Demokrasilerde resmî ideoloji olmaz, insan haklarına saygı ve bağlılık olur. Resmî ideolojiyi bir din gibi benimseyenler, arzu ederlerse bir parti kurarlar ve seçimleri kazanıp iktidar olabilirlerse ülkeyi kendi doktrin ve dogmalarıyla idare ederler.
Resmî ideolojinin bir an önce özelleştirilmesi lazımdır.
Türkiye’de (İngiltere’de ve diğer medenî ülkelerde olduğu gibi) tam bir din hürriyeti olmalıdır. İngiltere’de Müslümanlar için Şeriat Mahkemeleri bile kurulmuştur.
Millî kimliğin, millî kültürün, halkın temel hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller, tabular, ideolojiler kaldırılmalıdır.
Tarihî arızalar ve kazalar tamir edilmelidir.
Müslümanlara tam eşitlik ve hürriyet verilmelidir.
Ayasofya’nın tekrar cami yapılması gibi konularda halkoyuna başvurulmalı, halkın iradesine uyulmalıdır.
İnsan haklarına ve Türkiye çoğunluğunun temel hak ve hürriyetlerine uygun olarak İslam medreseleri (medâris-i İslamiye), tasavvuf tekkeleri, İslamî ahilik ve fütüvvet teşkilatı, İslamî mahalle teşkilatı ve diğer haksız yere yasaklanmış eski kurumlar yeniden hayata geçirilmelidir. İslam vakıfları, Müslüman cemaat teşkilatına verilmelidir.
Yazımı, Müslüman halka biraz nefes aldırdığı için asılarak şehit edilen Adnan Menderes’in meşhur bir cümlesiyle bitiriyorum: “Türkiye Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır, bu memlekette İslam’ın bütün icapları yerine getirilecektir.”
Merhum avukat Bekir Berk’in ölümünden bu yana yirmi sene geçti. Hafızasız bir toplum derekesine düştüğümüz için genç Müslümanların çoğu onu tanımaz. Bekir bey bir hizmet efsanesi idi. 1960’larda, 27 Mayıs uğursuz darbesinden sonra çok haksızlığa uğrayan, ağır cezalara verilen, zindanlara atılan Risale-i Nur talebelerini savunmak, onlara yardımcı olmak için bin bir zorluk, imkansızlık, baskı altında, akıllara hayranlık veren hukukî bir cihat yapmıştır.
Onun gibi feragatli ve fedakâr bir hizmet eri nadir değil, ender çıkar.
O tarihlerde haftalık Yeni İstiklâl dergisini yayınlıyordum. Risale-i Nur’lar hakkında kaziye-i muhkeme (kesinleşmiş mahkeme kararı) haline gelmiş kararlar vardı ama o zamanın rejimi bunları kale almıyor, Risale-i Nur okuyan Müslümanları her yakalayışında tutukluyor, ağır cezaya veriyordu. Adalet, hukuk, insan hakları ayaklar altında eziliyordu.
Nurcular fakir insanlardı. Nicesinin avukat tutacak imkânı yoktu. Bekir bey onları ücretsiz savunuyordu.
Bir gün akşama doğru Çemberlitaş’ta büro ve mesken olarak kullandığı mekâna gitmiştim. Yardımcıları yemek hazırlamışlardı. Menü pilav ve salatadan ibaretti…
Yurdun her yerinden tutuklanan Nurcularla ilgili haberler geliyordu. Bekir bey onların vekaletini alıyor ve insan gücünü aşan bir gayretle şehirden şehre uçarak, koşarak müdafaalarını yapıyordu. Bir gün ajandasını göstermişti. Filan tarihte Van Ağır cezası… İki gün sonra Konya… Ertesi gün falan şehirde… Kimisine uçakla gidiyor, kimisine otobüsle veya otomobille…
Uyku, dinlenme, sağlıklı beslenme, aile hayatı… Bunları bir kenara atmıştı. Düşündüğü tek şey hizmetti.
Onun hizmeti iman, İslam, Kur’an, sünnet ve şeriat için olmuştur.
O, dünya ücreti almadan çalışmıştır.
O, üstad Bediüzzaman’ın öğütlediği ihlâs prensibine dikkat ve hassasiyetle uymuştur.
O bir hizmet kahramanıydı.
Bir ihlâs kahramanıydı.
Vefatından sonra geriye dünya malı bırakmadı.
Cenab-ı Hak kendisine rahmet ve keremiyle muamele buyursun.
(Nurların diğer fedakâr bir savunucusu olan avukat Hüsamettin Akmumcu’yu da burada minnet ve şükranla anıyorum.) 03.Temmuz 2012
PEK muhterem Müslüman kardeşim…
Misvak üzerinde duruyorsunuz… Eyvallah misvak sünnettir, çok faydalıdır, kullanılmalıdır. Sarık üzerinde duruyorsunuz… Eyvallah sarık sünnettir, dindar Müslümanlar sarık sarmalıdır, lakin herkes ulema ve şeyh sarığı sarmamalıdır.
Umre üzerinde çok duruyorsunuz. Umre nafile bir ibadettir. Bu ibadeti israfa, lükse ve gösterişe kaçmamak, “ben umreye gidiyorum, Zam zam Tower’de kalacağım” gibi reklamlar yapmamak, ihlasla ve taqva ile yapmak şartıyla yerine getirirseniz inşaallah ecir alırsınız. İhlasla yapmazsanız günaha girersiniz.
Cami derneğine: Sıcaklarda camiye ilave klima cihazları koymak için çırpınıyor, bunun için para topluyorsunuz. Bu cihazların serinlettikleri kadar hasta ettiklerini unutmayınız.
Tarikatçi ve cemaatçi bir Müslümana: Dinimizde elbette Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun olan doğru ve gerçek tarikat ve cemaatlere (nasibi varsa) katılmak caizdir ama tarikatÇILIK ve cemaatÇİLİK iyi bir şey değildir. Futbol kulübü holiganlığı, militanlığı gibi tarikatçılık ve cemaatçilik olgun ve akıllı Müslümana yakışmaz…
Yukarıda saydığım misvak, imame (sarık, İslamî serpuş), umre gibi şeyler iyidir, caizdir, güzeldir.
Camilere klima cihazı koymak israftır.
Tarikatlı ve cemaatli olmak caizdir.
Tarikatçılık ve cemaatçilik yapmak kötüdür, ayıptır.
Ruhbanları erbab haline getirmek (tanrılaştırmak) şirktir, haramdır.
Din elden gitmiş…
Şeriat elden gitmiş…
Ahkam-ı Kur’aniye elden gitmiş…
Milyonlarca Müslüman dinden kopmuş…
Kütlevî bir irtidat görülüyor…
Fısk fücur, şikak ve nifak, isyan tuğyan, her tür fuhşiyyat (azgınlık), zina, riba ayyuka çıkmış…
İmanlar tehlikede…
İnsî ve cinnî şeytanların istilasına uğramışız.
Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, bir birinden kopuk bin bir fırkaya ve hizbe ayrılmış…
Taife-i nisa perişan vaziyette…
Halkın yüzde 90’ı namazı terk etmiş…
Her yerde anarşi ve kaos…
İslam ahlakı zayıflamış…
Haram yeme yaygın, yoğun, genel hale gelmiş.
Böyle bir devirde misvakı, sakalı, imameyi, cami klimasını, minare hoparlörünü, umreyi, cemaati tarikatı birinci plana almak doğru olur mu?
Bu devirde yapılacak birinci iş imanı kurtarmak ve tashih-i itikad için çalışmaktır.
Sonra Müslüman halka ilmihalini ve ahlakını öğretmektir.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır.
Fuhşiyatı azaltmak için nasıl çalışmak gerekiyorsa öyle çalışmaktır.
İslam düşmanlarının oyuncağı ve maskarası olmamak için başımıza bir İmam-ı Kebir seçerek tek bir Ümmet olmaktır.
Ülkemizde iman ve küfür savaşı var.
Hayır ile şer savaşı var.
Ülkemizde kötü bir düzen/sistem var.
Sen kötü bir düzene iyi veya eskisine göre daha iyi dersen imanın tehlikeyle girer.
Sünnetlere ve edeblere uymak elbette gereklidir ve iyidir ama önce farzlar üzerinde durmak gerekmez mi?
Din iman elden giderken camilere klima cihazları yerleştirilir mi?
Zina suç olmaktan çıkartılmış, sen bunu (yasal sınırlar içinde) protesto etmiyorsun, lüks umrelere gidiyorsun.
Bilhassa sabah namazlarında camiler boş, sen halkı namaza başlatmak için çalışmıyorsun, misvak ve imame üzerinde duruyorsun.
Din elden gidiyooor!.. Ne gitmesi… Gitmiş bile…
İman tehlikede…
Mânevî zelzeleler içinde sarsılıyoruz…
Sen dünya peşinde koşuyorsun…
Sen müzeyyen evler, lüks mobilyalar, lüks binitler…
Sen sanki âdil bir idare altında yaşıyormuş gibisin…
Sende dinî gayret ve hamiyet çok azalmış…
Cami klimaları püfür püfür…
Cami hoparlörleri gürül gürül…
Lüks otomobillere kurulmuş Müslümanlar keyifli…
Sen klima… Sen hoparlör… Sen 120 desibel…
Din eden gidiyor… Beş yıldızlı iftarlar ne zaman başlıyor?
Papazlı iftarlar… Hahamlı iftarlar…
Eyvaaaah!…
KADIN hakları, özgürlükleri ve haysiyeti konusunda laik ve çağdaş sistemi tebrik ediyorum. Bu haklar ve hürriyetler çerçevesinde:
1. Üzerinde TC başlığı bulunan resmî vesikalarla bazı kadınlar güven içinde rahatça fahişelik yapabilmek hürriyetine sahip olmuşlardır. Bu ne büyük bir hürriyettir!..
2. Bu yasal fuhuştan devlet KDV ve gelir vergisi alarak, bunları bütçesine koyarak faydalanmaktadır.
3. Yakın tarihimizde genelevler imparatoriçesi Madam Matild Manokyan’a resmî törenlerle vergi rekortmenliği ödülü verilmiş, bu törenlerde önemli devlet erkanı da bulunmuştur. Bu ne büyük bir özgürlük ve toleranstır!
4. Yasal genelevlerde sermaye olarak çalışan kadınların sosyal hakları garanti altına alınmıştır. Sosyal adalet!
5. TC vesikalı sermayelerin huzur, özgürlük ve güven içinde fuhuş hizmeti verebilmeleri için devlet yasal genelevlerin kapılarında resmî sivil polisler bekletmektedir.
6. Gerici teokratik düzende Müslüman kadınlara böyle özgürlükler verilmezdi.
7. Yüzde yüz yasal, güvenli, TC vesikalı, KDV’li, gelir vergili kadın satışına ve fuhuş ticaretine paralel olarak, resmîsinin belki de bin misli yarı gizli fuhuşla da kadın özgürlüğü sınırları alabildiğine genişletilmiş ve engin hale getirilmiştir.
8. Bursa Emniyet Müdürü’nün medyada çıkan beyanatına göre bahar ve yaz mevsiminde Kültür Parkı’ndaki her çalının altında fütursuzca sevişen çiftler ülkemizdeki özgürlüklerin ne kadar geniş olduğunu lisan-ı hal ile insanlığa ilan etmektedir.
9. Çağdaş kesim bu durumdan çok memnun ve râzıdır ki, hiçbir itirazda bulunmamaktadır.
Yaşasın kadın özgürlükleri, hakları, haysiyeti!.. 04.Temmuz 2012
Aşağıda çok açık, çok seçik, çok sarih şekilde sıraladığım meseleler âdil çözüme kavuşturulmadıkça Türkiye’nin selamete çıkması, huzura kavuşması, geleceğinin parlak olması, bütünlüğünü koruması, yücelmesi, İslam dünyasına ve insanlığı örnek ve model bir ülke olması mümkün olamaz.
Birinci mesele: Türkiye, yakın tarihindeki ârıza, kaza ve kopuklukları tâmir etmeli, resmî ideolojiyi terk etmeli, millî kimliğine ve millî kültürüne dönmelidir.
2. Osmanlı’nın “millet” sisteminde olduğu gibi, azınlıklara ve çeşitliliklere (ülkenin ve devletin bütünlüğünü korumak şartıyla) azamî hürriyet, serbestlik ve azınlık verilmelidir.
3. Adalete aykırı olan bugünkü hukuk sisteminden, ülkenin ve halkın yapısına uygun âdil bir hukuk sistemine geçilmelidir.
4. Devletin, idarenin, belediyelerin temiz, şeffaf ve âdil şekilde hizmet etmesi sağlanmalı; rüşvet, soygun, talan, yağma, gayr-i meşru rantlar, nepotizm, sosyal adaletsizlik, ehliyetsizlik önlenmeli; Türkiye’nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu en az (10 üzerinden) 7’ye yükseltilmelidir.
5. Kemalist Tevhid-i Tedrisat sistemi kökten değiştirilmeli, millî kültüre ve genel kültüre dayalı, dünyanın en vasıflı okulları kurulmalıdır.
6. Millî kültüre uygun ve bağlı bir ahlak sistemi kabul edilmeli ve bu sistem Türkiye’ye hâkim kılınmalıdır.
7. Nereden buldun kanunu çıkartılarak yekûnu yüz milyarlarca dolarlık kara servetlerin hesabı sorulmalıdır.
8. Siyaset mutlaka temiz hale getirilmelidir.
9. Türkiye’nin en büyük ayıbı olan, halkın 1928’den önce yazılmış ve basılmış Türkçe kitapları, belgeleri, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamaması kara cahilliği giderilmelidir.
10. Türkiye’ye İngiltere’de, Norveç’te, Avusturya’da, diğer medenî ülkelerde olduğu gibi tam bir din hürriyeti getirilmelidir.
11. Hiçbir zaman gerçek şekliyle uygulanmamış olan, İslam’ı dizginlemek, Müslümanları ezmek için kullanılmış ve bir tabu ve heyûla haline getirilmiş laiklik Anayasadan çıkartılmalıdır.
12. Nüfusları bir buçuk milyon olduğu tahmin edilen Kripto Yahudiler meselesi âdil bir çözüme ve açıklığa kavuşturulmalıdır.
13. Yine bir buçuk milyon olduğu tahmin edilen Kripto Hıristiyanlar meselesine de çözüm bulunmalıdır.
14. Aileyi ve toplumu dejenere eden Medenî Kanun ile Ceza Kanunu’nun millî kimliğimize, millî kültürümüze, karakterimize uymayan maddeleri değiştirilmelidir.
15. Aslında bir Ermeni ve Siyonist hareketi olan PKK terörünün neticeleriyle uğraşmaktan vaz geçilmeli, sebeplerine inilmeli ve mesele kökünden çözülmelidir.
16. Fransa’nın Alsace ve Lorraine vilayetlerindeki özel statü gibi gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya din, dinî müesseseler, İslam medreseleri, tarikat ve tasavvuf konusunda özerklik verilmelidir. Aksi takdirde Türkiye’nin parçalanması önlenemez.
17. Diyanet’e özerklik verilmeli, Müslümanlarırn bağımsız bir cemaat olarak başlarına bir İmam-ı Kebir seçmelerine imkan tanınmalıdır.
18. Evkaf-ı İslamiye (İslam Vakıfları) Müslümanlara iade edilmelidir.
19. Müslümanların özel İslam mektepleri açmasına imkan tanınmalıdır.
20. İmamlık namaz kıldırma memurluğu olmaktan çıkartılmalı; mihraplara icazetli din alimi olan, geniş genel kültürlü, Şeriata muhalif olmamak şartıyla tasavvuf neş’esine sahip, sanattan anlayan, şehirli/medenî karizmatik din hizmetlileri geçirilmelidir.
21. Şiîlik konusunda İran ile Türkiye arasında mütekabiliyet esas alınmalıdır. İran 20 milyon Sünnîye nasıl muamele ediyorsa…
22. İş, ticaret, sanayi, üretim hayatında ahîlik, fütüvvet ahlakına dönülmelidir.
23. İdarenin, yargının, siyasetin, sosyal faaliyetlerin, toplumun ıslahında Singapur modelinden yararlanılmalı, ilham alınmalıdır.
24. Din sömürüsü, mukaddesat bezirganlığı, zekatların Kur’ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata aykırı olarak toplanıp sarf edilmesi mutlaka önlenmelidir.
25.TC vesikalı yasal kadın ticareti, bunun bin misli yarı gizli fuhuş endüstri ve sektörü yok edilmeli, ahlaksızlık ve iffetsizlik asgarî seviyeye indirilmelidir.
26. Kanun önünde eşitlik sağlanmalı, şehitlerin hep fakir, fukara, ezilmiş, güçsüz kesimden olması garabetine ve haksızlığına son verilmelidir.
27. Emanetler (işler, memuriyetler, müdürlükler, şeflikler, makamlar mevkiler, riyasetler vs) sadece ve sadece ehliyetli ve liyakatli olanlara verilmelidir.
28. Kırsal kesim, gecekondu, varoş, bedevî kültüründen; medeniyet ve şehir yüksek kültürüne geçilmelidir.
29. Şifahî yalancı kültürden, yazılı kültüre geçilmelidir.
30. Din konusunda manipülasyonlardan, AB norm ve standartlarına uygun yeni bir İslam türetmekten, Kemalizme uygun İslam saçmalığından ve bunlara benzer tahrip edici ve yıkıcı faaliyetlerden uzak durulmalıdır.
Haram gelir elde edenlere, bu gelirlerle zengin olup köşeyi dönenlere, rüşvet yiyenlere, hortumlama yapanlara, hesaplarla oynayıp zimmetlerine para geçirenlere, ribacılara, içinde saçı bitmedik yetimlerin hakkı olan para ve menfaatleri tırtıklayanlara, her türlü gayr-i meşru ve gayr-i ahlakî rantçılık yapanlara, bozuk gıda maddeleri ve içeceklerle halkı aldatıp zehirleyenlere, böylelerine göz yumanlara, alavere dalavere bâtıl muamelelerle yüklü gelirler elde edenlere hitap ediyorum:
Bu yollarla elde ettiğiniz gelirler, zenginlikler, servetler sizin için ateştir.
Bu servetlerle safa süremeyeceksiniz, azaptan azaba çarpılacaksınız.
Hem dünyada, hem âhirette rezil ü rüsvay olacaksınız.
Beladan belaya duçar olacaksınız.
Hastalıklar, kazalar, sıkıntılar, kederler… İki yakanız bir araya gelmeyecek…
Derdin biri bitmeden öbürü gelecek.
Dinimiz bize, Allah’ın kul hakkını afvetmeyeceğini bildiriyor. Sizin üzerinizde ne çok kul hakkı var. Yetmiş iki milyonun hakkı var.
Biz haram gelirlerle şişeriz, sonra yılda bir lüks ve ihtişamlı bir umre yaparız, günahlarımız afvedilir, yurda pir ü pak tertemiz anamızdan doğduğumuz gibi döneriz mi diyorsunuz? Aptallığınıza doymayın!.. Allah katından bize Peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın ilahî hak dini böyle mi diyor?
Haram şekilde elde ettiğiniz tek liranın, bir karış toprağın bile hesabını vereceksiniz.
Öyle bir mahkemeden korkunuz ki, boynuzsuz koyunun hakkı boynuzlu koyundan sorulacaktır. 05.Temmuz 2012
Yüzde bir şüphem vardı ama artık o da zâil oldu ve bu kişilerin Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak istedikleri konusunda hiçbir tereddüdüm kalmadı.
Bunlar fıkhı ve fıkıh mezheplerini yıkmak istiyor.
Bunlar Müslümanları müctehid imamların yolundan çıkarıp Farmasonların yoluna sokmak istiyor.
Bunlar, İslam’ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını yıkmak istiyor.
Bunlar Resûlullah’ın (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini ve Sünnetini AB ve Feminizm standart ve normlarına göre ayıklamak istiyor.
Bunlar, şer’î tesettürün iki vechinden biri olan, Müslüman kadınların nâmahrem erkeklerle ihtilaf etmemesi hükmünü kale almıyor.
Bunlar saçma sapan fetvalar veriyor, mevrid-i nassa aykırı ictihad yapıyor.
Bunlar Ümmet içinde dinî konularda kaos ve anarşi çıkartmak istiyor.
Bunlar tek bir İmam’a bağlı, itaatli ve biatli bir Ümmet istemiyor; birbirinden kopuk bin parçaya, hizbe, fırkaya, sekte, cemaate ayrılmış bir İslam Protestanlığı istiyor.
Bunlar, Müslüman kadın ve kızların orkestra eşliğinde erkeklere ilahî okumasını caiz görüp alkışlıyor.
Bunlar, cumhur-i ulemanın cevaz vermediği telfik-i mezâhibi doğru bulup propagandasını yapıyor.
Bunlar, açık düşman deccalların ve kezzabların yapamadığını dine hizmet perdesi ardında yapmak istiyor.
Bunların kimisi İslam’da teravih namazı yoktur hezeyanını savuruyor.
Kimisi Kur’anda tesettür vardır ama başını örtmek değil, göğsünü örtmektir diyor.
Kimisi riba caizdir diyor.
Hattâ içlerinde mezhepler puttur diyenler bile var.
Erkeklerin altın süs eşyası kullanmalarına cevaz verenleri var.
Özürlü kadınlar namaz kılabilir diyenleri var.
Bunlar Şeriata uygun hak tasavvufa düşmandır.
Bunlar, İngiltere’nin Mısır başkomiseri Lord Curzon’un “agnostik” dediği sarıklı bir Farmasonu imam kabul ediyor.
Bunların bir kısmı kendilerini mutlak müctehid olarak gösteriyor.
Bunlar, Osmanlı’nın Ehl-i Sünnete, Şeriata, Tarikata dayalı İslam anlayışını yıkıp yerine Mason Afganî’nin, Mason Abduh’un anlayışını getirmek istiyor.
Bunların Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) davetini ve tebligatını işitip de kabul etmeyen; inkâr, red ve tekzib edenlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olabileceğini iddia ediyor.
Bunlar gizlice ve sinsice kadrolaşıyor.
Bu kişilerin arasında meşreb ve görüş farklılıkları vardır ama hepsi de Ehl-i Sünneti yıkmak konusunda birleşmiştir.
Onlar dinde reform istiyor.
Onlar dinde yenilik istiyor.
Onlar dinde değişim istiyor.
Onlar AB’nin, ABD’nin, Siyonizmin, Haçlıların, Evangelistlerin, Masonların, medeniyet-i fâcire-i garbiyenin razı olacağı ılımlı/light bir İslam türetmek istiyor.
Onlar gerektiğinde bol bol taqiyye ve kitman yapıyor.
Ey Ehl-i Sünnet Müslümanları!.. Uyanık olmazsanız yer ayaklarınızın altından göçecek, gök başınıza çökecektir.
* Suriye bir uçağımızı düşürdü, vaziyet çok vahim, savaş çıkabilir.
* Futbolcu Filan ile manken Feşmekan kaçamak yaparken yakalandı.
* Teröristler karakol bastı, şehit ve yaralı var.
* Beyoğlu’nda travestiler yürüyüş yaptı, haklarını aradı.
* Köprülerdeki tamirat yüzünden trafik kördüğüm oldu, halk çıldıracak hale geldi.
* Limon suyu cildi iyi geliyor.
* O bölgede gündüz TC, gece PKK hakim.
* Müjde avapurya bitkisi her derde deva!
* Hapishanede isyan ve yangın çıktı, fazla sayıda ölü var.
* En leziz kup griyeyi nerede yiyebilirsiniz?
* 200 puan üzerinden 18 puan alana sınavı kazandırdılar!
* Kapalı alanda sigara içen üç polis içmeyin diyenleri feci şekilde dövdü.
* Adamın kızı gebe kalmış, babasına telefonla bildirmişler, böyle şey olur mu?
* Rusya Türkiye’yi tehdit etti.
* Askısı düşen Minnoş’un göğüsleri göründü.
* İran, Rusya, Ermenistan, Irak, Suriye Türkiye’ye karşı birleşti.
* Yumurtaya bulanıp kızartılan salyangoz ile hangi şarap iyi gider?
* Ekrat Partisi bağımsız Kürdistan istiyor.
* Evlilikte cinselliğin on altın kuralı.
* Bu hafta sonu on altı kişi boğuldu.
* Ünlü şarkıcı Martha dinleyicilerini büyüledi ve çılgınca alkışlandı.
* Filan cezaevinde 10 kişilik koğuşta 26 kişi kalıyor.
* Hazırlop yumurta yapmanın püf noktası nedir?
* Ünlü Türedi bir milyon liraya otomobil aldı, 260 km hız yaptı.
* Maydanozun bilinmeyen faydaları.
* Menopoz…
* Balıklar uyur mu?
* Savaş kapıda mı?
* Vatandaş gürültüden ve tozdan dumandan rakısına huzur içinde içemiyor.
* Savaş tamtamları… Şehitler… Yaralılar… Düşürülen uçaklar…
* Kazan gibi fokur fokur kaynayan bir ülke… Çılgın bir gidişat…
* Şarkı söyleyen kediler… Köpeği kaçıran sincaplar… Zıplayan yunuslar… Aile içi ve aile dışı erotizm… Gurmelik haberleri… Maydanozlar, tereler, sinemakiler… Yerlerde üzerlerine gazete örtülmüş kanlı cesetler… Onun yanında donsuz karılar… Hıçkırıklar, kahkahalar, feryatlar, vur patlasın çal oynasınlar… Dumanlar çıkartan ve titriyen Vezüv… Pompei Herculanum… Sodom Gomore… Sarımsak tansiyonu düşürür mü?.. Medya medya medya… Taze haber, doğru yorum… Basın özgürlüğü… Falan filan… Yanardağ ne zaman patlayacak?.. Son sözleri maydanoz mu olacak, salyangoz mu? 06.Temmuz 2012
Merhum Sultan Abdülhamid Han-ı Sâni, evliyaullahtandır. Benim bildiğim, üç tarikata mensuptu. Büyük şeyhi Muhammed Zâfir el-Medenî ed-Darkavî eş-Şâzelî’den hilafet almış ve onun vefatından sonra şeyh olmuştur.
31 Mart düzmece hadisesinden sonra Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nu isteseydi dağıttırabilirdi ama bunu yapmamıştır.
Abdülhamid Han Hâtemü’s-Selâtin ve Hâtemü’l-Hülefa’dır.
O mâsum değildi, birtakım hatâları olmuştur.
Onu kötüleyenler İttihadçılar, Selanik Dönmeleri, Farmasonlar, İslam ve Şeriat düşmanlarıdır. Müslümanların da bazıları ona düşmanlık etmişlerdir. Onun tahttan indirilmesinden kısa bir müddet sonra Osmanlı devleti çökmüş, Hilafet ve İslamî idare tarzı gitmiştir.
Sultan Abdülhamid beş vakit namaza çok önem verirdi. Başta Galatasaray Sultanîsi olmak üzere bütün okullarda, kışlalarda beş vakit namaz kılmak mecburî idi. Sünnî halkın yüzde doksanı günlük namazları kılardı.
Sultan, kadınların tesettürüne çok önem verirdi. Sarayda, 11 yaşına giren kendi kızlarını tesettüre sokardı.
Onun zamanında İstanbul’un Müslüman kadınları çarşaflı ve peçeli idi.
Şer’î ve nizamî mahkemelerde Şeriatla ve Şeriata aykırı olmayan kanunlarla hüküm verilirdi.
Onun zamanında Adriyatik denizinden Hint Okyanusu’na kadar muazzam bir İslam devleti vardı. Müslümanlar Yemen’e, Mekke Medine’ye, Kudüs’e, Şama, Beyrut’a, Bağdat’a, Basra’ya, Manastıra, Selanik’e, Arnavutluk’a, daha nice belde ve ülkeye pasaportsuz gider gelirdi.
Saltanatının sonuna doğru Şam’dan Medine-i Münevvere’ye demiryolu çalışmaya başlamıştı.
Abdülhamid Han’ı beğenmeyenlerin bazısı, o gittikten sonra çok pişman olup ağlamışlardır.
Filozof Rıza Tevfik “Sultan Abdülhamid’in ruhaniyetinden istimdat” başlıklı manzumesini yazarak pişmanlığını dile getirmiştir, başını yerden yere vurmuştur.
Sultan Abdülhamid’in sukutundan on beş sonra Şeriat ve Hilafet elden gitmiştir.
Keşke Müslümanlar onun şefkatli ve merhametli baskısına ve istibdadına tahammül etmiş olsalardı.
Sultan Abdülhamid’ten sonra Araplar da büyük felaketlere uğradı. Arap dünyası parçalandı, bazı ülkeler İngilizlerin, bazısı Fransızların idaresi altına girdi.
Ne Şeriat kaldı, ne Hilafet…
Kadınlar açılmaya başladı…
Ahlaksızlık yayılmaya başladı…
İrtidat başladı…
Filistin’de bir Siyon devleti kuruldu…
Bozulan ve özden uzaklaşan Müslümanların başına elbette Sıddiq ve Fâruk geçmezdi. Sultan Abdülhamid büyük nimetti.
Müslümanların bir kısmı, Farmasonlara ve Dönmelere uyup bu nimete küfranda bulundu ve azaba çarpıldı.
Sultan Abdülhamid, ana baba katillerinin ve mutlaka asılması gerekenlerin dışında, idama mahkûm edilmişlerin cezasını kalebendliğe (ömür boyu hapse) çevirirdi. Sonradan gelenler hiç suçu olmayan ulemayı, meşayihi, sulehayı idam ettirdiler.
Sultan Abdülhamid’ten sonra İslam dünyası paramparça ve tepetaklak oldu.
O gün bugündür iki yakamız bir araya gelmiyor.
Sultan Abdülhamid Hâdimü’l-mille ve ümme idi.
Hâdimü’l-Harameyn eş-şerifeyn idi.
Hâdimü’ş-Şeria ve’s-Sünne idi.
Hâdimü’ş-şeair el-islamiyye idi.
Allah onun hatâlarını afvetsin, ona geniş rahmeti ile muamele buyursun.
Allah Ümmet-i Muhammed’e akl-ı selim, firaset, basiret, istikamet, pişmanlık ve tevbe nasip etsin.
Sultan Abdülhamid Han’ın hasretini çekiyoruz, onu çok arıyoruz. Mekânı Cennet olsun.
Sizin Vehhabîlik fırkasına mensup olduğunuz anlaşılıyor. Ben itikat ve amelde Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Fitne ve fesat çıkartmam ama dinin usûlüne, temellerine ait bazı konularda ve yorumlarda sizinle anlaşmam mümkün değildir. İhtilaflı (üzerinde anlaşmazlık olan) bazı konuları sayayım:
1. Çok kolay ve rahat bir şekilde sizin mezhebinize mensup olmayan ve size muhalefet eden Müslüman çoğunluğu şirk ve küfürle suçluyorsunuz. Böylece kendiniz küfre düşmüş oluyorsunuz.
2. Tarikat ve tasavvuf eyliyasını “Evliyauşşeytan” olarak vasıflandırıyorsunuz.
3. Müteşabih ayet ve hâdisleri lugavî mânalarına alarak Allaha noksan sıfatlar yakıştırıyorsunuz.
4. Ölülere kabir yapmayı ve üzerlerine kitabe yazmayı haram görüyorsunuz ve Efendimizin (Salât ve selam olsun ona) türbesi dışında Arabistan’daki bütün kabirleri ve türbeleri yıktınız düzlediniz.
5. Elinize fırsat geçerse, Efendimizin türbesini de yıkmak istiyorsunuz.
6. Birçok önemli konuda Sevad-ı âzam dışındasınız.
7. Gulüvve kaçmış olan İbn Teymiye’yi imam kabul etmişsiniz, birçok konuda ondan da aşırısınız. Onun vur dediğini öldürüyorsunuz.
8. Tarih boyunca, haksız ve mesnetsiz şekilde şirk ve küfürle suçladığınız Müslümanların kanlarını heder, mallarını helal kabul ettiniz.
9. Osmanlı devlet-i islamiyesine isyan ederek Hilafetin yıkılmasına sebep oldunuz.
10. Kurduğunuz dünyevî nizam ideal ve örnek bir İslam nizamı değil.
Bütün bu saydığım sebepler ve saymadıklarım dolayısıyla sizinle anlaşmamız mümkün değildir.
Ben bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslüman olarak:
1. Küfre ve şirke düştüğü yetkili, salahiyetli, vazifeli ve icazetli bir müftünün fetvası ile sarahaten beyan ve o fetva İslamî kaza mercii tarafından tasdik ve ilan edilmeden hiçbir Müslümanı (ne kadar günahkar ve hatâlı olursa olsun) isim vererek tekfir etmem.
2. Allahın bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanırım.
3. Gulüvve sapmış birkaç kişinin peşinden değil, cumhur-i ulema yolundan giderim.
4. İhtilaflı, tartışmalı konularda Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunurum.
5. Kur’ana, Sünnete, Şeriata mutabık tasavvuf ve tarikatı hak olarak kabul ederim.
6. Kabir ve berzah hayatını Ehl-i Sünnet ulemasının bildirdiği ve anlattığı şekilde kabul ederim.
7. Müteşabihat konusunda, “Allahın kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olması” akidesini esas alırım.
Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak Selefî değilim, Selef-i Sâlihîn’in yolundayım.
Daire-i İslam içindeki bütün mü’minleri (günahkâr ve hatalı da olsalar) kardeş bilirim.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde mealen “Allah yolunda öldürülen şehidlere siz ölü demeyiniz, onlar diridir” buyuruyor. Resulullah Efendimizin, diğer nebilerin dereceleri şehidlerden daha yüksektir.
Allahu Teala hazretleri meleklere muhtaç değildir ama birtakım işleri onlara gördürmektedir.
Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufâî, Şah Nakşibend, İmamı Rabbanî, İmamı Gazalî, Hasan eş-Şazelî ve bunlara benzer evliyaullah için onlar kafir ve müşriktir diyenler sapıktır.
Benim kuralım şudur:
Ehl-i Sünnet ile Vehhabîlik arasındaki bütün ihtilaflı mesele ve akidelerde haklı, doğru olan Ehl-i Sünnettir.
Ehl-i Sünnet içindeki cahillerin ve münâfıkların yaptıkları Ehl-i bağlamaz. Onlar Ehl-i Sünneti temsil etmez.
Ehl-i Sünnetin temsilcileri, silsileleri Resullerin Seyyidine ulaşan icazetli ulema, fukaha, müfessirîn, muhaddisîn ve kâmil mürşidlerdir. 07.Temmuz 2012
Otomobille evime dönerken, Sultanahmet camiinden ikindi ezanı okunmaya başladı. Altı minarede otuz iki hoparlör birden yüz yirmi desibel şiddetinde bağırıyor. Ezan kutsal ama hoparlör kutsal değil… Ezandan değil ama hoparlörden rahatsız olduğum için otomobilin camlarını kapattırdım. Camlar kapandı ama sesin şiddeti yine çok fazla…
Ezan İslam’ın sesli bayrağıdır, dinin şeairindendir. Kalbinde iman olan kimse ezandan rahatsız olmaz.
Lakin hoparlörleri, kulakları sağır edecek şekilde sonuna kadar açarak 120 desibel şiddetinde ezan okumak ezana eza vermektir.
Gerekiyorsa ve akustik ilmine uygun şekilde kullanılırsa bid’at-i hasene olur; kulaklara zarar verecek şiddette açılır ve ezanı bozarsa bid’at-i seyyie olur.
Ezanı hoparlörle okumak son elli altmış yılda çıkmıştır. Benim çocukluğumda büyük camilerde bile hoparlör yoktu. Müezzinler minarelere çıkarak ezan okurdu.
Osmanlı devletinin en satvetli, en şanlı, en kudretli devri olan Kanunî Sultan Süleyman devrini ele alalım. Üç kıt’ada muazzam bir imparatorluk, bir İslam Barışı sistemi var. Müslümanların yüzde 95’i namaz kılıyor. O zaman hoparlör yoktu… Bugün ülkemizde maalesef
Geçenlerde suriçinde tarihî bir camiye sabah namazına gitmiştim. Cemaat on beş kişiden azdı. Kamet getirildi, imam mihraba geçti. Tam karşısında sabit bir mikrofon var. O yetişmiyormuş gibi yerdeki seyyar mikrofonu da yakasına taktı.
Hoparlörlerin kötü kullanılması aleyhinde çok yazılar kaleme aldım, Diyanet’i uyardım. Uyarılarımın hiçbir faidesi olmadı.
Sultanahmet civarında birbirine yakın hayli cami var: Minarelerinde otuz iki hoparlör olan Sultanahmet camii, artık Ayasofyada da ezan okunuyor, hünkar kasrında namaz kılınıyor… Firuzağa camii (tek minaresinde sekiz hoparlör var, bunlar yetişmiyormuş gibi bahçedeki ağaçlara da hoparlör koymuşlar!)… Yerebatan camii… Beşir Ağa camii… Zeyneb Sultan camii… Molla Fenarî camii… İshak paşa camii… Nakilbend camii… Ve daha öteki camiler… Namaz vakti gelince hepsinde birden hoparlörler sonuna kadar açılarak ezan okunuyor.
Sultanahmet camiinin ezanları hepsini bastırıyor, çünkü geliri bol bir zengin bir camidir, en pahalı ve bağırtlak hoparlörler alınabiliyor.
Birkaç hafta önce kulak burun boğaz uzmanı bir doktor beyle konuştum, yüz küsur desibel şiddetinde hoparlör sesinin sağlığa zarar verip vermeyeceğini sordum. Devamlı dinlenirse kulakları bozar insanı sağır eder cevabını verdi.
1. Yüksek sesli bir hoparlör, sesi güzel bir müezzinin okuduğu ezanı bozar.
2. Doğru dürüst ezan okumasını bilmeyen bed sesli bir kişinin hoparlörleri sonuna kadar açarak ezan okuması ezana hıyanettir.
Böyleleri ille de ezan okuyacaklarsa hoparlörsüz ve kısa okusunlar.
3. Birbirlerine çok yakın camilerden birinde güzel sesi olan, ezan kültürüne sahip ve okumasını bilen bir müezzin, 70/80 desibeli aşmamak şartıyla hoparlörle ezan okuyabilir ama hepsinin birden hoparlörleri sonuna kadar açarak avaz avaz ezan okumaları yanlıştır, ezana hıyanettir.
4. En doğrusu, müezzinlerin minarelere çıkarak ezan okumalarıdır
Ezan okumak bir medeniyet işidir. Sesi güzel olmak yetmez. Medenî, kültürlü, duygulu, müzik kulağına sahip, büyük üstadlardan ders görüp icazet almış olmak gerekir.
Bilhassa sabah ezanlarında hoparlörleri kısık tutmak gerekir. Çünkü sabah namazı kalanların nispeti yüzde 95’tir. Bînamazları yataklarından hoplatmakla hiçbir şey kazanılmaz, çok şey kaybedilir.
Öyle güzel ezanlar okunmalıdır ki, yabancı turistler ve gayr-i Müslim vatandaşlar bile hayran kalsınlar, haz alarak dinlesinler. Namaz kılmayanlar bile sabahleyin ezan dinlemek için uyanmalıdır.
Eskiden zaman zaman Sultanahmet Camii’ne gidiyordum. Artık gitmiyorum. Bir kere yatsı namazına gitmiştim, farz kılınırken bir ses kolonunun tam altında durmuşum, ses çok yüksekti. Ne huzur, ne huşu, ne hudu kalmıştı.
Türkiye Müslümanlarının bugünkü kültür seviyesiyle ezan meselesinin düzeleceğini sanmıyorum.
Ezan konusunda çok kişiler yazdı. Hattâ çağdaş bir yazar olan sayın
bile bir köşeyazısı kaleme aldı.
Çok üzgün ve kırgın olarak beyan ediyorum:
Hoparlör çılgınlığı ve fetişizmi, ezanların iyi ve güzel okunmaması konusunda Diyanet’e hakkımı helal etmiyorum. Dinlerken ağlayacağım ezanlar okunmasını istiyorum. Bugün ağlıyorum ama güzel ezanlar dinlemenin verdiği heyecan ve zevkten değil; hoparlörlerin ezanları katl etmesine, ezana eza edilmesine ağlıyorum.
Türkiye halkının yüzde sekseni Sünnîdir. Diyanet İşleri Başkanlığı da Sünnî bir kurumdur.
Sünnî olmayan vatandaşlarımızın din işleri adaletli bir şekilde tanzim edilmelidir.
Devletin, vatandaşlardan topladığı vergilerle Diyanet işlerini yürümesi tenkit ediliyorsa, İslam Vakıfları Diyanet’e verilmelidir.
Devletten bağımsız ve özerk bir İslam Teşkilatı ve Cemaat kurulmalı, Müslümanların başlarına ehliyetli, liyakatli, ihlaslı, taqvalı, muktedir, müdebbir bir İmam-ı Kebir seçmelerine imkan tanınmalıdır.
Diyanet’te Farmason Afganîcilerin, Farmason Abduhçuların, bozuk Reşid Rızacıların, Reformcuların, Fazlurrahmancıların, Kemalist ilahiyatçıların, dinde yenilik ve değişim isteyenlerin, mezhepsizlerin, telfik-i mezahibçilerin kadrolaşmalarına izin ve imkan vermek bir zulümdür. Böyleleri Diyanet’ten adalete uygun şekilde uzaklaştırılmalı veya pasif hizmetlere kaydırılmalıdır.
Türkiye’nin Sünnî çoğunluğunu, şeytanî metot ve manipülasyonlarla, Ehl-i Sürnnet dairesi dışına çıkartmaya çalışmak zulümdür.
ABD’nin, AB’nin, Siyonistlerin, Haçlıların, onların içimizdeki yardımcılarının, Feministlerin; Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir İslam türetme çabaları bâtıldır. Hiçbir mü’min böyle bir şeye razı olamaz.
Kafirler mü’minlerin tek bir Ümmet olmasını istemiyor, böl parçala ve hükm et siyasetiyle Ehl-i İmanın birbirinden kopuk binlerce hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmış olmasını istiyor.
Türkiyede laik devletten bağımsız Rum Ortodoks Patrikliği, Ermeni Gregoryen Patrikliği, Yahudi Hahambaşılığı ve başka dinî otoriteler var da, Müslümanların bağımsız ve özerk bir İmameti niçin olamayacakmış?
Bugünkü şartlar altında Ehl-i Sünnet Müslümanlarının başlarına ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir seçmelerinin zor olduğunu biliyorum ama bunu yine de istiyorum. Çünkü bütün zorluklara rağmen yapılması gereken budur.
Bağımsız bir İslam Cemaat Teşkilatı kurulmalı, başına ehliyetli bir İmam seçilmelidir ki, din hizmetleri Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun olarak yürütülebilsin.
Müslümanlardan her yıl milyarlarca dolar para toplayan bazı cemaatler bu teklifime sıcak bakmayacaklardır.
Soruyorum: Müslümanlar hep bugünkü gibi param parça mı kalsınlar?
Müslümanların başında ehliyetli, liyakatli, muktedir, muttaqi, muhlis bir İmam-ı Kebir bulunmasın mı?
Müslümanların başına bir imam-ı Kebir nasıl seçilecektir? İşte en zor iş budur.
Böyle bir şahsın cemaatler, hizipler, fırkalar üzerinde olması gerekir.
Adaletinden, ihlasından, taqvasından, ehliyet ve liyakatinden herkesin emin olması gerekir.
Bu yazdıklarım hayata geçirilebilir mi?
Bunu bilmem… Lakin bu satırları yazmam gerekiyordu ve yazdım. 08.Temmuz 2012
Bir ay kadar önce
başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Köprüler tamire alındıktan sonra milyonlarca halkın çektikleri ne kadar haklı olduğumu ortaya koydu. Evet tekrar ediyorum:
Düşünebiliyor musunuz, iki köprüde basit ve rutin tâmirat yapılmaya başlanıyor ve şehir yaşanmaz hale dönüyor.
Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da savaş çıkar ve bize sıçrarsa ne olacak?
Boğazda patlayıcı, parlayıcı madde yüklü iki gemi çarpışır ve yangın çıkarsa ne olacak… Birkaç yıl içinde
başlarsa ne yapılacak? Şehrin içindeki ve çevresindeki dev bina inşaatları devam ediyor.
İstanbul dev bir şantiye… Üçüncü köprünün güzergahındaki yeşillikler, ormanlar, ağaçlar yok edilmeye başlanmış…
Arazi fiyatları… Arazi rantları… Milyonlarca otomobil…. Kilometrelerce tıkanıklık… Gökdelenler… Lüks rezidanslar…
İstanbul büyüyor… Büyüye büyüye patlamaz inşallah…
Son otuz yıl içinde kendi çapımda ufak tefek bazı hizmetler yapabilirdim ama imkanım olmadığı için yapamadım. Yirmi yılı aşan bir müddetten beri Millî Gazete’de yazıyorum. İnşallah az da olsa bir hizmetim ve faydam oluyordur. İhlâsla yazıyorsam bunlardan dolayı ecir ve sevap ümid edebilirim. İhlâs yoksa vah bana, yazık bana, eyvah bana!
Peygamber Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor?.. “Herkes yarım hurma ile de olsa kendini Cehennem ateşinden kurtarmaya baksın…”
Yarım hurması bile olmayan ne yapsın?.. Din kardeşinin yüzüne tebessümle baksın. Evet güler yüz, tatlı söz bile bir hayırdır.
Bu sütunlarda şahsiyat, dedikodu, polemik yapsam ne hayrı olacak?.. Aksine, günah olur. Bir kısım halk dedikoduyu, polemiği çok seviyor. Bunlardan uzak durmalıyım. Mâruf, iyi, güzel, doğru olan şeyleri övüp tavsiye etmeliyim; münker, çirkin, yanlış, kötü şeyleri tenkit edip yermeliyim.
Bu işi nefsim için yaparsam bana faydası olmaz, biliyorum. Başkalarına faydası olur mu? Ya hiç olmaz, yahut çok az olur. Çünkü ihlasla yapılmayan hizmetlerin tesiri olmaz.
Biri bendenizi “Bu adam Mızraklı İlmihal gibi köşe yazısı yazıyor” demiş. O yerdiğini sanıyor, aslında beni medh etmiş. Teşekkürler.
Benim için en büyük tehlike kendimi beğenmem, gurur ve kibre kapılmamdır.
Övgü ve alkışlardan, ateşten kaçtığım gibi kaçmalıyım.
Bu satırlar tevâzu alameti midir?.. En korkunç ve sinsi kibirler, gururlar, nefsaniyetler; tevâzu ve alçak gönüllük perdesi ardında olanlardır.
Şu anda dünyada yaşayan, daha önceki devirlerde gelmiş geçmiş mü’minlerin derece ve rütbe itibarıyla en sonuncusu olabilmek ne büyük saadet.
Ah gurur, kibir, enâniyet, benlik heykelleri!.. Ey riyaset sarhoşları!.. Ey uyur-gezerler!.. Ey küçük dağları ben yarattım sersemleri!.. Ey varlık mestleri!..
Cihan iki padişaha dar gelmiş, kırk derviş bir kilime sığışmış…
İnsanlar uykudaymış, öldüklerinde uyanırmış…
Ölmeden önce ölünüz buyruluyor…
Ehlullahın ve evliyaullahın Kıtmîr’i olabilene ne mutlu…
Sâlihlerin dualarına dahil olabilmek ne büyük saadet…
Tevhid, Kur’an, Sünnet, Cemaat, sahih itikad, ihlâs, taqva, namaz, oruç, zekat…
Emr-i mâruf, nehyi- münker…
Ahkâm-ı şer’iyye…
İmâmet-i Kübra…
Kafir ve müşriklere benzemekten kaçınmak…
Nefs-i emmâresini alabildiğine kötülemek…
Mızraklı İlmihal’de yazılanları ihlasla yerine getiren inşaallah kurtulur.
Gururdan, kibirden, kendini beğenmekten kurtulmak çok zor. Allah kurtarsın. Âmin…
Sultanlardan, vâlilerden, dünya büyüklerinden uzak dur… Kırk dervişin kiliminde sana bir yer bulunmasa bile onların yakınında toprakta otur…
Olamazsın ya, sen hiç olmaya çalış… Hiç… 09 Temmuz 2012
Yatakta uyumak insanı dinlendirir, zindeleştirir ama ayakta uyumak çok kötü bir şeydir, kişiyi canlı cenaze (zombi) haline getirir.
Memleketimizde ayakta uyuyan ne kadar çok insan var.
Yürürken uyuyor, merdivenden çıkarken, inerken uyuyor, hep uyuyor.
Gözü açık ama uyuyor. Konuşurken, yer içerken uyuyor.
Uyutmuşlar onları.
Okulda uyutmuşlar, üniversitede uyutmuşlar.
En çok ayakta uyuyan Müslümanlara üzülüp acıyorum. Uyanık gibi görünerek uyuyanlar, Müslümana yakışmayacak laflar ediyor, işler yapıyor.
Uyanık Müslüman bir delikten çıkan tarafından iki kere sokulmaz. Ayakta uyuyanlar bin kere sokuluyor, yine ibret ve tedbir almıyor.
Uyanık Müslüman firasetlidir, ayakta uyuyanda firaset ne gezer.
Uyurgezerlere ne öğüt versen etkisi olmaz. Birleşin deseniz birleşmezler. İbadet edin namaz kılın deseler kılmazlar.
Bin ayakta uyuyanın, on uyanık kadar kıymeti olmaz.
Uyuyanlara en basit ve temel gerçekleri kabul ettiremezsiniz. Bildiklerini okurlar. Nuh derler Peygamber demezler. Yirmi dört saat, kah yatakta, kah ayakta uyuyanların en derin uykusu seher vakitlerindedir. Üzerlerine bir ağırlık basar bir ağırlık basar ki, namaz vakti onları uyandırabiline aşk olsun.
Ayakta uyuyan biri şeyhinin gavs olduğunu söylemişti bana. Peki öteki bin kadar gavs ne olacak dediğimde pek kızmıştı.
Şeriata göre haram olan şeyler yapan, lüks ve israf sergileyen, 60 bin liralık bir otomobil ihtiyacını pekala görebilecekken, 200 bin liralık pahalı bir otoya binen uyurgezere “İsraf etme” demiştim. Bana şöyle bağırmıştı: Zekatımı verdikten sonra istediğimi yaparım, karışma!
Ayakta uyuyanlardan biri rüşvet alıyordu. Haram gelir elde etmek senin için iyi olmaz dedim. Benim fetvam var, kötü düzenlerde kötü işler yapılır, rüşvet alınır demişti. Fetvayı kimden almış? Şeytan’dan mı?
Uyuyanlardan biri, gayr-i Müslimlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğuna inanıyordu. Bunun küfür olduğunu ayetlerle hadîslerle izah edildi kendisine iki saat. En sonunda, “Sen ne desen ben yine öyle inanacağım” dedi, kesti attı.
Ayakta uyuyan namaz kılıyor, oğlu kılmıyor… Oğluna namazı emr et dedik. Baktı, düşündü, tekrar düşündü, suratını astı, bir şey söylemeden kalktı gitti. Oğlu yüksek mühendis olacakmış…
Hem uyuyor, hem yürüyormuş. Yolda giderken bir çukura düşmüş. Dümdüz yolda güpegündüz bu besbelli çukura düştüğünün sebebini anlamamış. Ayakta uyuyanlar çukurlara düşerler. Çünkü onlar görür gibidir ama görmezler.
Muhterem kardeşimiz… Mesajınızı aldım, teşekkür ederim… Bendeniz profesyonel gazeteci ve yazar değilim. İlgi çekmek, başıma okuyucu toplamak, reyting yapmak gibi endişelerim yoktur. Polemikten hoşlanmam. Şahısların, kurumların yağcılığını yapmam. Bana göre boş, faydasız, hattâ zararlı olan, gaflete düşürücü konuları işlemem. Kesinlikle ısmarlama yazı yazmam.
Âhir zamanda yaşadığımız için vakit çok hızlı akıyor, hadiseler birbirini sür’atle kovalıyor. Ömrü 24 saat olan güncel vak’alar beni pek ilgilendirmez. İsterim ki, bugün yazdığım yazı, bundan on, hattâ elli sene sonra okunmaya layık olsun, ilgi uyandırsın, faydalı ve ibretli olsun.
Kendime verdiğim bir misyon vardır. Pek nâçiz, pek mütevâzı da olsa dinime, milletime, vatanıma, insanlığa faydalı olmak isterim. Hizmet edebildiğimi iddia etmem. Az da olsa edebiliyorsam ne mutlu bana.
Doğru bildiğim bazı konuları sık sık tekrarlarım. Aynı meâldeki eski yazılarımı tekrar yayınlatmam. Her defasında yeniden yazarım. Önemli bir gerçeği, çok faydalı bir uyarıyı, yapıcı bir tenkidi bir kere yazmak asla yeterli olmaz. Gerçeklerin, uyarıların tekrar edilmesi gereklidir.
Türkiye Müslümanlarının durumlarının pek parlak olmadığını düşünüyorum. Onları uyarmak benim vazifemdir.
Yazılarımı beğenmeyenler, tekrarlardan usananlar, okuyucum olmaktan vaz geçerlerse hiç darılmam ve üzülmem.
İslâm esas itibarıyla müjdelerden, uyarılardan, hayırlı bilgilerden, teşviklerden, öğütlerden ibarettir. Benim vazifem, bütün aczime ve yetersizliğime rağmen hayırlı ve faydalı (olduğunu düşündüğüm) yazılar kaleme almaktır. Siz muhterem kardeşimizin dinî bir cemaate mensup olduğunu biliyorum. Cemaatinizi, başındaki zatı, faaliyet ve hizmetlerinizi övmemi istiyor ve bekliyorsunuz. Bunu yapamam. Şu anda bu memlekette on kadar büyük, yüz kadar orta, bin kadar küçük islâmî cemaat vardır. Hizmet ve faaliyetleri hayırlı olan sadece bir cemaati övmem doğru olmaz. Ya hepsini öveceksin, yahut övgü işini bırakacaksın. Hepsini övmeye de imkan yok.
Hem, Allah rızası için ihlâsla hayırlı işler yapanların övgüye mövgüye ihtiyacı yoktur.
Sizinle hayli kadim dostluğumuz, kardeşliğimiz ve muarefemiz bulunmaktadır. Bu dostluk cemaat ve tarikat dostluğu değil, iman ve İslam kardeşliğine dayalı bir dostluktur. Yazılarımı okusanız okumasanız, beğenseniz beğenmeseniz devam eder.
Cenab-ı Hak cümlemizi dinî, itikadî, ahlakî konularda ayak kaymasından, Şeriat-i Ahmediyye sınırlarının dışına çıkmaktan muhafaza buyursun; Kur’an, Sünnet, icmâ, Sevad-ı Azam ve cumhur-i ulema dairesinde ve cadde-i kübrasında sâbit-kadem olmayı ve hüsn-i hâtime nasip buyursun.
Selam ve hürmetlerimle. 10 Temmuz 2012
Önümüzde çok büyük bin engel var. Müslüman halkın büyük kısmı ülkemizdeki dinî/İslamî durumun iyi olduğunu, iyiye gittiğini sanıyor. Halbuki dinî, Kur’anî, Nebevî, Şer’î ölçü ve endâzelere vurulduğunda durum için iyi değil, gelecek hiç parlak değil. Bunu anlamak için büyük din alimi olmak gerekmez. İlmihalini bilen şuurlu, firasetli, uyanık bir Müslüman, durumun iyi değil, kötü, hattâ çok kötü olduğunu anlar.
İslam dininin ve bu dini yaşayan toplumun esasları/temelleri nelerdir?
1. Kur’ana ve Sünnete uygun sahih=doğru bir itikad.
2. Beş vakit namazı dosdoğru kılmak.
3. Hür ve mukim erkeklerin, şer’î bir özürleri olmadıkça (Bu şer’î özürler yirmi küsur adettir) farz namazları cemaatle eda etmeleri.
4. Müslümanların iman eden, namaz kılan, mârufla emr ve münkerden nehy eden hayırlı bir Ümmet olmaları.
5. Bu ümmetin başında ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir bulunması ve mü’minlerin bu zata biat ve itaat etmeleri.
6. İslam toplumu içinde İslam ahlakının hakim, geçerli, yaygın, yürürlükte olması.
7. Zekatın Kur’ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde verilmesi.
8. Nefs-i emmârelerle büyük, harbî küffarla küçük cihad yapılması.
9. Emanetlerin ehline verilmesi, ehil ve layık olmayanlara verilmemesi.
10. Müslümanları bölmeye, parçalamaya, yenmeye, zelil ve esir etmeye, İslamdan uzaklaştırmaya, yabancılaştırmaya çalışan harbî kafirlere karşı uyanık olmak, onların tuzaklarına düşmemek.
Bugün Türkiye’de Sünnî çoğunluk arasında büyük bozukluklar, parçalanmalar, bölünmeler, birbirlerine düşmanlık etmeler, gıybet ve diğer lisan afetleri, yaygın ve yoğun bir gaflet görülmektedir.
Bana inanmayanlar sabah namazlarında camilere gitsinler. Halk ve bilhassa gençlik sabah namazlarını cemaatle kılmaktan yüz çevirmiştir. Bundan daha büyük bir yoldan çıkma olabilir mi?
Kur’an bize ne diyor?.. Allah’a ve Resulüne itaat edin… Resul (Salat ve selam olsun ona) bize ne diyor?.. “Münafıklara en ağır gelen şey sabah ve yatsı namazlarıdır. Onlar bu ikisindeki hayrı bilmiş olsalardı, sürünerek bile olsa (camiye cemaate) gelirlerdi”.
Kur’anda namazdan sonra üzerinde en fazla durulan ibadet zekat değil midir?
İslam’ın temel şartlarından biri, Allah ile olan bütün işlerimizde ihlaslı olmak değil midir?
Allah bize adaleti emr etmiyor mu?
İslam faizi/ribayı kesin olarak yasaklamamış mı?
İslam’da hırsızlık, haram yemek, hortumlama, ihalelere fesat karıştırma, rüşvet haram ve ağır suç değil midir?
İslam zinayı Kitab, Sünnet ve icmâ ile kesin şekilde büyük günah ve suç saymış ve kötülememiş midir?
İslam lüksü, israfı, saçıp savurmayı, gösterişi, kibri, gururu, aşırı tüketimi, aşırı konforu beyinsizlik saymış ve yasaklamamış mıdır?
İslam’ın temeli güzel ve iyi ahlak üzerine kurulu değil midir?
İslam kadınlara ve kızlara büyük değer verdiği, onları çok muhterem saydığı için iki tür tesettürü emr etmemiş midir?
Şimdi biraz yukarıdan, çok geniş bir bakış açısıyla memleketimize ve halkımıza bakınız. Bizde, İslamî ölçülere göre büyük bir kirlenme, doğru yoldan sapma, dinî konularda isyan, tehâvün (hafife alma), yaygın ve yoğun bir fısk ve fücur patlaması görülmüyor mu?
Kur’an ve Sünnet bize azgınlıkları ve günahları yüzünden batan devletleri, ülkeleri, toplumları anlatıp bildirmiyor mu?
İslamî ölçülere vurulduğunda bugünkü sistemin veya düzenin (yahut sistemsizliğin ve düzensizliğin) Kur’anî, Nebevî, Şer’î prensiplere ters düştüğü açıkça görülmüyor mu?
Dinimiz bize küfrü beğenen ve övenin kafir olacağını söylemiyor mu?
Müslüman halkın nicesinin beyinleri şeytanî propagandalarla yıkanmıştır.
Müslüman elbette Allah’tan ümid kesmez. Çünkü Kur’an bize, ancak kafirlerin Allah’tan ümid keseceğini bildiriyor. Müslüman ümit kesmez ama bunca kötülük, günah, isyan, küstahça işlenen açık fısk ve fücur varken, namaz büyük ölçüde terk edilmiş ve insanlar şehvetlerine uymuş iken “Durum çok iyidir, gelecek çok parlaktır” demez.
Allah bizi imtihan etmektedir.
Allah bize hürriyet, fırsat, imkan vermiştir.
Biz bu hürriyetten, bu fırsat ve imkanlardan, bunca paradan yararlanarak İslam, İman, Kur’an, Sünnet ve Şeriat için çalışmazsak dünya/hayat sınavını kaybederiz.
Bu ve bu gibi yazılarımdan dolayı beni fitne çıkartmakla ve karamsarlıkla suçlayanlar olacaktır. Böyle bir yazı Hâman-sıfat Millî Şef diktatörlüğünde yazılmış olsaydı, fitne çıkartmaktan bahs edilebilirdi. Bugün büyük bir hürriyet ve imkan içindeyiz. Halkı uyandırmaya, gayrete ve harekete geçirmeye çalışmak fitne olmaz. Asıl fitne böyle uyarıların yapılmamasıdır.
Eskiden batsın bu bozuk düzen, yerine âdil İslamî bir düzen gelsin diye haykıran, ellerine imkan ve fırsat geçince bozuk dedikleri düzenin haram rantlarına saldıran sahte mücahitler (yeni müteahhitler) bu gibi yazılardan hiç hoşlanmaz.
Bir müddet daha böyle uyarılar yapacağım. Bunu bir vazife bilmekteyim.
Sinirlenirseniz satrancı kaybedersiniz. Hayli yanlışlar ve falsolar yapıyorsunuz. Rakibiniz hiç acımaz, sizi mat ederse işiniz bitiktir. Saygılar.
İstanbul Boğazı’nın kuzey kısmında ağaç ve yeşillik katliamı başladı. Ağaç kesmek çok uğursuz bir iştir. Kıydığınız ağaçların altında kalarak helak olabilirsiniz. Sizi uyarıyorum.
Şarkıcıların, futbolcuların, oyuncuların, dansözlerin, mankenlerin, çalgıcıların, şubedebazların yatak odası ve ayak üstü seks fantezilerini bırakın da yaklaşan depremlere karşı ne yapılacak, halkı bu konuda uyarın.
İçinde bin dalavere döndürülen bir kurumun başındakilere: Haber aldığıma göre borca batmışsınız, iflasın eşiğindeymişsiniz. Beter olun derim.
Halka, halis yüzde yüz dana eti diye evcil domuz, yaban domuzu, eşek eti yedirdiğiniz meydana çıktı. Kazandığınız haram paralar zehir zıkkım olsun, burnunuzdan fitil fitil gelsin. Sürüm sürüm sürünün. Siz ve size göz yumanlar beladan belaya uğrasın.
Kurumlu bir kuruma: Halktan e-posta ile gelen şikayet dilekçelerini gelir gelmez anında silen bir çete varmış içeride. Bilgisayardan silebilirsiniz ama kirâmen kâtibîn meleklerinin defterinize yazdıklarını silemezsiniz. Dilerim dünya da rezil ve rüsvay olunuz.
Ne kalın kafalı adammışsın, terörün bir Kürt hareketi değil, bir Kripto hareketi olduğunu hâlâ anlayamadın.
Küçük bir hesap dersi: Helal ve tayyib bin lira, haram ve kara on bin liradan hayırlıdır. Bunu ne zaman idrak edeceksin?
Bütçen pirzola ve biftek yemeye yetişmiyorsa, sen de yeşil mercimek yemeği yap, pişerken içine sarımsak ve hafif acı biber ilave edersen nefis olur. Yanında meyhane pilavı ve erik hoşafı. Bol bol şükr ederek afiyetle yersin. Nankörce sızıldanmaları bırak.
Sokakta yanındaki delikanlıyla herkesin arasında utanıp arlanmadan öpüşerek yürüyen başörtülü kıza: Pek hayâlı bir yosmaymışsın, kırk bir kare maşaallah! Tüh tüh tüh… Hak tuuu!
Geçen günkü kahvaltı sofrasında bir kuş sütü eksikti. Misafirler nefis nevaleleri yerken Suriye’de, Arakan’da, Somali’de ve daha nice ülkede Müslümanlar tavuk gibi boğazlanıyordu ve sizin iştihanız hiç kapanmadı. Ne yaman Müslümanlarmışsınız!
Tecavüze uğrayıp hamile kalan ve çocuğunu doğurup sokağa atan kızın annesine ve babasına: Dövün bakalım şimdi dizlerinizi…
Elli bin liralık oto senin ihtiyacını görürdü. Gittin yüzelli bin liralığını aldın. İsraf ettiğin yüz bin liranın zekatını vermelisin.
Yalakanın ve yağcının birine: Senin suratına toprak saçmak lazım ama sen de boş durmazsın, kova kova çamur dökersin.
Haftada en az bir gün lüks otomobilinle sabah namazına camiye gitme kararını duydum. Tebrik ediyorum. Bu fakir için de ne olur dua buyurunuz.
(Kendime:) Son tahlillerin kötü çıktı. Hemen sıkı perhize girmelisin.
Sekiz katlı apartmanın bir katında yangın çıkar ve yayılırsa, bir kat değil, sekiz kat da yanar.
Ben ihlaslıyım diyenin ihlassız olduğunu bilmiyor musun?
Şeyhim beni kurtarır diyormuşsun, peki şeyhini kim kurtaracak?
Ağla, belki açılırsın.
Çok acele üç fakir bul ve onlara ucuz da olsa bir lokantada Allah rızası için yemek yedir. Sana bu telgrafı niçin gönderdiğimi ileride anlayacaksın.
Sadaka vermediğin gün olmasın. Evde veya büroda bir sadaka kutun bulunsun, içine her gün imkanına göre para koy, biraz birikince gerçek bir fakire ver. Sadaka parasıyla sigara alana, telefonuna kontür koydurana veya külüstür otosuna benzin alana verme.
Bulaşık ve şüpheli işlerden uzak dur. Durmazsan yanarsın, ileride uyarılmadım deme. 11 Temmuz 2012
Siz pırıl pırıl, tertemiz, son derece ahlaklı ve faziletli, şeffaf, zerre kadar haram yememiş, kirli ve kara serveti olmayan, gayet doğru ve dürüst bir kimse misiniz? Böyleyseniz anonim sözlerim, suçlamaların, tenkitlerim sizi kapsamaz. Rahat olun biraz.
Gerçekten böyleyseniz vazifenize devam edin, hizmetleriniz sürdürün. Halk bilmiyormuş, önemi yok, Hâliq=Yaratan biliyor ya…
Siz son derece faziletliymişsiniz de ben sizi övmüyormuşum… Durun biraz bu konuyu inceleyelim:
Faziletli insanlar övgü istemezler. Büyük insanların övgüye ihtiyacı yoktur.Ben her faziletli insanı övmeye mecbur değilim.
İlle de övgü, pohpoh istiyorsanız, hayli zengin bir kimsesiniz, parayla bir övgücü=meddah kiralarsınız, meramınıza nâil olursunuz. Hani paralı ağlayıcılar var ya, onlar gibi…
Faziletli, doğru dürüst kimselere iftira eden kişi rüzgâra karşı tükürmüş olur. Bir şem’a ki, Hak yandıra, onu kimse söndüremez. En rahat yastık vicdandır.
Ne mutlu size ki: Saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemiyorsunuz. Gayr-i meşru yollardan zengin olmuyorsunuz. Muhlisen lillah
din, iman, Ümmet, memleket, halk için hizmet ediyorsunuz.
Servet ve mal beyanınız apaçık ortada. Zimmetinizde haram, karanlık, kirli, şüpheli bir kuruş yok. Makam ve mevkiinizde yükseldikçe, hizmetleriniz çoğaldıkça o nispette de tevazuunuz, alçak gönüllülüğünüz, mahviyetiniz artıyor.
Ne mutlu size ki: Devlet işiyle meşgul olurken devletin mumunu yakan, o iş bitince kendi kandilini uyandıran Hz. Ömer gibisiniz. Başucunuzdaki levha-i garra ne kadar mânalı:
“Dünya fâni” yazıyor celî hatla… Evet dünya sadece fâni değil, çok fânidir. Hem de çok aldatıcıdır. Mallar, çoluk çocuk, makam mevki, şöhret, alkış, lüks meskenler, lüks dabbeler, lüks hayat… Hepsi fâni, hepsi boş.
Sizin ana prensibiniz fâni dünyaya aldanmamak ve Hakk’ın rızasını kazanmak için var gücüyle çalışmak mıdır?.. Öyleyse bin kere aferin size, hezar ahsente size.
bir gün sabah namazına kalkamamış, uyanınca bir de bakmış ki, güneş doğmuş. Çok üzülmüş, çok ağlamış, “Uyan ey gözlerim uyan bu hab-ı gafletten” ilâhisini yazmış. Siz de öyleyseniz ne mutlu size.
Konuşursanız hikmetle konuşuyorsanız,
Dünya malları konusunda çok perhizkâr iseniz,
Sizde zerre kadar riyaset hırsı yoksa,
İhlasın heykel-i mücessemesi iseniz,
Temiz, tertemiz iseniz…
Ben faraza iftira etsem, çamur atsam sizin faziletinizden hiçbir şey eksilmez. Hem rahat olun biraz, bendeniz faziletli, doğru dürüst hiçbir hizmetkâra dil uzatmam. İhlaslı iseniz Allah ihlasınızı arttırsın.
Bütün hayırlı işlerinizde başarılarınıza başarı katsın. Başarı=Tevfik sadece O’ndandır.
İslam ahlakı Kur’ana, Sünnete, hikmete (bilgelik) dayanır. Nazariyatı bırakalım ve bu ahlakın temel ilkelerine bakalım:
1. Doğruluk ve dürüstlük prensibi. Osmanlılar buna istikamet derdi. Bir yerde doğruluk ve dürüstlük hakim değilse orada gerçek İslam ahlakı yoktur. Doğruluk sadece lafla, edebiyatla olmaz. Doğruluk yaşanan, hayata uygulanan bir değerdir. Doğruluğun olmadığı bir toplum ism ve resm olarak Müslüman olabilir, ruh olarak değildir.
2. Adalet. Adalet İslam’ın öteki temel şartlarındandır. Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı bir ülke hem Darülislam, hem de Darüladale(t)’tir.
3. En geniş mânasıyla temizlik, paklıktır. İslam maddî mânevî hiçbir pisliği, kirliliği kabul etmez.
4. Helalinden kazanmaktır. Haram yemenin yaygın ve yoğun olduğu Müslüman bir toplum, gerçekten ve vasıflı şekilde Müslüman değildir. Rüşvet, hortumlama, ihalelere fesat karıştırma, haram rantlar, haram ve şaibeli komisyonlar, bir ceketle başlayıp kısa zamanda Karun gibi zengin olmalar… bütün bunlar İslama aykırıdır.
5. Güvenlik. Can güvenliği… Mal güvenliği… Irz, namus, nesep güvenliği… Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti ve güvenliği…
6. Emr-i mâruf ve nehy-i münkerdir. İslam ahlaksızlığa, iffetsizliğe, azgınlığa hoşgörüyle bakmaz. Bunlarla mücadele eder.
7. Kadınlara saygı ve onları koruma. İslam, yasal (TC’li, KDV’li, gelir vergili, ödüllü, korumalı), gizli, yarı gizli kadın satışına, kadınların seks aleti ve kölesi yapılmasına izin vermez. Bir İslam idaresinde, bir malı satmak için şehevî, tahrik edici, ahlak bozucu seksî çıplak kadın resimleri kullanılmasına izin verilmez. İslam böyle ahlaksız bir hürriyeti kabul etmez.
8. Eşitlik. İnsanlar arasında mutlak eşitlik yoktur (alimle cahil, akıllı ile akılsız, ahlaklı ile ahlaksız, çalışkan ile tembel, bedevî ile medenî, 70 IQ’lu ile 130 IQ’lu eşit olamaz) ama onlar hukuk önünde eşittirler. Somut bir örnek vereyim: Büyük adamların, büyük zenginlerin, güçlü ve forslu kişilerin çocukları tehlikeli bölgelerde askerlik yapmıyor, ateş hatlarına hep fakir fukaranın, ezilen güçsüzlerin çocukları gönderiliyor. İslam ahlakı böyle bir eşitsizliği ve ayırımı kabul etmez.
9. İslam ahlakına göre insanların gizli ve saklı günahları, ayıpları, kusurları araştırılmaz, tecessüs edilmez. Lakin günahlar, kötülükler, dinin fısk ve fücur dediği kötü şeyler açıkta, utanıp arlanmadan, küstahça ve edepsizce işlenirse İslam bunu kabul etmez.
10. İslam’da para ana değer değil, ticareti ve sanayii yürütmek, hizmet etmek, mâlî ibadet yapmak için bir alet, vasıta ve sermayedir. Paranın amaç ve ana değer olması İslamla asla bağdaşmaz ve uyuşmaz.
11. Kanaat ile ölçülü yaşamak. İslam lükse, israfa, sefahata (beyinsizlik), aşırı tüketime, aşırı konfora karşıdır. Bunlar dolaylı şekilde sosyal adaletsizliğe yol açar ve toplumu yıkar. Müslüman bir toplumda lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks binitler, lüks dekorasyon, lüks giysiler, lüks yeme içme yaygın olamaz. Bunlar kınanır meşru yollardan engellenir. Lüks ve israf tutkunları beyinsizdir, ayıplanmaya layıktır.
12. Emaneti ehline vermek. Bütün işler, başkanlıklar, makamlar, mevkiler, memuriyetler, hizmetler ehil ve layık kimselere verilecektir. Ehliyetsizlerin makam ve memuriyet sahibi olduğu bir toplum batar.
13. Danışma=istişare. İslam toplumunda işler, hizmetler, projeler ehline danışılarak yapılır.
14. Nereden buldun?.. Herkesin serveti (âdil şekilde olmak) üzere sorgulanmalıdır. Kazancı, malı, serveti, zenginliği meşru ise eyvallah. Meşru değil, haramsa, hırsızlıkla, ihalelere fesat karıştırarak, hortumlama yaparak elde edilmiş kara, kirli, necis, cehennemî bir servetse ondan hesap sorulmalıdır.
15. İslam’ın en önemli ahlak prensiplerinden biri riyasete=başkanlığa talip olmamak, bizzat istememektir. İslam, riyaset istemeyi haram kılmıştır. İsteyen değil, istenen (matlub) bile olsa, ehil ve layık değilse riyaseti kabul edemez.
İslam ahlakı kapitalist ahlakla uyuşmaz… Marksist ahlakla uyuşmaz… Liberal ahlakla uyuşmaz… Kemalist ahlakla hiç uyuşmaz…
İslam dini Kur’ana, Sünnete, Şeriata, hikmete göre azgınlık (fuhuş) olan hiçbir kötü, münker, çirkin şeye izin vermez.
İslam ahlakının anayasası Kitabullah olan Kur’an-ı Azimüşşan’dır.
İslam ahlakı konusunda en güzel örnek ve model Peygamber aleyhissalatü ve selamdır.
Asr-ı Saadet’ten bugüne kadar her asırda, her karnda, her devirde İslam, Kur’an, Sünnet ahlakı ile mütehalli (ziynetlenmiş) büyük şahsiyetler gelmiş ve Ümmete örnek olmuştur.
Yeryüzünde her zaman Allahın Halifeleri kamil insanlar bulunmuştur.
İki örnek vermek istiyorum: Mevlana Celalüddin Rûmî Efendimiz hazretleri, zaman zaman vekilharcına “Evin durumu nasıldır, ekmek ve yemek var mı?..” diye sorardı. Vekilharç , “Hiçbir şey yok, kiler tamtakır, ocakta kaynayan tencere yok…” cevabını verirse “Oh ya Rabbi Sana şükürler olsun, evim Peygamber evine benzedi…” derdi.
Mevlana’nın vefatından sonra irşad hizmetini devr alan
hazretleri, Dergah-ı şerife her gittiğinde yanında ibrikle abdest suyunu götürürdü. Dergahta su vardı ama
Resul-i Kibriya Efendimiz, fakir değildi, bazen eline çok büyük miktarda mal geçerdi. Lakin eline geçen para ve malın tamamını tasadduk eder ve bazen aç kalırdı.
Hz. Aişe radiyallahu anha validemiz anlatıyor: “Gökte bir hilal görünür, büyür büyür dolunay olur, sonra kaybolur, tekrar bir hilal, tekrar dolunay… Ve bu müddet içinde Muhammed
evindeki ocaklar tütmezdi. Çünkü pişirecek bir şey yoktu.”
Sık sık yazarım, tekrar ediyorum: Bugün Norveç, Japonya, Finlandiya, Yeni Zelanda gibi gayr-i Müslim ülkelerde, İslamın inancı ve ibadetleri yok ama temel ahlak ilkelerinin çoğu, Müslüman dünyasından olduğundan daha fazla var.
Ahlak iledir nizam-ı âlem
Ahlak iledir kemâl-i âdem 12 Temmuz 2012
Osmanlı devlet-i islamiyesinin ve diğer düvel-i islamiyenin niçin ve nasıl battıklarını şimdi daha iyi anlıyorum.
Bozulma ne demektir? İslam’a göre bozulmanın sebepleri şunlardır:
1. Allah bir Resul=Elçi, bir Kitab, bir Din göndermiş ve Doğru Yolu göstermiştir. İdareciler ve halk bu yoldan az veya çok ayrılınca, az veya çok bozulma başlar.
2. Allah en geniş mânasıyla
etmiştir. Adalet denilince sadece mahkemeler, kanunlar anlaşılmasın.
Ağaçların kesilmesi, yeşilliklerin tahribi, suların ve havanın kirletilmesi, evcil ve vahşi hayvanlara zulm edilmesi, çocukların kötü yetiştirilmesi de adaletsizliktir.
3. Devletlerin ayakta kalması, güçlenmesi, adaletin sağlanması; emanetlerin ehil olanlara verilmesiyle kabil ve mümkün olur.
Adalet gibi emanet de çok geniş bir kavramdır.
Bu temel kural çiğnenirse devlet de batar, halk da…
4. İslam devletini ayakta tutan temel sütunlardan biri
Ne bilgeliği? Kur’an, Sünnet, İslam bilgeliği. Müslüman idareciler ve idare edilenler bilge olmazlarsa her şey bozula bozula yıkılışa doğru yol alır.
5.
Müslüman bir ülkenin ve halkın idarecilerinin yeterli miktarda İslamî ilme, irfana, bilgiye, kültüre sahip olmaları gerekir. İslamî bilgi ve irfan nurdur, cahilî bilgi ve kültür ise zalamdır=karanlıktır.
6.
Müslüman bir ülkede kadınlar orta malı haline getirilince vahim bozukluklar başlar ve bunun önüne geçilemezse yıkılış ve dejenere oluşun önüne geçilemez.
7.
Doğruluğun olmadığı yerde salah=iyilik olmaz.
Şeriata göre bâtıl alış verişler varsa oradaki zenginlik bir keramet değil, bir istidractır ve sonunda yıkım getirecektir.
8.
Kur’an-ı Kerim’de ribacıların Allaha ve Resulüne savaş ilan etmiş oldukları beyan buyruluyor. Allaha ve Resulüne savaş ilan edenler iflah olmaz.
9.
Lüks ve israf beyinsizliktir… Gösteriş, gurur, kibir, saçıp savurma, lüks evi ve otomobiliyle övünme, lüks yemek yeme, her konuda lüks ve şatafat sergileme hep beyinsizliktir. Lüks ve israfa kapılan toplumlar yumuşar, gevşer ve düşmanlarının saldırılarını def’ edemez. Lüks ve israf toplumları sarhoş eder.
10. Dünyevî kültür ve teknikte düşmanlarından üstün olmayan Müslüman ülkeler ve toplumlar, düşmanlarının istilasına uğrar, hürriyet ve haysiyetlerini kaybederek esir ve zelil olur.
Fıkıh ve Şeriat bu anayasanın hayata uygulanması için yapılmış talimatnamedir.
Müslüman bir toplum ve ülke Kur’andan, Sünnetten, Şeriat ve fıkıhtan uzaklaştıkça batmaya mahkûmdur. Böyle bir durumda zenginlik, kalkınma, ilerleme, refah gibi haller keramet değildir, istidractır.
Müslümanlar için Kur’an, Sünnet, fıkıh, Şeriat, hikmet ve ahlak-ı islamiye dışında; izzet, necat=kurtuluş, i’tila=yükselme, salah=iyileşme yoktur.
Riba, zina, israf kesin şekilde haram kılınmıştır. Bu kebirelere=büyük günah ve isyanlara batan Müslüman toplum iflah olmaz.
Beş vakit namaz İslam’ın temel ibadetidir, Kur’anda ve Sünnette en fazla emr edilen farz ve Sünnet odur.
İslam dini kadın ve kızları kutsal saymıştır. Kadını ve kızı alçaltan, ayağa düşüren, açan, iffet ve namus şişesini taşa çalan bir İslam toplumu iflah olmaz.
Allaha ve Resulüne karşı savaş ilan eden ribacıların sonu iyi olmaz. Lüks ve israf beyinsizliğine duçar olanların akıbetleri kötü olur. Kur’anı okuyup da içindeki emirlere, yasaklara ve öğütlere uymayanlar beyinsizdir.
Allah Kur’anda
beyan buyurmuş ve ona uymamızı, ona itaat ve biat etmemizi emr etmiştir. Bu emre uymayanlar iyi, akıllı, firasetli Müslüman değildir.
Kur’an, Sünnet, Şeriat yolunu bırakan Müslüman bir toplumun zenginleşmesi hayra alamet değildir.
Ebedî kalınacak dâr olan ahireti unutup fâni dünyaya yönelen, dünyevîleşen, altın ve gümüşe, dolar ve euroya meftun ve mübtela olan Müslüman bir toplumun uyarılması lazımdır.
Halk müjdelenmeli ve korkutulmalıdır. Bugünkü gidişi, İslamî değer, ölçü ve kıstaslara vuruyor ve geleceğimizi parlak görmüyorum.
Yeni bir haber: On üç yaşındaki kız ile dost hayatı yaşayan genç, kızı öldürme sebebi olarak, çocuğumu kürtajla aldırmış, ben de onu boğarak öldürdüm demiş.
Bundan birkaç sene önce bir tv programına davet edilmiştim. Sunucu hanım “Yurdun bazı yörelerinde on dört yaşındaki kızları evlendiriyorlar; bu yaştaki kızlar çocuk sayılır, bunları evlendirmek cinayettir…” demişti.
Maalesef ülkemizde
on dört değil, on üç yaşında kızlar gayr-i meşru yollardan hamile kalabiliyor. Jinekoloji
uzmanlarıyla konuşabilirseniz onlar bu konuda sizlere çok garip ve üzücü şeyler anlatacaklardır.
Bunun birinci sebebi
dır.
Elinize çağdaş bir gazete alıyorsunuz, gazetecilikle hiç ama hiç ilgisi olmamasına rağmen
görüyorsunuz. Tv’lerde de sekse, cinsel tahriklere büyük yer ayrılıyor.
Bundan kırk sene önceleri Müslüman kesim müstehcen yayınlardan, seks patlamasından çok rahatsızdı. Makaleler yazılıyor, kitaplar çıkartılıyor, yüksek sesle protesto ediliyordu.
Günahsız insan ve toplum olmaz. Lakin günahların, ayıpların frenlenmesi, gizlenmesi, önlenmesi, işlenmesinin zorlaştırılması lazımdır. Bu yapılmazsa, günah ve ayıp lağımları patlar, pislik selleri oluşur ve büyük bir kokuşma meydana gelir.
Analı babalı on üç yaşındaki bir kız nasıl oluyor da, kendisinden on iki yaş büyük bir adamla gayr-i meşru cinsel münasebetler yapabiliyor, çocuk peydahlıyor, çocuğunu kürtajla aldırıyor?
Bugünkü Avrupa medeniyeti ile İslam’ın ahlak, namus ve iffet anlayışı asla bağdaşmaz. Bizim kara dediğimize onlar ak der.
İffet kavram ve değeri İslamın temel ilkelerindendir. Müslüman bir toplum iffet konusunda yoldan çıkarsa dejenere olur ve çöker. Bugünkü iffetsizlikte, seks patlamasında
Zinayı suç olmaktan çıkarttılar.
ve kolluk kuvvetleri bu konuda hiçbir önlem alamaz.
yüzlerce yolcunun içinde bir saat boyunca birbirine sarılmak, öpüşmek, karşılıklı mıncıklaşmak da serbesttir. Feribotun güvenlik memuru, şikayet eden Müslüman hanıma ne cevap vermişti: Bu konuda bir şey yapamayız… İstemiyorsanız gemiye binmeyiniz!..
İstanbul’un bazı yerleri bilhassa geceleri
haline gelmiştir. Yurt dışından bol miktarda seks işçisi getirilmektedir.
yanında bin misli yarı-gizli seks faaliyetleri yapılmaktadır. Polisin bunları bilmemesi düşünülemez. Şehir baştan başa dijital kameralarla donatılmıştır.
Dilimizde
diye bir tâbir vardır.
Buradaki ibadetten maksat
ibadetlerdir.
herkes görür… Lakin nafile namazlar, nafile oruçlar, zekat dışındaki nafile sadakalar gizli verilir. Öyle ki, sağ elin verdiğinden, sol elin hali olmaz.
Bir punduna getirip
gibi sözler münafıklık alametidir.
Nafile oruç tutan kimsenin, oruçlu olduğunu
kimse bilmemelidir. Maneviyat büyükleri, nafile oruç tuttuğunu bildirmemek için
demiştir.
Kabahatler ve günahlar da gizli olmalıdır.
Müslüman bir ülkede çeşitli fuhşiyat
büyük günahlar, çirkin haller; küstahça, pervasızca, rezilce, utanmazca, açıkça işlenirse durum çok vahim demektir.
Açıkça ve küstahça günah işleyen azgınlarla birlikte, onları engellemeye çalışmayan emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan sözde iyiler de azaba çarpılabilir.
Türkiye Müslümanlarının bir İmam-ı Kebiri, bir Ümmet teşkilatı, bir gücü olsaydı, bugünkü açık günahların hiç olmazsa bir kısmı önlenebilirdi.
Hiç unutmayalım: On üç yaşındaki kız
dost tutuyor, gebe kalıyor, çocuğunu aldırıyor, dostu da buna kızıp onu boğuyor…
Bazı televizyonlara bakınız… Şu sıcak günlerde sokaklara, meydanlara bakınız… Sultanahmet Camii’ni gezmeye gelmiş turistlere bakınız…
Bunlar İslam’a göre iyi şeyler değildir. Bunlara alışmak çok kötü bir alışkanlıktır.
Müslümanın münker
şeylerden razı olmaması gerekir. Gücü ve statüsü nispetinde bunlara muhalefet etmesi gerekir. İslam’ın
farzını eda etmemek en büyük fitnedir.
kürtajla aldırıp katlettirdiği çocuğuna,
yazık oldu. Topluma da… 13 Temmuz 2012
Bir Müslüman olarak benim gözümde en şerefli, en muhterem, en saygıdeğer, en eli öpülesice kimseler; İslama, İmana, Kur’ana, Şeriata, ahlaka, halka, memlekete Allah rızası için ihlâsla hayırlı hizmetler eden kimselerdir.
En şerefsiz, ahlaksız, rezil, sefil, pespâye kimseler de din ve mukaddesat sömürücüleridir.
Bu memleketin en büyük kanayan yarası din sömürüsüdür.
Din sömürüsü Türkiye’nin geleceğini karartmaktadır. Din hizmetleri kesinlikle şu iki şeye alet edilmemelidir: 1. Zengin olmaya… 2. Şahsî prestij ve nüfuz temin etmeye…
Dinî hizmet ve faaliyetler için toplanan paraların tamamı İman, İslam, Kur’an, Sünnet, Şeriat, ahlak, İmamet ve Ümmet için sarf edilmelidir.
İman İslam Kur’an ve diğer mukaddesat hizmetkârları iki sınıfa ayrılır:
HAS HİZMETKÂRLAR: Bunlar halktan kesinlikle maddî ve (dünya ile ilgili) mânevî ücret istemezler ve beklemezler. Verilirse kabul etmezler. Allaha ve ahirete dönüktürler.
ÖTEKİ HİZMETKARLAR: Bunlar din hizmetleri için ruhsat ve fetva ile geçim parası, ücret, maaş alabilirler ama asla ve asla bu yolla zengin olamazlar.
Nasıl subaylık zengin olmak için yapılmazsa, din hizmetleri de yapılmaz.
Din hizmetlerini alet ederek halkı soyan, toplanan paraların bir kısmını zimmetlerine geçirerek zengin olanlar mel’un ve menfur kimselerdir.
İslam ticaret, sanayi, ziraat, ithalat, ihracat, çeşitli dünyevi hizmetler yaparak zengin olmaya cevaz vermiştir ama din ticaretine, kadın ticaretine, riba ticaretine izin vermemiştir.
Kur’an, Sünnet, Şeriat Müslümanlığı zekâtla cami yapımına bile izin vermiyor.
İslamî hizmetler ve faaliyetler için Müslümanlardan toplanan paralarla hiçbir cemaat ve tarikat başkanının şahsî reklamı yapılamaz.
Hiçbir cemaatin ve tarikatın reklamı yapılamaz.
Hizmet paraları Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın, hikmetin ışığında i’lâ-i Kelimetullah için harcanmalıdır.
İslamî hizmet paralarıyla hiç kimse lüks otomobillere binemez.
Bu paralarla hiç kimse lüks ve müzeyyen evler edinip Firavun gibi yaşayamaz.
İslamî hizmet paralarının bir lirası bile ziyan edilemez.
Din sömürücüleri, karı satanlardan daha alçaktır.
Din sömürücüleri İslam’ı içinden yıkmaktadır.
Din sömürüsü İslam’a ve Müslümanlara çok büyük zararlar veren dehşetli bir beladır.
Müslümanlar, bu korkunç ve tahripkâr beladan kurtulmak için Kur’anın, Sünnetin, hikmetin, geçmiş büyüklerin uygulamalarının ışığında çare ve çözüm arasınlar.
Allah rızasını kazanmak için, Resulullullahın biiznillah yapacağı şefaati ümid ederek, dünyevî değil uhrevî mükafat almak için; İslama, İmana, Kurana, Sünnete, Şeriata, Ümmete hizmet eden has ve salih hizmetkarların ruhaniyetleri üzerimize olsun. İnşaallah onların makbul duaları dairesi içinde oluruz.
Münafık sahte hizmetkarlar bizden uzak olsunlar.
1. Bir kimse İslâmiyet’in bütün farzlarını, vaciplerini, müekked sünnetlerini kabul etse sadece inkâr edilmesi kişiyi küfre götüren bir hükmü, değeri inkâr etse kâfir olur.
2. Resulullâh Efendimizin
sünnetini, emir ve yasaklarını, öğütlerini inkâr eden, o da kâfir olur.
3. Şeriat’ın tâzim edilmesini
istediği bir şeyi tahkir eden
kâfir olur.
4. Şeriat’ın tahkir edilmesini
istediği bir şeyi yücelten, o da kâfir olur.
5. Zaruriyât-ı Diniyye’den birini inkâr eden kâfir olur.
6. Küfür örtmek demektir, kâfir gerçekleri örten, gizleyen, inkâr eden kişidir.
7. İsim ve kimlik vererek belli bir şahsın kâfir olduğu ancak vazifeli ve selâhiyetli müftünün fetvasıyla, bu fetvanın yine vazifeli ve selâhiyetli kadı tarafından tasdikiyle ve bu hükmün İmâm-ül Müslîmîn tarafından kabul edilmesiyle olur.
8. İsim ve kimlik gösterilmeden, kural olarak,
denilebilir ama fetva ve kaza yetkisi olmayanların isim vererek tekfir etmeleri kesinlikle caiz değildir.
9. Kendisine ahir zaman Resûlü’nün daveti, tebliği, dini, kitabı, Şeriat’ı ulaşıp da bunları tasdik etmeyen, bunlara imân etmeyen insanlar kâfirler zümresi içindedir.
10. Her mü’min aynı zamanda Müslim’dir
ama her Müslüman görünen, mü’min olmayabilir.
11. İslâm dünyasında iki dinliler vardır. Dıştan Müslüman görünürler. Gerçekte ise dinleri başkadır.
12. Müslümanların, ilim, kültür, imkân, fırsat, zenginlik sahibi olanları bütün insanlığı,
Bu vazifeyi yerine getirmezlerse sapıklıkta kalan insanların vebâli onların üzerine olur.
13. İslâmiyet kâl ve hâl ile tebliğ edilir. Hâl olmadan, sadece kâl etkili olmayabilir.
14. İslâmiyet’i tebliğ edebilmek için onu
bilmek ve yaşamak gerekir.
15. Cemaat, tarikat, hizib, fırka, klik, sekt holiganlığı, militanlığı ve asabiyeti bir tür ırkçılıktır ve gerçek İslâm’la bağdaşmaz ve uyuşmaz.
16. Ümmet şuuruna sahip olmayıp,
olanlar İslâm’ı anlamamışlardır. Ve böyleleri doğru dürüst tebliğ ve davet yapamaz…
17. Kâmil mürşitlerin sohbetleri ve nazarları en güzel ve en etkili tebliğ ve davettir.
18. İnandıklarını ve bildiklerini hayatlarına uygulamayan kimselerin tebliğ ve davetleri etkili olmaz.
19. Müslümanlık yüksek ahlâk, yüksek karakter, hikmet, mürüvvet, fütüvvet demektir. Bunlara sahip olmayanlar halkı irşâd edemez.
20. Gıybet ve tecessüs, Kitab, Sünnet, ve icmâ ile haramdır; bu üç kebire’yi (büyük günahı) küstahça, utanmazca, hayasızca, fütursuzca, aşikâre işleyen fâsıkların başarılı tebliğ ve davet yapmaları mümkün olamaz.
21. Bazı hâllerde Allah-û Teâlâ hazretleri yüce İslâm dinini fâsık ve fâcirlerle de teyid eder.
22. İslâm’ı kimler hakkıyla tebliğ edebilir?.. Resûlullâh’ın ahlâkına sahip olanlar… Selef-i Sâlihin’in ahlâkıyla ahlâklı olanlar… İcâzetli, gerçek din âlimleri… İcâzetli gerçek fakihler… Mürşid-i kâmiller… Evliyaullâh…
23. İlimsiz, irfansız, kültürsüz, medeniyetsiz, hikmetsiz davet ve tebliğ olmaz. Yapılırsa, verimli olmaz.
24. Müslümanlar İslâm’ı, imânı, Kur’ân ahkâmını, Peygamber sünnetini insanlara tebliğ etmenin, ulaştırmanın değerini ve sevabını bilmiş olsalardı, evlerini mallarını, eşyalarını satıp parasıyla bu hizmetleri yaparlardı.
25. Davet ve tebliğ hizmetleri ihlâsla yapılır. Binaenaleyh bu yolla zengin ve maldar olmak haramdır. Sadece geçim imkânı olmayan hizmetkârlara geçinebilecekleri kadar ücret ve maaş ödenmesine fetva ve ruhsat verilmiştir. Zengin olmaları için verilmemiştir.
26. Bugün dünyada kendi dinleri için canla, başla hizmet eden taifelerin birincisi Yehova Şahitleri’dir… Listenin en gerisinde sanırım Müslümanlar yer almaktadır…
27. İslâm Dünyası’nda çıkan petrollerin parasıyla, değil Müslümanları, bütün insanlığı mânen ve maddeten kurtarmak ve selâmet sahiline ulaştırmak mümkündür. Yazık ki, bu yapılmamaktadır.
28. Türkiye Müslümanları tek bir ümmet hâline gelmeli, başlarına bir İmâm-ı Kebir seçmeli, ümmet çapında dört başı mâmur bir hizmet ve faaliyet plan ve programı hazırlamalı ve hem yurt içinde, hem İslâm Dünyası’nda, hem insanlık âleminde insanları doğru yola çağırmalıdır. Bunun için muazzam enstitüler, yayınevleri, vakıflar, medya kurumları tesis edilmeli, her yıl en az yüz lisanda yüz milyonlarca broşür, kitap, dergi, kaset yayınlanıp dünya çapında dağıtımı yapılmalıdır.
29.
Bazıları 100 bine yakın camiye klima cihazı koymak için çırpınıyor.
Beş yıldızlı, içkili, domuzlu otel ve restoranlarda ziyafetler tertiplenecek… Papazlarla, hahamlarla, patriklerle kucaklaşıp öpüşülecek… Bunlar faaliyet ve hizmet değil hezimettir.
30. Batı dünyası ve Japonya, teknik, pozitif ilimler, bayındırlık hizmetleri bakımından İslâm dünyasından yüksektedir. Onların imâna, yüksek ahlâka, mürüvvete ihtiyacı vardır. Biz Müslümanlar bu konularda onlara örnek ve önder olamıyoruz.
31. Ashâb-ı Kirâm efendilerimiz, İslâm’ın ilk asrında korkunç güçlüklere göğüs gererek bilinen dünyanın en uzak yerlerine gitmişlerdir. Hattâ bir rivâyete göre Amerika’ya bile gittikleri iddia edilmektedir. İnsanlara İslâm’ı tebliğ etmek için feragat ve fedakârlıkla hizmet etmişlerdir. Onlardaki gayretin binde biri bugünün imkânlı Müslümanlarında yoktur. Bu ne korkunç bir eksiklik ve ayıptır? 14 Temmuz 2012
Bu soruya birbirine zıt ve ters cevaplar veriliyor.
Bendeniz Âlevî Dedeleri tanıdım. Elimde yazdıkları bazı kitaplar da var.
Namaz kılan, oruç tutan, hacca giden Âlevîler vardır.
On beş sene kadar önce
kitabını ve cereyanını tenkit eden, Âlevîlerin Müslüman olduğunu beyan eden yazılar kaleme almıştım.
ziyaretime geldiler ve bana teşekkür ettilerdi. Aleviliği anlatan iki kitap da hediye ettilerdi.
On küsur sene kadar önce Türkiye’ye dönerken
bizim Anadolu Âlevîlerine benzeyen bir grup görmüş, yanlarına gidip selam vermiştim. Ayak üstü biraz konuşmuştuk.
sonra Şam’a geçmişler… Kendilerine Allah ziyaretlerinizi kabul etsin dediğimde âmin demiş ve benim grubumu kasd ederek Allah sizin ziyaretlerinizi de kabul etsin diye ilave etmişlerdi.
Yine on-on beş sene önce İstanbul’da
büyük bir halı deposunda çay içip sohbet ederken, Âlevî olan dükkan sahibi namaz için camiye gittiğini, bu yüzden tenkit edildiğini söylemişti.
1970’li yılların sonlarında,
, cami şadırvanında abdest alan bir Âlevî için bir Sünnînin “Bunun burada ne işi var!” dediğini nakl etmişti. O tarihlerde Çorum’da, provokatörler Sünnîlerle Âlevîleri birbirine düşürmeye çalışıyordu.
Bugün ülkemizde birkaç çeşit Âlevî vardır: Birincisi: Tek kimlikli inançlı gerçek Âlevîler. Diğerleri:
cereyanını başlatan ve bu konuda kocaman bir kitap yazan kişi köken itibarıyla Âlevî bile değildir.
Ermeniler Âlevîleri kullanmak istiyor… İsrail ve Siyonizm Âlevîleri kullanmak istiyor.
Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Gürcüler, Çerkesler, Abazalar, Pomaklar ve
Sünnîler Âlevîler…
Türkiye adında çok büyük bir bir gemide seyahat ediyoruz. Bu geminin selamette olması lazımdır ki, denize gark olup hep birlikte boğulmayalım.
Sünnîler ve Âlevîler birlikte barış içinde yaşamanın formülünü bulmalıdır. Sünniler Sünnî kalsın, Âlevîler Âlevî kalsın ama düşmanlık yapılmasın, gemi delinmesin;
;
Almanya’da
ile
nasıl barış içinde yaşayabiliyorlarsa bizde de
ve
barış içinde yaşasınlar. Bizdeki
birinci sayfasında yayınlanan
başlıklı çok önemli haber dikkatle okunursa bu yazım daha iyi anlaşılacaktır.
Gerçek Âlevî vatandaşlarıma ve kardeşlerime selam ve hürmetlerimi arz ediyorum. Yaşım ve sağlığım müsait olsa; Allah’a, Peygambere, Kur’ana, Ehlibeyte, âhirete iman eden gerçek Alevî Dedelerini ziyaret ederim. Yine Cem Evlerini ziyaret eder, namaz vakti gelince, oradakilerden izin alarak bir köşede namazımı kılarım. İç barışa, sosyal mutabakata o kadar çok ihtiyacımız var ki…
(
Madde 1. Ramazan pidelerinin pişkin, bol susamlı ve çörekotlu olmalarına büyük itina gösterilecektir.
2. Camilere gerekenden fazla klima cihazı konulacak ve bilhassa teravih namazlarında mabette serin rüzgarlar estirilecektir, zayıf ve nahif bünyeliler hasta edilecektir.
3. Hoparlörler sonuna kadar açılarak ezanların güzel okunması, namazların huzur ve huşu’ içinde kılınması engellenecektir.
4. Sabahları ve geceleri camiler gerekenden fazla aydınlatılacak, huzur bozucu çiğ ışıklarla nurlandırılacaktır.
5. Bir kısım Müslümanlar camilerde teravih namazı kılarken, Feshane ve diğer mekanlarda kadın erkek karışık Ramazan şenlikleri, etkinlikleri, eğlenceleri yapılacak, gaflet içindeki halk coşturulacak, neş’elere gark edilecek, göklere rengarenk kuyruklu maytaplar atılacaktır.
6. İçkili, domuz pirzolalı, beyaz şaraplı lüferli, fısk u fücurlu, mankenli beş yıldızlı mekanlarda; muhteşem, şaşaalı, debdebeli, mutantan, gösterişli iftar ziyafetleri tertiplenecek, bunların bazısına Rum Patriği, Ermeni Patriği, Katolik Monsenyörü, Protestan Pastörleri, Yahudi hahamları davet edilecek, neş’e ve muhabbet gırla gidecektir. (Bahaîleri niçin çağırmıyorlar acaba?)
7. Büyük camilerin yanlarında kurulmuş olan dinî kitap fuarlarında geceleyin harıl harıl kitap satılırken, yakındaki camide de teravih namazı kılınacaktır.
8. Zekat toplamaya hakkı olmayan birtakım dernekler, cemaatler, vakıflar, kuruluşlar fıkha ve Şeriata aykırı olarak bol bol zekat toplayacaktır.
9. İftar çadırları kurulacak ve her akşam kapılarına büyük yazılarla “Ey ahalî… Bugünkü iftarı Zengin oğlu Zengin, Hacı Abdülgani Pekzengin bey vermektedir” levhaları asılacaktır.
10. Ramazan boyunca camilerdeki cemaat biraz artacak, bayramdan sonra yine eski tas eski hamam azalacaktır.
11. Hali vakti yerinde Müslümanlar evlerinde veya restoranlarda Kur’ana ve Sünnete aykırı lüks, israflı, sefahatli, gösterişli iftar ziyafetleri verecekler, bunlara bir tek fakiri bile çağırmayacaklar, haddinden fazla (yedi mideyle) yiyeceklerdir.
12. Ramazan’da suçlar biraz azalacak, bayramdan sonra tekrar patlayacaktır.
13. Bu Ramazan da, eski Ramazanlarda olduğu gibi ülke çapında en az bir milyon Mushaf-ı Şerif satılacak, bol bol Kur’an tilavet edilecek, camilerde hafızlar mukabele okuyacaklar ama Kur’anın emir ve yasaklarına uyulmayacaktır.
14. İslam düşmanı dinsiz gazetelerin bazısı Ramazan münasebetiyle açık saldırıları durduracak, hattâ bir kısmı dinî kitaplar hediye edecektir. Bayramdan sonra saldırılar tekrar başlayacaktır.
15. Halkın bir kısmı oruç tutarken İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde alenen oruç yenecek, her türlü fısk ve fücur küstahça işlenecektir.
16. Erzurum ve diğer bazı dindar şehirlerde mahalle baskısı yüzünden açıkta yenilip içilmeyecek, bu hal agresif dinsizleri çileden çıkartacaktır.
17. Kudüs hurması adıyla lüks ve pahalı İsrail hurmaları satılacak, nice Müslüman bu hurmalarla oruçlarını açacaktır.
18. Reformcu bazı ilahiyatçılar İslam’da teravih namazı yoktur diye ter ter tepinecektir.
19. Geçen sene bir yatsı-teravih namazında Ankara Hacı Bayram Camii’nin içine erkekler sokulmamış, mâbet, bir kısmı dışarıdan otobüs ve minibüslerle taşınmış kadınlarla doldurulmuştu. Bu sene de böyle bir bid’at sergilenecek midir?
20. Ramazan boyunca camilerde vaazlar verilecektir ama bunların yüzde kaçı gençliği ve okumuş kesimi cezb edebilecektir?
21. Evvelki Ramazanlarda olduğu gibi bu Ramazan’da da Müslüman halkı uyaracak, aydınlatacak, bilgilendirecek, müjdeleyecek çeşitli konularda milyonlarca adet basılmış faydalı broşürler dağıtılmayacaktır.
22. Bütün Müslümanlar kardeştir konusunda basma kalıp konuşmalar yapılacak, yazılar kaleme alınacaktır ama Müslümanlar yine birbirinden kopuk irili ufaklı bin kadar cemaate, hizbe, fırkaya ayrılmış olarak kalacaktır.
23. Müslümanlar bu Ramazan’ı da başlarında kendisine itaat ve biat edilmiş bir İmam-ı Kebir bulunmadan geçireceklerdir. (Hadîs: “Zamanındaki İmam’a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”)
24. Suriye’de, Arakan’da, çeşitli ülkelerde Müslümanlar öldürülürken, işkence altında yaşarken, ezilirken, kan kusarken, açlıkla pençeleşirken, kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, sivil halk vahşice boğazlanırken Türkiye Müslümanlarının büyük kısmı keyfine bakacaktır. 15 Temmuz 2012
Moğolistan’da iken internete bakamamıştım. Döndüm, bir sürü üzücü haber okudum. Samsun’da dere yatağına yapılan apatmanları sel basmış, on iki vatandaş ölmüş.
Geçen sene Rize’de sel olduğunda böyle afetlerin sık sık olacağına dair yazılar yazılmış, tedbir alınması istenmişti. Bendeniz de bu mealde bir yazı kaleme almıştım.
Karadeniz sahil yolu yerinde durdukça bu gibi felaketler önlenemeyecektir. Dere yataklarına apartmanlar dikilirse böyle afetlerin meydana gelmesi önlenemez.
Karadeniz sahil yolu bir facialar yumağıdır. Çok üzüntülere ve acılara sebep olmuştur, olacaktır.
Hiçbir medenî ülkede denizin mavisi ile karanın yeşili arasına böyle çirkin bir duvar yapılmamıştır.
Bu bir utanç duvarıdır. Hatırlıyor musunuz, bu yola karşı çıkan bir avukat öldürülmüştü… Daha önceki afetlerden, felaketlerden, sellerden ders alınmadığı için bu son felaket meydana gelmiştir.
Sahil yolu, dere yataklarına dikilen apartmanlar, her yıl şiddetini arttıran seller…
Raporu hazırlayan uzmanlar, gerçekleri gizledikleri ve gerekli uyarıları yapmadıkları takdirde gelecekte olabilecek afet ve felaketlerden mânen ve maddeten sorumlu olmalıdır.
Bu dediğim yapılmazsa ileride yeni facialar olabilir.
Dere yatağına apartman yapılmasına izin veren belediyeler, dünya mahkemeleri tarafından cezalandırılmayabilir ama Mahkeme-i Kübra’da onlardan hesap sorulacaktır.
Vatandaşları uyarıyorum: Sel yataklarına yapılmış binalardan mesken satın almayınız. Bu iş Rize’yle Samsun’la bitmez… Listede daha çok şehrin ismi var.
Çarpık yapılaşma felaket ve acı getirir. İstanbul’daki Ayamama deresi faciasını unutmayalım. Samsun’daki sel faciası nedir ki… İstanbul’da büyük bir deprem olursa belki de bir milyon vatandaş ölecektir.
Yüz binlerce çürük bina varmış… Bu çürük binaların ruhsatları var… Çoğunun projesinde mimarların imzası var… Kaçak yapıların imar aflarıyla beratları fermanları var…
İnsanlar kötülükleri, aksaklıkları, adaletsizlikleri kendi beşerî iradeleriyle önlemezlerse dikey çözüm devriye girer.
Dikey çözüm gelirse sadece kötülerin üzerine gelmez, genel gelir. Müslüman bir toplum kendisini ıslah etmezse, ıslah edilir…
Büyük Marmara zelzelesinde Gölcük sahillerine yapılmış binalar korkunç sarsıntılar içinde denizin dibine kayıvermişti.
Bu Allahın bir cezasıdır diyen Müslüman yazar mahkûm edilip hapse atılmıştı. Bir İslam ülkesinde şu iki şey çoğalırsa felaketlere, afetlere, cezalara hazırlanmak gerekir.
Birincisi binalar, gökdelenler, dev yapılar çoğalırsa… İkincisi zina yaygın hale gelirse. Bina ve zina…Bina ve zina…
O korkunç sahil yolu… Tahrip edilen yeşillikler… Dere yataklarına yapılan dev binalar… Ölenlere rahmet diliyorum… Yakınlarına başsağlığı diliyorum… Sorumluları uyarıyorum…
Sevgili vatandaşlarıma tekrar tekrar hatırlatıyorum: Aman sahil yolundan uzak durun… Aman dere yataklarını girmeyin… Aman kesilen ağaçlar, aman tahrip edilen yeşil bitki örtüsü… Aman buldozerler… Aman rantlar.
Boğaz tepelerinden birinde, geniş bir korunun içinde saray yavrusu bir köşk… Köşkün ikinci ve üçüncü katının pencere ve balkonlarından nefis bir manzara görünüyor. Hele teras hele teras… Oradan etrafı bir seyr etseniz hayranlığınızdan diliniz tutulur, nefesiniz kesilir… Firuze renkli Boğaz, gemiler, karşı sahildeki yalılar, korular… Evet çarpık yapılaşma ve rant yüzünden büyük tahribat olmuş ama Boğaziçi uzaktan yine güzel, yine muhteşem. Hele geceleri, karanlıklar çarpıklıkları ve çirkinlikleri örtünce biraz, şehrin, sokakların, evlerin ışıkları sihirli bir manzara oluşturuyor, insanı uzak hayal ufuklarına götürüyor.
Bütün bu güzellikleri görmek, görebilmek, hissedebilmek için sadece insan olmak yeterli değildir. Kültürü olan, estetik boyutu olan, gören, görebilen, algılayan bir insan olmak gerekir. Her göz bakar ama her göz göremez.
Nitekim, bahs ettiğim şahane köşkün bodrumunun altındaki lağımda yaşayan yaşlı sıçanın bütün bu güzelliklerden hiçbir nasibi yoktur. O, üst katlara, balkonlara, pencere kenarlarına, terasa çıkarak oralardan zemini, âsümanı, denizi, koruları, yalıları, Boğaz’da süzülen gemileri, çığlıklar atarak havada süzülen martıları, büyük fıstık çamında yuva kurmuş kuzgunî kargayı, dutlar oluncaya kadar öten bülbülü, bahçedeki havuzu, köşedeki selsebili, insanın içini bayıltan kokular saçan manolyaları, köşke tırmanan yaseminleri, hanımellerini, hiçbir şeyi, hiçbir şeyi göremez, anlayamaz, idrak edemez.
Dünya güzelliklerle, harikalarla, akıllara durgunluk veren âyetlerle doludur ama bunları her göz göremez, idrak edemez, hissedemez.
Solucanların kendileri birer harikadır ama onların gözleri yoktur ve görmezler. Lağım sıçanlarının güzellik temaşasından nasipleri yoktur.
Boğaz’ı, İstanbul’u, Suriçi tarihî bölgeyi, Kızıltoprak’tan Bostancı’ya kadar olan bölgeyi, eski köşkleri, eski yalıları, eski bahçeleri, eski evleri; rant hırsıyla tahrip eden, dünyanın en güzel, en füsunlu, şâirin bir taşına bütün Acem mülkünü değişmediği o sihirli şehri yıkıp yerine beton yığınları, ucube binalar, çarpık bir yapılaşma getiren; küçük sihirli bahçeleri kaldıran, her biri birer minyatür gibi yüze gülümseyen nar ağaçlarını kesen, o câzibedar şehrin yerine gürültülü, uğultulu, pis gazlarla dolu; soluk benizlilerin koşuşturup durduğu, evden işe, işten eve günde üç dört saatte gidilebildiği, ecdadının Türkçe mezar taşlarını bile okuyamayacak kadar câhil modern insanlarla dolu bir kentin mimarları, onların kültür ve zihniyetleri görmez, anlamaz, duymaz.
Onların gözleri vardır, görmezler. Onların kulakları vardır, işitmezler. Onların kalpler vardır, taş gibi katı. Onların vicdanları nasır tutmuştur… Eskiden bu şehirde güzel kokan güller varmış, şairler onlar için şiirler yazarmış.
Eskiden bu şehrin bahçelerinde bülbüller varmış. Onlar geceleri sabaha dek terennüm ettikçe hassas kalpli, gören gözlü, işiten kulaklı insanlar ağlarmış.
Eskiden bu şehirde kökler, konaklar, yalılar, Osmanlı evleri varmış. Onlarda beyefendiler, hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar yaşarmış.
Eskiden bu şehirde müezzinler minarelere çıkar gönülleri ihtizaza getiren, tüyleri ürperten, gözleri yaşartan lâhutî ve ruhanî ezanlar okurmuş.
Eskiden bu şehirde rical varmış; ulema, fukaha, meşayih varmış. Günde bin kere efendim diyen kibar bir halk varmış. Musiki, mimarî, hat, sanat, zarafet, mürüvvet varmış. Komşuluk, insanlık, Müslümanlık varmış.
Boğaz’ın bir tepesindeki köşkün cihannümasından etrafı seyr eden gören gözler varmış. Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii’nde okunan ezan Üsküdar’da Sultantepesi’nde duyulurmuş.
Kültürlü insanlar ezan sabâ makamından mı, rasttan mı okundu bilirlermiş. Gözleri görenler, kulakları duyanlar bir kuşun şakımasından heyecanlanırmış.
Beylerbeyi iskelesine yanaşan vapurlar, yolcularını boşalttıktan sonra hep birkaç dakika geç kalırmış. Beylerbeyi halkı o kadar kibarmış ki, iskelenin vapura açılan kapısından “Efendim önce siz buyurunuz… Estağfirullah zat-ı âliniz buyurunuz…” diye mücamele yaptıklarından gecikirlermiş, kaptan da düdük çalarmış…
Eskiden de para varmış ama put değilmiş. Paranın, malın, zenginliğin üzerinde değerler varmış. Gören gözler varmış, işiten kulaklar varmış, güzellikleri seven, çirkinliklerden nefret eden kalpler varmış…
Beton yokmuş, asfalt yokmuş, koşuşturma yokmuş; bazı mevtaların ardından tarih düşürülürmüş, musiki varmış, sanayi-i nefise varmış, perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde yüzlerce tekkede âyin ve zikrullah yapılırmış. Elbette kötülükler, çirkinlikler de varmış ama güzellikler kefesi ağır basarmış. Bilmem bütün bu anlattıklarımdan, Boğaz tepesindeki o şahane köşkün lağımında yaşayan salhurde lağım sıçanının haberi olacak mı? 16 Temmuz 2012
Siyasette, darbe denilen kopukluklar olabiliyor. Kaç çeşit darbe vardır? İkisini sayayım:
ASKERÎ DARBELER: 1960’taki, 71’deki, 80’deki darbeler gibi. Ordu idareye el koyuyor, seçimle gelen iyi veya kötü iktidarlar alaşağı ediliyor. Birkaç çeşit gerekçeleri var: Resmî ideolojiye hıyanet edildi, yolsuzluk ve partizanlık yapıldı, Atatürk devrimlerine sırt çevrildi, falan feşmekan… Darbeciler, halkın büyük kısmının seçtiği, sevdiği, güvendiği Adnan Menderes’i bin hakaretle muhakeme edip asmışlardı. Ona yöneltilen en büyük suç Anayasayı ihlal etmiş olmaktı. Darbeciler ne yaptılar? O Anayasayı çöpe attılar, yerine yenisini yaptılardı.
SİVİL DARBELER: Seçimle iktidar olamayan birtakım sivil güçler, çeşitli entrikalarla seçilmiş iktidarı devirip onun yerine geçmek isterler. Bu maksatla yargıda, idarede, devletin temel kurumlarında kadrolaşırlar.
Bendeniz bir vatandaş olarak, siyaset oyununun kurallarına göre oynanmasını isterim. Birinci kural şudur:
Seçimle gelen bir iktidar, seçimle gitmelidir.
İkinci kural:
Askerî olsun, sivil olsun bütün darbeler kötüdür, kopukluktur; ülkeye, halka, devlete zarar verir.
Bir soru:
Temel kurumlarda kadrolaşmak suç mudur?
Cevap: Değildir. Hele çoğunluğa mensup olan Sünnî Müslümanların kadrolaşmaya hakları vardır. Ancak bu kadrolaşma ahlak, adalet, ehliyet, liyakat, bilgelik sınırları içinde olmalıdır.
Cemaat, tarikat, hizip, fırka, grup, klik taassubu, militanlığı, holiganlığı ile yapılan kadrolaşma zararlı olur, fitne ve fesada sebebiyet verir.
Eğer Müslüman bir cemaat, kadrolaşma konusunda ehliyeti olmayan veya daha az olan kendi mensuplarını, ehliyetli “öteki” Müslümanlara tercih ediyorsa büyük fitne çıkar.
Cemaat kelimesi hangi manalara gelir?
1. Ümmet.
2. Hizip ve fırka.
3. Batılıların sekt dedikleri, asıldan ve özden uzaklaşmış, çok göze batıcı ve bütünden ayrı özellikleri olan topluluk.
Bugün Türkiye’deki İslamî cemaat ve tarikatlardan bazısı (hepsi demedim) normal dinî cemaat olmaktan çıkıp sekt haline gelmiştir.
Kelam alimlerinin, âdil ve objektif ilim adamlarının bunları incelemesi gerekir.
Bir ölçü:
Kadrolaşma şöyle yapılmalıdır: Emanetler (işler, memuriyetler, makamlar, mevkiler) hangi cemaat, tarikata, hizbe, meşrebe mensup olursa olsun en fazla ehliyeti ve liyakati olan Müslümana verilmelidir.
Emanetlerin tevdiinde farklılıklara bakılmaz.
Nakşî daha ehliyetliyse ona, Kadirî veya Nurcu daha ehliyetli ise ona…
Ehliyetsiz olduğu halde, bu bizdendir diye emanet vermek haram olur.
Müslümanlar arasında elbette fıkıh mezhebi, tasavvuf tarikatı, müspet mânada gruplaşma olacaktır ama her şeyin üstünde bir Ümmet olması, bu ümmetin bir İmam-ı Kebiri olması, teşkilatı olması, hiyerarşisi olması gerekir.
Ümmet yok, İmam yok, teşkilat ve hiyerarşi yok ama birbirinden kopuk irili ufaklı bir yığın cemaat, hizip, grup, tarikat var ve bunlar kendi bildikleri gibi hizmet ediyor… Böyle bir durum son derece vahimdir.
Türkiye Müslümanları şu anda (yüzde yüz değil ama) geniş bir hürriyete sahiptir. Müslümanlar çok zenginleşmiştir. Elde çok imkan ve fırsat vardır. Bunlardan istifade ederek en kısa zamanda bütün cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler bir konfederasyon veya federasyon şeklinde birleşmelidir. Başlarına ehil ve layık bir İmam seçmelidir. Kur’ana, Sünnete ve Şeriata uygun bir tüzük yapılmalıdır.
Bütün Müslümanlar İmam-ı Kebire biat ve itaat etmelidir. Protestanlaşma/parçalanma fitnesine son verilmelidir. İtikad tashih edilmelidir.
Beş vakit namaz ikame edilmelidir. Zekat Kur’ana, Sünnete, fıkha, Şeriata göre verilmelidir.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmalıdır. İslamî hizmet ve faaliyetler denetlenmelidir. Dinin, imanın, Kur’anın, mukaddesatın, tasavvufun tarikatın paraya alet edilmesi önlenmelidir.
Her türlü sekter zihniyete ve ayırımcılığa dur denilmelidir.
Kur’an, Sünnet ve Şeriat bütün mü’minleri tek bir Ümmet olarak görüyor.
Ümmetsizlik büyük bir felakettir. Bütün cemaat ve tarikatlar Ümmet’in içinde yer almalıdır.
Bu memleketin, bu halkın, bu devletin düzelmesi, ıslahı biz Müslümanların düzelmesine ve ıslahına bağlıdır.
“Siz ne halde iseniz öylece idare olunursunuz” buyurmuşlardır.
Cemaatlerin, tarikatların, parçaların; sivil darbelerle, saray entrikalarıyla, sekter kadrolaşmalarla, seçilmiş iktidarı devirip yerine geçmek istemeleri maceradır.
Müslümanlar siyaset oyununu, İslam’ın ve dürüst politikanın kurallarına göre oynamalıdır.
ABD’li yazar ve tarihçi Webster Griffin Tarpley, birtakım kehanetlerde bulunmuş, muhtemel bir Suriye savaşı modern Türkiye’nin sonu olur mealinde laflar etmiş. Bizim modernist/çağdaş medya da buna bozulmuş.
Modern Türkiye ile neyi kasd etmiş?
Kemalist Türkiye’yi mi?
Vesayet rejimini mi?
Millî kimlik ve kültüre savaş açan tek parti faşizmini mi?
Halkın 1928’den önce basılmış ve yazılmış Türkçe kitapları ve atalarının mezar taşlarındaki kitabeleri okuyamamasını mı?
Zinanın suç sayılmamasını mı?
Çoğunluğun din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak, çocuklarına istediği gibi din eğitimi verebilmek hürriyetlerin ayaklar altına alınmasını mı?
Gerçek din alimi yetiştirilen İslam Medreselerinin kapatılmış olmasını mı?
Modern kılıfı altında Türkiye’de bir Dönme hegemonyasının hakim olmasını mı?
Devletin genelev sermayelerine TC’li vesikalar vererek yasal, KDV’li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş yaptırtarak kadın satışına izin vermesini mi?
Türkiyenin teknikte, bilimde, endüstride, oto ve elektronik sanayinde Ortadoğu’nun Japonya’sı olamamasını mı?
Dünya temizlik ve şeffaflık anketlerinde notunun 10 üzerinden 5’in altında olmasını mı?
500 milyar dolar olduğu söylenen (Böyle şeylerin belgesi olmaz!) kara ve haram para birikimini mi?
Ailenin yapısına uymayan gayr-i millî Medenî Kanun ve toplumun yapısına aykırı Ceza Kanunu ile sosyal yapının çökertilmesini mi?
On beş yaşındaki kızların sokakta doğurmasını mı?
Eğitimin çökmesini mi?
A’dan Z’ye kadar her şeyin bozuk olmasını mı?
İç barışın ve toplumsal muvafakatin çökertilerek ülkenin terörün pençesine düşürülmesini mi?
Sözde laik denilen rejimin umum müdürlük seviyesinde resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı olmasını mı?
Diyanet Başkanını Tapu ve Kadastro müdürü gibi siyasî iktidar tarafından tayin ve azlini mi?
Paşa’nın ölümünden sonra çıkartılmış resmî ideoloji heyûlâsını mı?
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat darbelerini mi?
Adnan Menderes’in ve iki bakanının asılmasını mı?
Halkın seçtiği iktidarların, ordu tarafından alaşağı edilmesini mi?
Orduevlerine başörtülü ve sakallı Müslüman vatandaşların alınmamasını mı?
İstiklal Terör Mahkemelerini mi?
İskilipli Âtıf Efendi’nin ve nice ulema ve meşayihin idam edilmesini mi?
Nuri Demirağ’in uçak fabrikasının faşist rejim tarafından batırılmasını mı?
Şapka devrimi yapılmasını, halkın birçok yerde bunu protesto etmesini, edenlerin bir kısmının idam edilmesini mi?
On binden fazla tarihî caminin, medresenin, tekke binasının, taş mektebin, imarethanenin kapatılmasını, satılmasını, kiraya verilmesini, harap edilmesini mi? Amerikalı yazar ve tarihçi modern Türkiye denilince bunları mı anlıyor acaba? Ben Türkiyeli bir Müslüman olarak bu modernliklere karşıyım.
Türkiyemin ilimde, araştırmada, eğitim ve üniversitede, sanayide, ihracatta Japonya gibi olmasını, hattâ onu geçmesini istiyorum ama dinsizlik, ahlaksızlık, çözülme, dağılma, kokuşma istemiyorum.
Modern kelimesi aldatıcı ve yuvarlak bir laftır.
Güney Kore Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Meclis Başkanı, bakanları, elçileri, valileri millî ve yerli güzel otomobillere biniyorlar da modern Türkiye’nin büyük adamları, protokol ricali niçin yüzde yüz millî ve yerli Türk otolarına binmiyorlar?
Japonlar, yüzlerce yıl önce yazılmış Japonca kitapları, belgeleri okuyabiliyorlar da modern Türkler 1928’den önce basılmış ve yazılmış Türkçe kitapları belgeleri niçin okuyamıyorlar?
Japonlar isterlerse millî kıyafetleri kimono ile gezip dolaşabiliyorlar da Müslüman Türkler niçin millî kıyafetlerini ve serpuşlarını giyemiyor?
Amerikalının ve bizim çağdaşların ve İslam karşıtlarının modernlikten anladıkları bunlar ise batsın bu modernlik! 17 Temmuz 2012
Mali’nin kuzey kısmını ele geçiren Vehhabî ve Selefî meşrebli radikal İslamcılar evliya türbelerini yıkmaya başlamışlar. Ne kötü bir haber… Yıkılan türbelerin hem dinî kıymeti var, hem de mimarlık, sanat, kültür kıymetleri. Bunları yıkabilmek için Ehl-i Sünnet dünyasının ulema ve fukahasından fetva almak gerekmez miydi?
Cahil halk bu türbeleri ziyaret ederek şirke ve küfre düşüyormuş… Kimler söylüyor böyle?.. Vehhabîler, radikal Selefîler… Müslüman aleminin yüzde sekseninden fazlasını oluşturan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ulema, fukaha ve müftüleri böyle düşünmüyor.
Evet, yeterli din bilgisine sahip olmayan bazı cahiller aşırılıklar sergileyebilir ama onların yanlışları yüzünden evliya türbelerini yıkmak insafa, adalete, akl-ı selime, Müslümanlığa, insanlığa yakışmaz.
Suudî Arabistan’da şu anda Resulullah Efendimizle (Salat ve selam olsun ona) yanında yatan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in (radiyallahu anhüma) kabir ve kubbelerinden başka diğer bütün kabirler ve kubbeler düzlenmiştir. Peygamberimizin pak zevcelerinin, Aşere-i mübeşşerenin, Bedir ashabının, diğer sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiinin (radiyallahu anhüm ecmain), on dört asırdır gelip geçmiş ulemanın, fukahanın, evliyaullahın, müminlerin ve müminatın kabirleri artık silinmiştir. Ne korkunç vandallık!
Resulullah Efendimiz bir ara kabir ziyaretini yasaklamıştı ama sonra izin verdi, kabirleri ziyaret etmek ölümü hatırlatır buyurdu.
Vehhabiler Efendimizin türbesini de yıkıp düzlemek istiyor ama buna cesaret edemiyor.
Farz edelim Türkiye’de bir Vehhabî rejimi kuruldu, yapacağı ilk iş bütün türbeleri ve kabirleri yıkmak, mezarlıkları düzlemek olacaktır. Ne Sahabe kabri dinlerler, ne evliya, ne ulema, ne süleha…
Yıkacakları ilk türbe de Eyüp Sultan’daki Eba Eyyub el-Ensarî radiyallahu anhın türbesi olacaktır.
Zavallı Müslümanlar… İki ateş, örs ile çekiç arasında kalmışlar. Bir tarafta gaddar dinsizler, öteki tarafta gulüvve sapmış aşırı ve fanatik bid’atçiler…
1920’lerde İslam dünyasında iki ülkede tarikatlar, zikrullah, tekkeler, tasavvuf yasaklanmıştı. Kemalist Türkiye’de laiklik adına, Vehhabî Arabistan’da din adına…
Vehhabîler İbn Teymiye’yi büyük imam kabul ederler ama onun Şeyh Abdülkadir Geylanî’ye müntesip olduğunu bilmezlikten gelirler, onun vur dediğini öldürürler.
İman eden, beş vakit namazı kılan, zekatı veren, İslam’ın emir ve yasaklarına uyan tasavvuf ve tarikat Müslümanlarını şirk ve küfürle suçlayanların kendileri kafir olur.
1924’te son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han İstanbul’dan kovuldu, Sultan Vahdettin Han 1926’de İtalyada San Remo’da vefat etti, Halife Abdülmecid Efendi 1944’te Paris’te dünya hayatına veda etti. İslam alemi başsız kaldı.
Emperyalistler, sömürgeciler, Dönmeler, Kriptolar, İbn Sebe’ler, Lawrence’lar, Hempher’ler, Moiz Kohen=Tekin Alp’ler İslam dünyasını paramparça ettiler, Protestanlaştırdılar. Maalesef Müslümanların çoğu onların zokalarını yuttu.
Şimdi, istihbaratıma göre
Acaba Müslümanlar bu son zokayı da yutacak mı?
Bir yerde bir hahamın kabri tahrip edilse Yahudiler bütün dünyayı ayağa kaldırır. Bir yerde bir Katolik azizinin kabri tahrip edilse Papalık yeri ğöğü inleterek protesto eder.
ALLAH hırsızlığı, haram yemeyi, ribayı, zinayı, her çeşit fuhşiyatı (azgınlığı), rüşveti, kadın ticaretini, zulmü, bâtıl alış verişi, kumarı, işreti, çocuk öldürmeyi yasak kılmıştır.
Bu yasaklar Kitabullah Kur’an ile, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) Sünneti ile, icmâ-i ümmet ile kesin olarak bilinmektedir.
Bu sayılanlar hem büyük günah, hem ağır suçtur.
Bunların günah ve haram olduğunu inkar eden kafir olur.
Müslüman halka hitap ediyor ve nâçizâne uyarıyorum:
İmanınızı kurtarmak istiyorsanız bu haramları sakın hafife almayınız. Sakın bunları hoş görmeyiniz. Sakın sakın sakın ha, bunları önemsiz görmeyiniz. Sakın ola ki, biri, birkaçı veya hepsi için bu devirde geçerli değildir demeyiniz.
Böyle bir söz ederseniz namaz kılsanız da, cumaya gitseniz de, oruç tutsanız da İslam dairesi içinde kalamazsınız.
Çünkü kesin emir ve yasaklardan, zaruriyat-ı İslamiyeden birini inkar eden dinden çıkar.
Resûl-i Kibriya Efendimizin bir hadîs-ı şeriflerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Âhir zamanda yaşları küçük, akılları güdük bir topluluk çıkacaktır. Onlar Kur’an okurlar, okudukları Kur’an boğazlarından aşağıya kalplerine inmez.
Onlar Hayrülberiyye’nin (Resulullahın) sözlerini söylerler.
Onlar, gergin yaydan fırlayan okun ava isabet edip, o hızla avı delip çıkması gibi dinden çıkarlar.”
Evet Kur’an okuyan, hadîs zikr eden öyle beyinsizler vardır ki, dinden çıkmıştır.
Öyleleri vardır ki, Kur’an okurlar ama Allahın Kitabındaki 300 küsur muhkem=kesin âyetin tarihsel olduğunu, hükümlerinin bugün geçerli olmadığını iddia ederler.
Allah tarafından insanlığa hak din, hak nizam, hak yol olarak gönderilmiş ilahî İslam dinini; Avrupa medeniyetinin, Avrupa Birliği’nin, Feminizm ideolojisinin, kapitalizmin norm, kriter ve standartlarına ayarlamaya ve uydurmaya çalışmak hem ihanet, hem de hıyanettir.
Bir konuda, bir hükümde İslam ile AB, Batı medeniyeti, Feminizm, Kapitalizm, Liberalizm ters düşüyorsa, doğru olan İslam’ın hükmüdür.
Bütün doğru inançlar,
Bütün doğru hükümler,
Bütün doğru görüşler,
Bütün iyilikler, bütün güzellikler İslam’dadır.
İslamın yanlış dediğine doğru diyen, İslamın çirkin dediğine güzel diyen, İslamın kötü dediğine iyi diyen dinden çıkar.
İslamın temel ve zarurî hükümlerinde icmâ-i ümmet varsa, bütün mü’minler bu icmaya uymak zorundadır. Zaruriyat-ı diniyedeki icmâı inkar edenler dinden çıkar, kafir olur.
Günlük namazlar, Ramazan orucu, zekat, hac tartışılamaz. Kadınların tesettürü tartışılamaz. Riba yasağı tartışılamaz. İçkinin haram olduğu tartışılamaz. Rüşvetin haram olduğu, rüşvet alanın da verenin de cehennemlik olduğu tartışılamaz.
Zinanın haram olduğu tartışılamaz.
İcmâya aykırı ictihad yapılamaz. Böyle ictihadlar merduttur ve bunlara kulak asılmaz.
Zinanın Ceza Kanunu’nda suç olarak zikr edilmemesini hiçbir Müslüman doğru bulamaz.
TC başlıklı vesikalarla kadın satışını, bu satıştan KDV ve gelir vergisi alınmasını hiçbir Müslüman doğru bulamaz. Hiçbir Müslüman iffetsizliği hürriyet olarak kabul edemez.
Kur’ana, Sünnete, icmâ-i ümmete kesinlikle aykırı olan şeyleri en uygun ve en enerjik şekilde tenkit etmeliyiz. Tenkit edemiyorsak, kalben buğz etmeliyiz. Bu ise (hadîs-i şerife göre) imanın asgarîsidir.
Zamanımızda hürriyet vardır. Zamanımızda Müslümanlar inançları, fikirleri, görüşleri, tenkitleri yüzünden İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp idam edilmiyor.
Bugünkü hürriyetten ve genişlikten yararlanarak münkerleri (dinin kötü gördüğü, yasakladığı şeyleri) tenkit etmez, bunların izale edilip, yerlerine mâruf (dinin iyi gördüğü emrettiği) şeyleri getirmek için çalışmazsak dilsiz şeytan oluruz.
Ey Müslümanlar!.. Parti, cemaat, tarikat, hizip, fırka, sekt, klik taassubu ve holiganlığına kapılıp da dinimize hıyanet etmeyelim.
Kur’ana, Sünnete, Şeriata hıyânet etmeyelim. Kötü, bozuk, çarpık, sapık düzenin ve sistemin rantlarına, haram kemiklerine göz dikip de vazifelerimizi yapmazlık etmeyelim.
Âmirine bil mâruf ve nâhine ‘anil münker olalım. Kötülükler karşısında susmak (tenkit etme hürriyet ve güvenliği varsa) suç ve günahtır. Geceleri her çalının altında bir erkekle bir kadının seviştiği Kültür Parkı’nı tenkit edelim.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) “Rüşvet alan da veren de Cehennem ateşindedir” buyurmuşlardır. Rüşvete karşı olalım.
Her Cuma namazında hatip minberden inmeden önce mü’minleri azgınlığa (fuhşiyata) karşı uyaran âyeti okuyor. Biz de iman eden kullar olarak fuhşiyatı, zinayı, israfı, çıplaklığı, işreti, lüksü, kumarı, açıkta küstahça işlenen ve toplumda fitne ve fesat çıkartan fısk ve fücurları tenkit ve protesto edelim.
Tevhid inancını, Resulullahı, Kur’anın hak kitap olduğunu, İslam’ın Allah katında tek hak, makbul din olduğunu inkar eden kafirlerin de ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu iddia edenleri uyaralım.
Mârufu emr eden, Münkerden nehy eden, Doğruyu tutan ve destekleyen,
Bâtılı reddeden, Allah ile ezelde yapmış olduğu ahd ü misaka sâdık olan, Peygambere biat ve itaat eden vasıflı Müslümanlar olalım. 18 Temmuz 2012
SORU 1: İmam-Hatip okullarında, Kur’an Kurslarında, İslam medreselerinde, Müslüman okullarında, İlahiyat Fakültelerinde namaz nasıl kılınmalıdır?
CEVAP: Bütün İslam okullarında beş vakit namazın okulun camiinde okul imamının ardında bütün öğrenciler, muallimler, müderrisler ve idareciler tarafından cemaatle kılınması gerekir. Farz olan namazların kılınmasının keyfe bırakılması, isteyen kılar istemeyen kılmaz denilmesi İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata büyük hıyanet olur.
SORU 2: Bugün İmam-Hatip okullarında böyle bir uygulama yoktur. Bunun hükmü nedir?
CEVAP: Çok büyük bir eksikliktir, dinen suçtur ve günahtır. Eskiden dinsiz rejimler buna izin vermiyordu. Bugün oldukça geniş (lakin tam değil) din hürriyeti vardır. Bu hürriyetten yararlanarak farz namazlar cemaatle kılınmalıdır.
SORU 3: Medrese, kurs ve okullarda öğrencilerin namazları ayrı ayrı (münferiden) veya küçük cemaatler halinde kılmaları caiz midir?
CEVAP: Değildir. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz “Bir yerde iki Müslüman farz namazını ayrı ayrı kılsalar şeytan onları istila eder” buyurmuştur.
SORU 4: Öğrenci iken namaz kılmayan bir kimsenin okuldan ve fakülteden mezun olduktan sonra din görevlisi, imam, vaiz, müftü, Kur’an öğretmeni olması caiz midir?
CEVAP: Büyük sakıncası vardır.
SORU 5: Haftada bir gün tatili olan ve bu tatil gününde namaz kılmayan imamın ardında namaz kılınır mı?
CEVAP: Haberim ve bilgim olursa böyle bir imamın ardında bendeniz namaz kılmam. Böyle bir imam olabileceğini de tahmin etmem. Böyle imamlar varsa durum çok vahim demektir.
SORU 6: Türkiye Müslümanlarının en büyük açığı ve günahı nedir?
CEVAP: Halkın yüzde 90’ının (belki de daha fazlasının) beş vakit namazı terk etmiş olmasıdır.
SORU 7: Gerçek ulemanın, gerçek fukahanın, gerçek kâmil mürşidlerin, Müslüman seçkinlerin tatbikatla ilgili birinci vazifesi nedir?
CEVAP: Halka ilmihalini öğretmek ve beş vakit namaza davet etmektir.
SORU 8: Hür ve mukim Müslüman erkeklerin farz namazları nasıl kılmaları gerekir?
CEVAP: Cemaatle kılmaları gerekir.
SORU 9: Cemaate katılmamak için şer’î özürler var mıdır?
CEVAP: Hanefî fıkhında yirmi küsur özür vardır.
SORU 10: Hastalık bir özür müdür?
CEVAP: Özürdür ama iki şartla. Birincisi: Hasta cemaate katılırsa hastalığı uzayacak… İkincisi: Yahut hastalığı şiddetlenecek. Ufak bir başağrısı, biraz kırgınlık cemaate katılmamak için şer’î özür teşkil etmez, şeytanî özür olur.
SORU 11: Cami imamları namaz kıldırma memuru mudur?
CEVAP: İmamları namaz kıldırma memuru statüsüne düşürmek İslam’a ve Ümmete hıyanettir. İmam, cami hinterlandındaki Müslümanların lideridir. Yeterli dinî ilmi, yeterli genel kültürü, yüksek ahlak ve karakteri, karizması olmalıdır. Müslümanları bir mıknatıs gibi camiye, cemaate, namaza çekmelidir.
SORU 12: Son devirde hizmet etmiş örnek bir cami imamı gösterebilir misiniz?
CEVAP: İskender Paşa Camii İmam ve Hatibi merhum Muhammed Zahid Koktu hazretleri örnek bir imamdı. Nakşibendi şeyhiydi. Camisi vakit namazlarında dolardı. Sadece mahallesine değil, bütün Türkiye’ye nur saçardı. Geçimini temin için aldığı mütevazı maaş dışında din yoluyla menfaat temin etmezdi. Halka nasihat ederdi, örnek olurdu. Şeriattan kıl kadar ayrılmazdı. İnsanların hidayeti ve salahı için çalışırdı.
SORU 13: IQ’su 100’ün altında olanlar din hizmeti yapabilir mi?
CEVAP: Yapamaz.
SORU 14: Zengin ve varlıklı Sünnî ailelerin, oğullarının en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en feyizli kısmını hangi mesleklere yönlendirmesi gerekir?
CEVAP: Şu üç mesleğe yönlendirmeleri gerekir: Birincisi subaylık, ikincisi öğretmenlik, üçüncüsü din hizmetleri.
SORU 15: Böyle yapmayan Sünnilerin sonu ne olur?
CEVAP: Suriye Sünnileri ve Türkiye Sünnileri gibi olur… Halbuki hem Suriye’de, hem Türkiye’de halkın büyük çoğunluğu Sünnidir.
SORU 16: Müslümanların oluşturduğu topluluğa hangi isim verilir?
CEVAP: Ümmet ismi verilir. Ümmet, zenginlik ve rahmet kaynağı olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik içinde olmalıdır.
SORU 17: Müslümanların Ümmet olabilmesi için en gerekli ve en birinci şart nedir?
CEVAP: Başlarında, kendisine biat ve itaat edilen bir İmam-ı Kebir bulunmasıdır.
SORU 18: Ümmetin başında kendisine biat ve itaat edilen böyle bir İmam bulunmazsa ne olur?
CEVAP: Müslümanlar karanlık gecede fırtınaya, yağmura, doluya tutulmuş, çobansız kalmış bir sürüye döner, perişan ve zelil olu
SORU 19: İmam olmanın şartları nelerdir?
CEVAP: Alim ve fakih olacak, sahih itikadlı olacak, beş vakit namazı kılacak, fasık veya facir-i mütecasir ve mütecahir (açıkça ve küstahça alenen günah işleyen) biri olmayacak, idareci ve dirayetli olacak, duhattan olacak.
SORU 20: Sünnetin İslamda yeri nedir?
CEVAP: Sünnet dinimizin ikinci kaynağıdır. Kur’anı hakkıyla ve doğru olarak anlamak için Sünneti bilmek gerekir. Peygamberimizin mütevatir ve sahih hadislerini ve Sünnetini reddeden, bize sadece Kur’an yeter diyenler doğru yoldan sapmışlardır.
SORU 21: İslam dininde reform, yenilik, değişim, hafifletme yapılabilir mi, olabilir mi?
CEVAP: Kesinlikle olamaz. Din evrenseldir. Dini Allah koymuştur. Resulullah hevasından konuşmamıştır. Dinde reform yapılamaz. Müslümanlar kendilerini ıslah etmelidir.
SORU 22: Yakın tarihte zuhur etmiş örnek bir İmam-ı Kebir gösterebilir misiniz?
CEVAP: Şeyh Şamil böyle bir imamdı. Hem Şeriat ilimleri alimiydi, hem tarikat mürşid-i kamiliydi, hem de Mü’minlerin emiriydi. Kur’andan ve Sünnetten kıl kadar ayrılmamış, ihlasla ve takva ile hizmet etmiştir. Rusya çarı onun için “Şamile gönderdiğim ordularla dünyayı feth edebilirdim” demiştir. Allah ona rahmetiyle muamele buyursun.
SORU 23: İslam Protestanlığı nedir?
CEVAP: Müslümanları Ümmet olmaktan çıkartmak, irili ufaklı binlerce hizbe, fırkaya, cemaate, gruba, kliğe, sekte ayırmak; bunları birbirleriyle çekiştirip tepiştirmek, mü’minleri birbirine düşürmek, kardeşlik bağlarını kopartmak, bu hengame içinde halkı soymak, din sömürüsü yapmak için modern İbn Sebe’ler, Lawrence’lar, Hempher’lar, CIA ve MOSSAD ajanları, insî ve cinnî şeytanlar tarafından çıkartılmış bir akımdır.
SORU 24: Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Hasan eş-Şazelî, Ahmed Bedevî, Şah-ı Nakşibend, Ahmed Yesevî, İmam-ı Rabbanî, Hacı Bayram-ı Veli, Şaban-ı Veli ve bunlar gibi tarikat ve tasavvuf evliyası kimlerdir?
CEVAP: Onlar evliyaurrahmandır. Kur’an ve Sünnet yolunda yürümüşler ve insanların hidayeti ve kemali için muhlisen lillah hizmet etmişlerdir. Ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun.
SORU 25: Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır sözü doğru mudur?
CEVAP: Bir Müslüman kendi aklı, kendi ilmi, kendi iradesi ile kendisini kurtaramayacak, şeytanın tuzağına düşecek ise; onun alim, arif, fakih, ihlaslı, takvalı, nefs itibarıyla derecesi yüksek, nurlu, feyizli bir mürşide ve hocaya tabi olması gerekir. Aksi takdirde şeytanların maskarası olur.
SORU 26: Şeyhler kaça ayrılır?
CEVAP: Üçe ayrılır: (1) Peygamber Efendimize ulaşan sahih bir silsile ve icazete sahip gerçek şeyhler… (2) İcazeti olan sûrî şeyhler… (3) İcazetsiz sahte şeyhler… Birinci kategorideki şeyhlere intisab etmekte (eğer nasibi varsa) hayır vardır. İkinci kategorideki şeyhlere hürmet edilir. Üçüncülerden bucak bucak kaçmak gerekir.
SORU 27: Ümmet içinde fitne ve fesat çıktığı, Müslümanlar dinî konularda kıyasıya tartıştığı zaman ne yapmak gerekir?
CEVAP: Sevad-ı Âzam dairesi içinde, Ehl-i Sünnet ve Cemaat cadde-i kübrasında, cumhur-i ulema yolunda olmak gerekir.
SORU 28: Allahın bize yardım etmesi için ne yapmalıyız?
CEVAP: Kendimize yardım etmeliyiz. Kendimize şöyle yardım edebiliriz: İtikadımızı tashih etmek… İlmihalimizi öğrenmek… Beş vakit namazı dosdoğru kılmak… İhlaslı olmak… Ahlaklı ve faziletli olmak… Kibir, gurur ve ucbtan kaçınmak… Yardım edici, paylaşıcı olmak… Bol bol sadaka vermek… Kafirler, münafıklar ve şeytanlarla dost olmamak, onları veli edinmemek… Gaflete düşmemek… Merhametli olmak… Gıybetten ve diğer lisan afetlerinden kaçınmak… Azgınlıklardan (fuhşiyattan) kaçınmak… Paraya ve maddeye tapmamak… Her günümüzün bir önceki günden daha hayırlı olması içinçalışmak…
SORU 29: Zina nedir?
CEVAP: Zina Kur’anla, Sünnetle ve icmâ-i ümmetle büyük günahtır, büyük suçtur, büyük kötülük ve ahlaksızlıktır. Bunu inkar eden veya hafife alan küfre düşer.
SORU 30: Şeriatsız İslam olur mu?
CEVAP: Olmaz. Şeriat Kur’andan ve Sünnetten çıkartılmış din hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Şeriat İslam, Kur’an, Sünnet demektir. 19 Temmuz 2012
KİŞİ “Lâ ilahe illAllah” inancına sahip olsa bile, bunun yanında lisanen Muhammed Resulullah deyip kalben iman etmezse mü’min olmaz.
Kelime-i Tevhid iki parçadan oluşan bölünmez bir formülüdür.
Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ve itaat etmek farzdır.
Peygamberin, yapışılması gereken Sünnetine yapışmak farzdır.
Peygamberimizin mütevatir ve sahih hadisleri de bir tür vahiydir (Gayr-i metluv vahiy). Çünkü Kur’anda Peygamber hakkında ” O kendi hevasından konuşmaz” buyruluyor.
Peygamberimizin mütevâtir ve sahih hadîslerini inkar eden kafir olur.
Peygamberimizin Sünnetini hafife alan yahut istihza eden kafir olur.
Bize sadece Kur’an yetişir, Sünneti kabul etmeyiz diyenler açık bir dalalet=sapıklık içindedir.
Sünnet Kur’anın tefsiri ve şerhi mahiyetindedir.
Kur’anda mücmel geçilen konular, emir, yasaklar, hükümler Sünnetin ışığında anlaşılır.
İlmi ve icazeti olmayan cahiller, Kur’anı kendi nefis, heva ve re’ylerine göre yorumlasalar, bu yorumlarında isabet etseler bile günaha girerler.
Allah, Efendimizi öncelikle mü’minlere ve sonra bütün insanlığa en güzel örnek ve model olarak göndermiştir. Ona uyulmalıdır.
Bütün insanlık onun Ümmetidir. İnananlar Ümmet-i icabet, inanmayanlar Ümmet-i dâvettir.
Allahın rızasını kazanmak ve ebedî saadete nail olmak için Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) itaat ve biat etmek ve onun eteğine yapışmak gerekir.
Âlet ilimlerine, ‘âli ilimlere, bilhassa hadîs ilmine vakıf olmayan, on binlerce hadîsi inceleyip ezberlemeyen, hadislerin nasih ve mensuhunu, tahsisleri, incelikleri bilmeyen kimseler onlardan din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartamaz.
Nasirüddin Albanî gibi icazetsiz kişilerin, hadîsleri hakkındaki söylediklerine itimad edilmez.
Albanî icazetli, ehliyetli Sünnî din alimi ve fakih değildir. Onun hezeyanlarını red, cerh, ibtal ve çürütme konusunda ulema ve muhaddisîn tarafından bazısı dört ciltlik ilmî reddiyeler yazılmıştır.
Sünnet yıkılır ve dışlanırsa fıkıh ilmi yıkılır. Fıkıh yıkılırsa İslam ism ve resmden ibaret kalır.
Bir konuda hadîs varsa ona itibar edilir, re’y ve heva ile hüküm verilmez.
Fukaha (müctehidlerin) sözü ile nass arasında bir uyumsuzluk görürlerse, mukallidler müctehid sözüne tabi olur. Çünkü cahillerin uyumsuzluk gibi gördüğü şey onların vehminden ibarettir. Nasih mensuh tahsis vs olabilir.
İslam dünyasını Protestanlaştırmak isteyenler Sünnete sinsice saldırıyor.
Sünnet ortadan kalkarsa Kur’anın doğru tefsiri yapılamaz.
Allah Kur’anda Peygamberimiz için “O size ne getirdiyse alın” buyurmaktadır.
Peygamberin getirdikleri: Emir ve yasakların, helal ve haramların açıklanması, Allahın rızasını kazanmak için nasıl ibadet edilecek, nasıl yaşanacak, dünya fitne ve fesatlarından, şeytanın tuzaklarından nasıl korunulacak, yeryüzünden nasıl güven, huzur ve selamet içinde yaşanacak, nefs-i emmare ile nasıl büyük cihad yapılacak, fuhşiyattan=azgınlıklardan nasıl uzak durulacak, Ümmet içinde birlik nasıl sağlanacak, çocuklar nasıl yetiştirilecek, kadınlara nasıl muamele edilecek… Ve daha bunlar gibi binlerce çare ve çözüm…
Sevgili Müslüman kardeşim:
Sünnet ve hadîs düşmanı şeytanların, yıkıcı reformcuların, dinde değişim, dinde yenilik isteyenlerin, light ve ılımlı İslamcıların tuzaklarına düşme.
Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz hazretlerinin hadislerini AB standartlarına, Feminizm ideolojisine, Batı medeniyetine, Fazlurrahman fırkasına göre ayıklamak küfürdür.
İslam’ın iki temel kaynağından biri Kur’an, diğeri Sünnettir.
Kur’ana ve Sünnete yapışan aziz olur, onları terk eden zelil ve rezil olur.
Allah Efendimizi alemlere rahmet olarak göndermiştir.
Onu ve sünnetini canımızdan daha fazla sevmeliyiz.
İhlaslı, takvalı, samimi, âbid, ehliyetli, icazetli büyük din alimlerinin Müslüman halk için yazdıkları hadis külliyatları (Mesela Riyazüssalihîn) başucumuzda durmalıdır ve onları devamlı okumalıyız. Okurken kendi kafamıza göre fıkıh hükmü çıkartmaya kalkmamalıyız.
Günlük hayatımızı Kur’ana ve Sünnete uygun hale getirmeliyiz.
Evlerimiz Sünnete uygun olmalıdır.
Lüksten israftan, şatafattan, ihtişamdan, debdebeden, israftan ve diğer beyinsizliklerden ateşten kaçtığımız gibi kaçmalıyız.
Otomobil alırken Efendimize sormalı, danışmalıyız. O bizim, ihtiyacımızın ötesinde lüks bir binit almamızı uygun görmez ve buna izin vermez.
Yemek yerken Sünnete uymalıyız.
Efendimiz bizim, hiç lüks ve ihtişamlı (!) turistik umre seyahati yapmamıza izin verir mi?
Biz elbette Resulullah ve onun Ashab-ı Güzini gibi olamayız ama yine de sınırları zorlamamalıyız.
Efendinmize sorar ve danışırsak, öğütlerini tutarsak Fir’avun, Nemrud, Neron gibi çılgınca bir hayat sürmeyiz.
Ramazan geliyor. İçkili, fısklı fücurlu lüks otellerde lüks iftarlar yapmanın caiz olup olmadığını Efendimize soralım.
Efendimizin müjdelerine, uyarılarına, ihtarlarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine kulak verelim.
Mesela ne buyuruyor: Fakirlerin çağırılmadığı ziyafetleri tenkit ediyor. O halde iftar ve diğer ziyafetlerimize hiç olmazsa bir temiz fakir çağıralım.
Efendimiz bir hadisinde “Mü’min bir mideyle, kafir yedi mideyle yer buyuruyor” Bunu da dikkate alalım.
Efendimiz “Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder” buyuruyor. Suriye’de, Arakan’da, nice başka ülkede Müslümanlar tavuk gibi boğazlanırken biz ne yapıyoruz?
Efendimize edilen salat ü selamların kendisine ulaştırılacağı, onun selamlarımıza karşılık vereceği bildirilmiştir. Efendimizin bizim için dua etmesini istiyorsak onun Sünnetine uyalım.
Onun hayır dualarına nail olmak ne büyük saadettir.
Salat ve selam olsun ona.
BİR ülkenin, bir halkın, bir devletin halinin iyi, orta veya kötü olduğu şu ölçülerle anlaşılır:
*
Binin bir helikoptere, böyle bir lüksünüz yoksa şehir hatları vapuruna oturup seyredin ve şu İstanbulun mimarlık ve şehircilik rezaletine bakın. Dünyanın en güzel şehrini ne hale getirmişiz. Bereket eski Padişahlar büyük camiler yaptırmışlar da haysiyetli birkaç bina görebiliyorsunuz.
* İkincisi: Lisan ve edebiyattır. 1928’den önce yazılmış Türkçe kitapları, belgeleri okuyamayan cahil bırakılmış bir toplum… Atalarının, dedelerinin mezar taşlarını da okuyamıyor… Dilde devrim yaparak lisanı bitirmişler, sığır diline çevirmişler. Milyonlarca vatandaş ünlemlerle konuşabiliyor ancak. Aha oho moho… Yuh be… Amma da kral be… Çüş be… Ulan ben seni… Böğürtüler… Homurtular… Bazen iniltiler…
* Üçüncü kıstas: Binin bir tramvaya, metroya, otobüse ve gözlemleyin. On sekiz yaşında taş gibi bir delikanlı oturuyor, yetmiş yaşında ihtiyar onun yanında ayakta seyahat ediyorsa ve bu durum genelleşmiş ve normal hale gelmişse o toplum bitmiştir.
*Dördüncü ölçü: Her yıl yayınlanan uluslararası temizlik ve şeffaflık rapor ve anketlerinde Türkiye’nin hangi sırada olduğuna ve hangi notu aldığına bakınız. Notu 10 üzerinden 5’in altındaysa durumu berbat demektir.
* Siyasetine bakınız: Temiz mi, kaliteli mi yoksa kirli ve vasıfsız mı?
* Beşinci ölçü: Trafiğine bakınız. Anarşi ve kaos içindeyse, sık sık korkunç kazalar oluyorsa, sıkışıklıktan halk çıldıracak hale gelmişse, her gün trafiğe binlerce yeni oto çıkarken yollar aynı kalıyorsa, çare ve çözüm üretilemiyorsa o ülke iflas etmiş demektir.
* Altıncı ölçü: Toplumun israf durumuna bakınız. Eğer şu ülkede her gün evet her gün altı milyon ekmek çöpe atılıyorsa, o ülke başına gelecek afet ve belalara hazır olsun.
* Yedinci ölçü: Yüz kızartıcı ayıplar, günahlar, fısk ve fücurlar, çirkinlikler, azgınlıklar Allahtan korkulmadan, kullardan utanılmadan küstahça âşikâre rezilce işleniyorsa çok kötüdür o ülkenin hali, çok karanlıktır istikbali.
* Sekizinci ölçü: Kadın hak, hürriyet ve haysiyetleri ayaklar altına alınmışsa, devlet TC başlıklı fahişe vesikalarıyla birtakım bedbaht kadınların genelevlerde para karşılığında seks yapmasına izin veriyorsa, bundan KDV ve gelir vergisi alınıyorsa, genelev imparatoriçesi Madam’a devlet büyüklerinin de katıldığı resmî törenlerle vergi rekortmenliği ödülleri verilmişse…
* Dokuzuncu ölçü: Dere yataklarına dev binalar yapılıyor ve buraları seller basınca vatandaşlar boğulup ölüyorsa…
* Onuncu ölçü: Halka satılan gıda maddelerinin, meşrubatın, meyve ve sebzelerin içinde üç yüzden fazla kimyevî madde, boyla, aroma, hormon vs varsa… Mısır şurubuna boya ve aroma katılarak sahte bal üretilip satılabiliyorsa… Yüzlerce domuz çiftliğinde domuz üretilip halka daha diye yediriliyorsa… Müslüman halka eşek eti yediriliyorsa… Etin kilosu 25 lira iken pazarlarda kilosu 9 liradan sucuk satılabiliyorsa…
* On birinci ölçü: Terör şehitleri içinde bir tek kodamanın, büyük adamın, nüfuzlu ve zengin kişinin, holding sahibinin oğlu yoksa, ölenlerin hepsi fakir ve fukara çocukları ise…
Şimdi bu satırları yazdığım için birileri bana münafık diyecekmiş… Desinler!.. 20 Temmuz 2012
1. Ramazandan önce tartılalım, bitince tekrar tartılalım. Kilo vermişsek iyi, kilo almışsak fena, kilomuz aynı kalmışsa bir ilerleme yok demektir.
2. Oruç ayında gıybet yapmayalım. Hem oruç tutmak, hem de ölü kardeşinin etini yemek ne kötü bir şeydir. Oruç ayını gıybetsiz, ölü etsiz geçirdikten sonra, artık gıybet kebiresini hayatımızdan çıkartalım.
3. Beş vakit namaz kılmayanlar Ramazanda günlük vakit namazlarına başlasınlar, bayramdan sonra da bırakmasınlar.
4. Farz namazları cemaatle kılmayanlar cemaate gitsinler.
5. Yeme içme, giyim kuşam, otomobil, ev dekorasyonu konusunda israftan kaçalım. İsraf büyük günahtır, haramdır, azgınlıktır.
6. Hanımlarımızı ve bâliğa kızlarımızı şerî tesettüre sokmaya çalışalım. Onların, erkeklerin dikkatlerini açıklardan daha fazla çeken rüküş ve alaca bulaca kıyafetlere bürünmeleri rezalet ve kepazeliğine son verelim.
7. Gelirimiz, bütçemiz müsait ise evimize bir sadaka kutusu koyalım, her gün içine biraz sadaka parası bırakalım ve bunu zaman zaman gerçek fakirlere, miskinlere, muhtaçlara verelim. (Derneklere, cemaatlere, tüzel kişilere vermeyelim…)
8. Ehl-i sünnet itikadını, ilmihalini, ahlakını, alış veriş ve ticaretle ilgili Şeriat ve fıkıh hükümlerini, hangi muameleler ribadır, onları öğrenelim. Şeriatın bâtıl alış veriş olarak gördüğü muamelelerden kaçınalım.
9. Komşularımızın kurdu değil, meleği olalım.
10. Kalbimizde kin tutmayalım. Kini olanın dini yoktur denilmiştir.
11. İslamcılık taraflarımız varsa onlardan kurtulalım, bize Müslümanlık yeter.
12. İftar ziyafeti verirsek ihlassızlıktan, israftan, lüksten, gösterişten, şatafattan, her türlü beyinsizlikten kaçınalım.
13. Kendi halimize, memleketin haline, İslam dünyasının haline, insanlığın haline çok üzülelim, ağlayalım.
14. Suriye, Arakan, Filistin ve diğer yerlerde kadın, çocuk, ihtiyar boğazlanan Müslüman kardeşlerimizin hallerini düşünelim de iştahımız kaçsın.
15. Futbol kulübü tutar gibi cemaat, tarikat, hizip, fırka, dernek, vakıf holiganlığı, militanlığı, fanatizmi, ırkçılığı yapmayalım.
16. Kötü ve bozuk düzenlerde kötü ve bozuk işler yapılır şeytanî fetvasına aldanıp Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı işler yapmayalım.
17. Fâsık, fâcir, azgın, âsi, açıkça günah işleyen kişilerin dünyevî başarılarının, zenginliklerinin keramet değil istidrac olduğunu bilelim.
18. Ehl-i Sünnete aykırı din kitaplarını almayalım, okumayalım, bunların tesiri altında kalmayalım.
19. Allah ile olan bütün işlerimizde, ibadetlerimizde ihlaslı olalım. Ben ihlaslıyım demeyelim.
20.Yaratıklarla ve insanlarla olan işlerimizde adaletli, insaflı, merhametli olalım.
21. Allah katında tek din İslamdır zarurî temel prensibine aykırı söylem ve hareketlerden kaçalım.
22. Mü’minlerin Allah katındaki derece ve rütbelerinin taqva ile olduğunu bilelim. Taqvanın da ilme, irfana, bilgeliğe, ibadete, güzel ahlaka tevessül edilerek Allah vergisi olarak elde edilebileceğini iyi bilelim.
23. Nefs-i emmaremize karşı büyük cihad yapalım. En az nefs-i levvame derecesinde olalım.
24. En büyük korkumuz ve endişemiz hüsn-i hâtime konusunda olsun.
25. Nefs-i emmaremizi aklamayalım, onu kendimize düşman bilelim.
26. Allaha ortak koşan, İslamı reddeden, Resulullahı tekzib eden, Kur’ana inanmayan, hidayete gelmeyen kafirleri dost ve veli edinmeyelim.
27. Bozuk ve kötü düzene iyi, eskisinden daha iyi demeyelim, böyle sözlerin küfür olmasından korkalım.
28. Çocuklarımızı on yaşından itibaren namazlı yetiştirelim.
29. Abusü’l-vech (asık suratlı) değil, güler yüzlü olalım.
30. (Tarikat mensupları içindir) Olta ile balık tutmayalım.
31. İnsanların gizli ayıplarını, günahlarını, hallerini araştırmayalım, ez-kaza öğrenecek olursak görmeyelim, insanların özel hayatlarına karşı karanlık gece gibi olalım. Kendi kusur, ayıp ve günahlarımıza üzülmekten, başkalarınınkileri göremeyelim.
32. Bir Müslüman bize kötülük yaparsa, o kötülüğü iyilikle def’ edelim.
33. Aç kedileri, aç köpekleri, kuşları, hattâ zararsız vahşi hayvanları doyuralım. Buharî ve Müslim’de bulunan ve susuz bir köpeğe su verdiği için affedilen kötü kadınla ilgili hadîsi hiç hatırdan çıkartmayalım.
34. İyilik yapamıyorsak, bari kötülük yapmayalım.
Müslüman toplumların batışının, çöküşünün, yıkımının sebepleri:
1. Beş vakit namazı terk ederler ve şehvetlerine uyarlar.
2. Tevhide, tenzihe aykırı bid’at inançlara saplanırlar.
3. Birlik ve beraberlik halinde olmazlar.
4. Başlarına bir İmam seçip ona biat ve itaat etmezler.
5. Tek bir Ümmet olmazlar, bir yığın sürüye ayrılırlar.
6. Âhireti unutur, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırlar.
7. Riba alır verirler, riba büyük günahına batarlar.
8. Bina ve zina çoğalır.
9. Kur’ana inanır görünürler ama işlerini Kur’an ahkamına ve ahlakına göre görmezler.
10. Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ettik derler ama onun sünnetine, buyruklarına, öğütlerine, uyarılarına kulak asmazlar.
11. Lükse, israfa, sefahate kapılırlar.
12. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlar.
13. Kendilerini kurtaracak kadar ilmihallerini öğrenmezler.
14. Kafirleri öylesine taklit ederler ki, onlar sıçan deliğine girseler, mukallit Müslümanlar da peşlerinden girer.
15. Sabah namazı vakitlerinde leşler gibi uyurlar.
16. Kendilerini kurtaracak uyarıları dinlemezler.
17. Cuma ezanı okununca işleri ve ticareti bırakıp Allahı zikr etmeye seğirtmezler. Cuma namazı kılınırken işyerleri, ticarethaneleri açık, sokaklar,çarşılar pazarlar,nakil vasıtaları Müslümanla dolu olur.
18. Kadınlarının ve yetişkin kızlarının haysiyetlerini, iffet ve şereflerini İslamî ölçülere göre korumazlar.
19. Zekatlarını Kur’ana, Sünnete, Şeriata göre doğru dürüst, verip sarf etmezler.
20. Hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik, tarikatçilik yaparlar, iman kardeşlerini sevmezler, birbirlerinin gıybetini ederler.
21. Başlarındaki Hocalarını, Hoca efendilerini, Hazret-i Muhteremleri, Gavsları erbab haline getirip gizli şirke düşerler.
22. Zalimlere ve fâsıklara yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yaparlar.
23. Rantçılık, avantacılık, malı götürme, soygun, talan, haram yeme yaygın ve yoğun hale gelir.
24. İhlasın ve doğruluğun ancak adı kalır.
25. Allahın kendilerine ihsan ve nasip ettiği nimetleri muhtaç din kardeşleriyle paylaşmazlar, egoistçe kendileri için harcarlar.
26. Dış ve iç düşmanlarına karşı tedbirli ve hazırlıklı olmazlar, gaflet içinde yan gelip yatarlar.
27. Nefslerini, büyük cihad yaparak terbiye etmezler ve dizginlemezler, onların her isteğini yerine getirirler.
28. Kötü bir İslam toplumunda para, zenginlik, mal ana değer haline gelir.
29. Zengin tabaka fakir tabakaya acımaz.
30. O kadar cahilleşirler ki, atalarının mezar taşlarını okuyamazlar.
31. Çocuklarını İslam mekteplerinde, İslam eğitim sistemi ile okutup terbiye etmezler.
32. Dinî hizmet ve faaliyetler geçim ve zengin olma vasıtası haline gelir.
33. Tokların açlardan haberi olmaz.
34. İslam düşmanı kafirlerle sıkı ve samimî işbirliği ve dostluk yaparlar.
35. Şeriatın tahkir edilmesine seyirci kalırlar.
36. Kendi şeyh ve hocalarına saldırılınca küplere binip ateş kesilirler ama Peygambere (Salat ve selam olsun ona) hakaret edilince fazla tepki göstermezler. 21 Temmuz 2012
Resulullah Efendimiz’in (Salat ve selam olsun ona) “En şerli ziyafet, zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmadığıdır” buyurduğu rivayet ediliyor.
Ramazanda yine gösterişli iftar ziyafetleri verilecek… Bunlara hep zenginler, meşhurlar, tuzu kurular, ensesi kalınlar çağrılıyor. Bazen yüz davetli içinde bir tek fakir görülmüyor.
Böyle bir şey Sünnete aykırıdır, bid’attir, uğursuzluktur, Efendimizin buyurduğu gibi şerlidir.
Her ziyafette en az bir veya birkaç temiz fakir bulundurulmalıdır.
Mesela, iyi yemekler yiyemeyen fakir öğrenciler…
İsraf dinimizde kesin bir haramdır. Haramlığı Kur’an, Sünnet ve icmâ ile sâbittir.
İsrafın haram olmadığını iddia eden kafir olur.
İçkili mekanlarda iftar ziyafeti vermek Şeriata aykırıdır, günahtır.
Böyle davetlere gidenler günah işlemiş olur.
Eski Osmanlılar, orucu açtıktan, bir yudum su içtikten, bir hurma yedikten sonra hemen akşam namazını cemaatle kılarlardı.
İftar ve başka ziyafetlerde gösteriş yapmak ihlasa aykırıdır, haramdır.
Tabaklardaki yemeklerin (mesela pilavdan bir pirinç bile bırakmamak şartıyla) hepsinin yenmesi gerekir. Yemeklerin çöpe atılması israftır, haramdır, günahtır. Allah müsrifleri sevmez.
Doyduktan sonra yemek haramdır.
Uzun günde oruç tutmuş, çok acıkmış, biraz kaçırmış… Bunun da bir ölçüsü vardır.
İftar ziyafetinin niyeti Allahın rızasını kazanmak olmalıdır.
En lüks, en israflı, en gösterişli, en muhteşem, en göz kamaştırıcı, en renkli, en zengin iftar benim olacak niyeti şeytanî ve nefsanîdir.
Allahın beğenmediği bütün ziyafetler hederdir.
Resulullah Efendimizin beğenmediği bütün ziyafetler hederdir.
İftar saati gelince çok sakin ve rahat şekilde oruç açılmalıdır. Suya, iftarlıklara, hurmalara aç kurt gibi saldırmak çirkindir, görgüsüzlüktür, çiğliktir.
Gerçek Müslüman o kimsedir ki, Suriye’de, Arakan’da, Filistin’de, Alem-i İslam’ın nice ülkesinde tavuk gibi boğazlanıp şehid edilen din kardeşlerini hatırlar ve iştahı kesilir.
En iyi iftar sofraları ve ziyafetleri taqvaya uygun olanlardır.
İçki satılan, içki içilen lüks mekanlardaki, salam gibi et mamullerine şüphe ile bakılmalıdır.
Sahih-i Müslim’deki hadîsi unutmayalım. Mahkeme-i Kübra’ya getirilen bir zengine Allah soruyor: Dünya hayatında ne yaptın? Zengin “Ya Rabbi Sen bana para ve mal verdin, ben de hayır hasenat yaptım…” Onu şu cevap veriliyor: “Evet böyle yaptın ama bunları Allah rızası için yapmadın, halk senin için ‘Ne hayırsever zenginmiş!..’ desin diye yaptın… Ve bu adam yüzü üstü sürüklenerek Cehenneme atılıyor…
İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına aykırı iftar ziyafetleri şerli ziyafetlerdir. Bunlardan uzak duralım.
(Not: Artık yaşlandım. Son tahlillerimde şekerim ve diğer doneler hep yüksek çıktı. Sıkı perhiz yapmam gerekiyor. Lütfen ve merhameten ziyafetlere çağırılmamamı rica ve istirham ediyorum… Zaten çılgın trafik dolayısıyla, çağırılsam da gelemem, yetişemem…)
Bedenim benimdir diyerek bir kadın her şeyi yapamaz. Hürriyetin sınırları vardır. Hürriyet ahlakla, kanunla, başkalarının hak ve hürriyetleriyle sınırlıdır.
Bedenim benimdir de ve sokakta erkeklerle anlaşıp para karşılığında yat… Bunun hürriyeti yoktur.
Gerçi bu memlekette para karşılığında önüne gelen erkekle yatan (TC vesikasız) fahişeler vardır, bunlara genellikle göz yumulmaktadır ama bedenini satan ve buna göz yumanlar suçludur.
TC vesikalı serbest, yasal, KDV’li, gelir vergili, sağlık karneli, korumalı fuhşun belki bin katı gizli, vergisiz fuhuş vardır, bunların mafyası vardır, bunlar gerek yurt içindeki, gerekse yurt dışından gelen fahişeleri çalıştırmaktadır.
Bilenler bunların hepsini bilmektedir.
Bunlara göz yumulmaktadır.
İstenilse bir günde hepsi yakalanabilir ve mahkemeye verilebilir.
Bu memleket öyle bir memlekettir ki, daha pek yakın bir tarihte yasal genelevler imparatoriçesi dolar milyarderi Madam’a görkemli devlet törenleriyle vergi rekortmenliği ödülü takdim edilmiştir.
Bu ülke riyakarlıklar ülkesidir.
Devletimiz kadın hakları, hürriyetleri, haysiyetleri ile ilgili uluslararası sözleşmelere imza koymuş ve resmen kadın satışına izin vermeyeceği taahhüdünde bulunmuştur.
Bir kadın gebe kalınca, rahmindeki çocuğu aldırıp aldırmamak onun keyfine kalmış bir şey değildir.
Hamile kadın iki canlıdır.
İkinci cana kıyamaz.
Bu ülkede en büyük riyakarlık kadın hakları konusundadır.
Hem kadın haysiyeti diyorlar, hem de yasal, TC vesikalı, KDV’li, gelir vergili, korumalı kadın satışlarına ses çıkartmıyorlar. Böyleleri bir kere değil, bin kere riyakardır.
Resmî fahişelik bir kadın için en ağır kölelik değil midir?
Bir koca karısına kızıp bir tedib tokadı atınca yeri göğü birbirine katan riyakarlar devletin TC resmî vesikalarıyla yasal fuhuş yaptırmasına niçin karşı çıkmıyorlar?
Rahme düşen bir çocuğu kürtajla öldürmek cinayettir.
Bedenim benimdir her haltı yerim diyerek bu cinayeti meşru göstermek mümkün değildir.
İffetsizliğin hürriyeti olmaz.
Karı satmanın hürriyeti olmaz.
O…. hürriyeti diye bir hürriyet yoktur.
Pe… hürriyeti de olmaz.
Kendisini beşerî irade ile ıslah etmeyen bir toplum dikey (tepeden inme) ıslahla düzeltilir.
Bir ülkede azgınlık yaygın hale gelince musibet ve azab da genel gelir.
Ey ahlaksızlıkların seyrine bakarak yan gelip yatanlar, öyle bir azaptan korkunuz ki, geldiği vakit sadece kötülere gelmez.
Ey namuslular ve iffetliler!.. Namussuzluk ve iffetsizlikle meşru sınırlar içinde çalışmazsanız siz de belanızı bulursunuz. 22 Temmuz 2012
On iki katlı, her katında dört daire olan büyük bir mesken binası… Zemin kat galeri yapılmış, kolonları kesilip kaldırılmış, binanın statik hesapları altüst olmuş, küçük bir zelzelede çökebilir.
Zemin altı bodrum katındaki
Üçüncü kattaki dairelerden birine
mekân tutmuş.
Yedinci kattaki bir dairede
Komşusu rahatsız olmuş, mırıldanmaya kalkmış ve feci şekilde dayak yemiş.
Apartman binası dıştan çok lüks görülüyor. İçinde her türlü konfor var. Mutfaklar, banyolar en pahalı granitle kaplı. Önünde lüks otomobiller…
Bu binada temiz Müslüman âileler de yaşıyor. Kırk üçüncü dairedeki Kazım beyin seksen yaşındaki babası Hacı Ârif bey sabah namazlarında camiye gider. İçindeki halktan üç kişi beş vakit namazı kılar. Ramazan’da oruç tutanlar da vardır. Hüsnü beyler geçen yıl Arabistan’a gittiler, Zam Zam Tower’da lüks umre yaptılar. Hacı Ümran hanım torununu yazın camiye Kur’an kursuna gönderdi.
Kolonları kesilmiş bina çökebilir… Bodrum kattaki bomba atölyesi patlayabilir… Fuhuş dolayısıyla binaya azap yıldırımları düşebilir… Binada elliye yakın mesken var ama aldıran yok. Herkes kendi günlük hayatını yaşıyor. Her akşam bina ahalisi ekranların başında ana haber bülteninin izliyor, dinliyor.
Futbolcu Filan… Manken Feşmekan… Meclis’te millî iradenin göbeğindeki o kavga… Liderler birbirilerine ateş püskürüyor… Altın, dolar euro… Derin dip dalgalarının boğduğu üç kız… Doğuda otobüs hızla giderken yedek şoförle asıl şoför yer değiştirmek istemişler. Otobüs uçuruma yuvarlanmış, beş kişi ölmüş, otuz altı yaralı…
Nesli tükendiği sanılan bir yılan bulunmuş… Timsah adamı kapmış yemiş. Danimarka’da kaplan birini öldürmüş… Yunanistan’da bir şehri sivrisinekler basmış, piyano çalan kedi, şarkı söyleyen papağan…
Köprü tamiratı dolayısıyla halk çıldırmış… Haliç’e Karadeniz’den tünelle soğuk su getirilecekmiş… Havalar daha sıcak ve bunaltıcı olacakmış…
İslamın bir mezhebi mi tartışmaları. Eyüp Sultan’da Ramazan’da bira festivali olur mu olmaz mı? Ya Rabbi o kadar çok konu var ki, hangi birini sayayım. Bütün bu konular, dedikodular içinde alt kattaki kolonları kesilmiş bina, bodrum katında bomba yapılan bina, bir dairesinde fuhuş yapılan bina…
Hatırlıyor musunuz
Beklenen büyük zelzelede bu bina ne olur acaba? Ayakta mı durur, yassıkadayıf gibi mi olur?
Ya bomba imalathanesinde bir patlama olursa? Ya fuhuşlu daire yüzünden binaya azap yıldırımları inerse? Bendeniz böyle bir binada otursam, yapacağım ilk iş çok acele şekilde güvenli bir yere taşınmak olur.
Tezelden başka bir hane bulur oraya giderim.
Türkiye binamız, şehirlerimiz oturduğumuz apartmanlar… Bütün Türkiye bir bina… Bütün Türkiye çok büyük bir gemi… Bina yıkılır mı?.. Gemi batar mı?..
Kolonları kesik bina… Altında gizli bomba imalathanesi… Fuhuş mekânı bir daire… İncir çekirdeğini doldurmaz haberler, yorumlar, muhalifler muvafıklar, sahiden manken Şırfıntı sevgili değiştirdi mi, daire sahiplerinden biri Seyşellere tatile gitmiş, bir başkası lüks ve muhteşem bir umre yapacakmış..
Kolonları kesik Çarkıdünya apartmanının en sakin zamanları sabah namazları vaktidir. Bütün binadan sadece yaşlı biri namaza gider, ötekiler horul horul uyur.
Kolonsuz bir binada yaşamak o kadar kolay değildir. Hele bir de bodrum katında bomba atölyesi varsa… Gel de bunu bizim Çarkıdünyalılara anlat.
Bir âlemdir şu Çarkıdünya apartmanı… Çarkıdünya Türkiye…
Lozan’ın gizli/şifahî protokollerinde İslam’ı kazıyıp kaldıracaklarını taahhüt etmişlerdi. Bunu yapamayınca, İslam’ı içinden yıkıp çürütmek yolunu denediler.
1. Ehl-i Sünnet camiasını paramparça ettiler, bir sürü hizip ve fırkaya ayırdılar.
2. Müslümanları Protestanlaştırdılar.
3. Herkes Kur’an meâl, tercüme ve tefsirlerinden kendi re’y ve hevasına göre mâna ve hüküm çıkartsın diyerek kaos ve anarşiye yol açtılar.
4. Taqiyyeci Farmason Afganî’yi ve tilmizi yine Mason Abduh’u büyük din imamı ilan ettiler.
5. Sünneti ve fıkıh mezheplerini aşağıladılar ve devre dışı bırakmak için uğraştılar.
6. Dini kadınlarla bozmak için şeytanî planlar yaptılar ve bunları uyguladılar.
7. Cami imamlarını namaz kıldırma memuru durumuna düşürdüler.
8. Şer’î tesettürün cılkını çıkarttılar.
9. Müslüman kesimin içine ve arasına İbn Sebe’ler, Lawrence’lar, Hempher’lar, Moiz Kohen’ler, casuslar, ajanlar, provokatörler, manipülatörler doldurdular.
10. Yeni Müslüman nesilleri, atalarının ve dedelerinin Türkçe mezar kitabelerini okuyamayacak derecede kara cahil bıraktılar.
11. Tasavvuf düşmanlığı yaptılar.
12. Böl, parçala, hükm et siyasetini takip ettiler.
13. İnsanın yaratılış sebebi ve hikmeti olan ibadetleri ikinci plana atıp siyaseti birinci plana çıkarttılar.
14. Müslümanların bir kısmına futbol kulübü holiganlığı, militanlığı yapar gibi cemaatçilik, tarikatçilik, hizipçilik yaptırdılar, mü’minleri birbirine düşman ettiler.
15. İslam medreselerini kapatarak icazetli ulema, fukaha ve müftülerin sayısını çok azalttılar.
16. Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam türetmeye çalıştılar.
17. Din ve mukaddesat sömürüsünü sinsice alabildiğine teşvik ettiler.
18. Allah katında din İslamdır temel inancının yerine üç hak ibrahimî din vardır, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir bozuk inancını koymak için propaganda yaptılar.
19. Çeşitli Müslüman cemaat ve tarikat liderleri bir araya gelmezken papazlarla, patriklerle, hahamlarla, monsenyörlerle iftar sofralarında buluştular, öpüşüp koklaştılar.
20. Bozuk fikirli ve inançlı Fazlurrahman’ın Tarihsellik ve Tatiliye mezhebini, Ehl-i Sünnetin yerine koymak için uğraştılar.
21. Kendilerini ve Müslümanları Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın ışığında ıslah edecekleri yerde dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yaparak yeni bir İslam türetmek için çırpındılar.
22. Namaz kılan Müslümanların sayısını yüzde 10’a (belki daha aşağıya) indirdiler.
23. İstanbul’daki Eyüp Sultan Camii gibi birkaç mâbet dışında camileri bilhassa sabah namazlarında boşalttılar.
24. Müslüman halka ilmihallerini öğretmediler.
25. İslam’ı bir hümanizma ve ideoloji gibi gösterdiler. 23 Temmuz 2012
1’inci soru: Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusu niçin boşalıyor yahut boşaltılıyor? İleride bu bölgelere nüfus mu ithal edilecektir?
2. Sünnî Müslüman kesim niçin irili ufaklı ve hepsi birbirinden kopuk bin kadar cemaate, gruba, hizbe, fırkaya, sekte, kliğe ayrılmış ve Protestanlaştırılmıştır?
3. Sünnî Müslümanlar, durumun çok müsait olmasına rağmen niçin başlarına ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir seçerek bu zata biat ve itaat etmiyor?
4. İslamî kesimin niçin büyük bir bilgi bankası yoktur?
5. PKK bir Kürt hareketi midir, yoksa tabanının bir kısmı Kürt; beyni Ermeni, Siyonist, Pakraduni, Kripto bir hareket midir?
6. Sünnî kesim içinde modern İbn Sebe’ler, Lawrence’lar, Hempher’lar, Moiz Kohen Tekin Alp’ler var mıdır ve kimlerdir?
7. Ramazan’da ve başka zamanlarda birtakım İslamcılar papazlar, patrikler, hahamlar, monsenyörler ile bir araya gelip can ciğer diyalog ve hoşgörü muhabbetleri yaptıkları halde niçin on beş büyük cemaat reisi bir araya gelip böyle muhabbetler yapmıyor?
8. Camilere ilmî icazeti olan, geniş kültür sahibi, bir kısmı sanatkar, karizmatik (namaz kıldırma memuru olmayan) imamlar tayin edilmesi için iktidara ve Diyanet’e niçin baskı yapılmıyor?
9. Dindar kesim niçin tesettür tacirlerini tenkit ve protesto etmiyor ve şer’î tesettür istemiyor?
10. Sünnîler, tek parti faşizmi zamanında kapatılmış olan İslam medreselerinin yeniden açılması için niçin güçlü ve etkili şekilde çalışmıyor?
11. Kapatılmış olan tasavvuf tarikatlarının ve tekkelerinin açılması ve bir Meclis-i Meşâyih tarafından denetlenmesi için niçin çalışılmıyor?
12. İş, ticaret, sanayi, hizmet sektörünün ıslahı için niçin loncalar, ahîlik ve fütüvvet teşkilatı kurulması için çalışılmıyor?
13. İslamî kesimin ağır topları niçin millî bir felaket halini alan, israf, sefahat=beyinsizlik, aşırı tüketim, lüks ile etkili bir şekilde mücadele etmiyor?
14. Müslümanlar, ilan gelirleri masraflarını kurtaracak, her gün iki milyon adet dağıtılacak çok güçlü, çok etkili, çok bağımsız, çok faydalı, çok uyarıcı, partiler ve cemaatler üzerinde bir gazete kurmak için niçin bir araya gelmiyor?
15. İstanbul’da, yaklaşan büyük deprem konusunda niçin en az bir milyon kişilik bir miting veya yürüyüş yapılmıyor?
16. Türkiyede yüzlerce yeni Şiî camii ibadete açıldı. Henüz bitmeyen inşaatlar da var. Bizde Şiîliğe böyle müsamaha gösterilir ve teşvik edilirken İran’daki en az yirmi milyon Sünnî ağır baskılar altında. 5oo bin ile bir milyon olduğu tahmin edilen Tahran Sünnîlerinin Cuma namazı kılabilecekleri tek camileri yok, yapılmasına da izin verilmiyor. Bu konuda Sünnîler, niçin harekete geçmiyor, adalet ve eşitlik istemiyor?
İslam’ın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeyleri sadece yapmamakla Müslümanın vazifesi bitmiş olmaz… Bu gibi kötülüklere karşı olmak, bunların yapılmaması için çalışmak, bunların aleyhinde bulunmak, bunları önlemek, ortadan kaldırmak için çalışmak gerekir.
İçkiyi ele alalım… Ben içmiyorum demekle kendimizi kurtaramayız. İçki içilmesi münker bir iş olduğundan onu engellemek için çalışmamız gerekir. Nasıl çalışacağız?.. Yasal yollardan, yapılabilecek her tür protestoyu, muhalefeti, kösteklemeyi, propagandayı yapmalıyız.
İçki satan marketlerden alış veriş yapmamalıyız.
İçkili lokantalarda yemek yememeliyiz.
Ramazanda lüks içkili otellerin restoranlarında iftar ziyafeti vermemeliyiz.
Tabiî ki, içki aleyhinde çalışırken şiddete, teröre, kırıp dökmeye baş vurmamalıyız.
Bugünkü sistem/düzen yasal genelevler çalıştırılmasına izin veriyor. Bazı kadınların TC başlıklı vesikalarla vücudunu satmasına, bu hizmet karşılığında KDV ve gelir vergisi alınmasını uygun görüyor. Bu legal hanelerin kapısında resmî devlet polisi bekletiliyor. Müslüman böyle şeyleri doğru bulmaz, bunlardan razı olmaz.
Biz bütün bunlara muhalefet etmekle, bunları protesto etmekle vazifeliyiz.
Bana ne demekle sorumluluktan kurtulamayız.
İslam’da emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı vardır. Bu bir farz-ı kifâyedir. Ümmet bu farzı terk ederse her Müslüman (sorumluluk derecesine göre) sorumlu ve günahkar olur.
Bazı cahiller ve gafiller “Şimdiye kadar kâfirler çok yedi, bundan sonra Müslümanlar haram yesin…” mealinde laflar ediyormuş. Bu söz mazAllah küfürdür. Müslüman haram yemez, çirkin işler yapmaz.
Müslüman ne Darülislam’da, ne de Darülharb’te zina edebilir.
Müslüman, İslam’ın yasak kıldığı bütün kötülüklere karşı olmakla, muhalefet etmekle yükümlüdür.
Dinimiz, insanların gizli ayıp, kusur ve günahlarının tecessüs edilmesine, araştırılmasını, öğrenildiği takdirde faş edilmesine izin vermez ama günahlar, kötülükler, münker şeyler, fısk, fücur ve fuhşiyat alenen, âşikâre, açıkta küstahça yapılırsa buna sessiz kalınamaz, mutlaka önlenmesi için çalışmak gerekir.
İslam’ın, Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın haram kılmış olduğu çirkin şeyleri güzel görmek küfre yol açar. Küfre rıza küfürdür.
Beş vakit namaz kılmak farzdır, mâruftur… Namazın terki haramdır, münker bir şeydir. Müslüman, namazırn kılınması için çalışmakla mükelleftir.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı tek başına yapılamaz.
Müslümanlar tek bir Ümmet olacaklar, başlarına ehliyetli ve muktedir bir İmam-ı Kebir seçip ona biat ve itaat edecekler, teşkilatlanacaklar ki bu fariza yapılabilsin.
Geçenlerde yazdım, Feribotta yüzlerce yolcunun içinde, iffetli kadınların, mâsum çocukların, hayâlı vatandaşların arasında iki saygısız yolcu, biri kadın biri erkek, tam bir saat boyunca çılgınlar gibi sevişmişler, öpüşmüşler, birbirlerini mıncıklamışlar, herkesi rahatsız etmişler. Güvenlik memuruna şikayet edilince “Bizim elimizde yetki yok, karışamayız… Beğenmiyorsanız feribota binmeyin…” gibi bir laf etmiş. Bu hadiseyi milyonlarca Müslümanın (yasal sınırlar içinde) enerjik şekilde protesto etmesi gerekirdi. Yazık ki edilmedi…
Ayasofya camiinin ana binasının ibadete kapalı olması münker, kötü bir şeydir. Müslüman bunu protesto etmekle yükümlüdür.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) haber veriyor: Müslüman bir toplum emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesini yerine getirmezse onun üzerine azap iner. 24 Temmuz 2012
İki gazete… Birincisi: Pazar günleri birkaç ekle birlikte 100 sayfadan fazla… Bünyesinde on binlerce personel çalışıyor. İdarehanesi ve matbaası dev bir binada… Milyar dolarlık bir sermayesi var… İcabında bir haber için uçak kiralıyor, muhabirler, fotoğrafçılar gönderiyor…
İkinci gazete: Tabloid boyda sadece dört sayfa. Üç odalı bir yerde hazırlanıyor. Cirmi küçük, sermayesi küçük…
Birinci gazete küfre ve nifaka hizmet ediyor. Dolaylı şekilde hep İslam’a çatıyor. İğrenç mühtencen resimler basıyor. Günahların ve azgınlıkların artmasına hizmet ediyor. Yayınladıklarının çoğu fasa fiso, mâlâyâni hiçbir işe yaramaz şeyler. Ülkeye, halka, devlete beş paralık yararı yok.
İkinci gazete, İslam’a ve Türkiyeye hizmet ediyor. Doğru, iyi, güzel yazılar, resimler basıyor. İyilikleri destekliyor, kötülükleri köstekliyor.
Şimdi soruyorum: Hangi gazete hayırlıdır? Elbette dört sayfalık o küçük ve cılız gazete.
Hangi gazete daha büyüktür?.. Birincisi madde, hacim, etki itibarıyla büyüktür ama asıl olumlu büyüklük o lahana yaprağı gibi küçük gazetededir.
İkinci konuya geçelim… İki sofra…Birinci sofra lüks ve ihtişamlı bir ziyafet sofrasıdır. Yirmi çeşit ordövr, peynirler, zeytinler, reçeller, sucuklar, salamlar, söğüşler, zeytinyağlı soğuk yemekler, dolmalar, salatalar, cacıklar, börekler, turşular… Nefis bir çorba, önünüze konduğu vakit üzerine bir kaşık krema dökülüyor… Onun ardından pastırmalı yumurta, ana yemek, kocaman bir et parçası, yanında garnitürler, ayrıca börekler, pilavlar, baklalı enginar… On çeşit tatlı, istediğini seç ye… Dondurmalar, meyveler… Çay ve kahve…
Bu sofranın birkaç büyük kusuru var. Haram ve şüpheli parayla hazırlanmış… Riba parası, rüşvet, hortumlama, alavere dalavere, haram komisyonlar… Etleri şüpheli, domuz karışmış olabilir… Tavuklar islamî usule göre kesilmemiş ve içi boşaltılmadan sıcak suya atılarak murdar edilmiş… Bu sofranın en büyük kusuru israflı bir sofra olmasıdır.
İkinci sofra: Tarhana çorbası, nohutlu ve garnitürlü bulgur pilavı, salata, soğuk erik kompostosu… Bunlar çok acıkmış bir kimseyi doyurmayabilir. Doymak için bol bol ekmek yemek lazım…
Bu sofranın fazileti şu: Çok helal ve tayyip para ile hazırlanmış. Haram bir şey yok. İsraf da yok…
Yine soruyorum? Bu iki sofradan hangisi hayırlıdır? Elbette ikincisi.
Biz Müslümanlar gazete olarak yukarıda anlattığım küçük gazeteyi, sofra olarak da ikinci mütevazı sofrayı tercih etmeliyiz.
Zehri teneke kupa içinde sunmazlar…
Birinci lüks sofranın bütün malzemesi helal parayla alınmış olsa bile israf, aşırı tüketim, gösteriş, şatafat yüzünden harama girer.
Birileri ne yapacak?.. İsraflı, lüks, şatafatlı, muhteşem, gösterişli sofralar, gerekenden fazla iftariyelik, yemek, tatlı… Keten sofra örtüleri ve peçeteler… Gümüş kaplı çatal kaşık bıçak… Kilosu 40-50 liralık tatlılar… Dondurmalar en pahalısından… Bütün bunlar nedir? İsraftır israf. İsraf nedir? Haramdır, büyük günahtır. Kur’anda Allah müsrifler (israf yapanlar) için onlar şeytanın kardeşleridir diyor.
Arakan’da Müslümanlar kan kusuyor… Suriye’de Müslümanlar tavuk gibi boğazlanıyor… İslam dünyası facialar kumkuması… Zulüm, esaret, zillet, rezalet… Kıyım, açlık, sefalet…
Bazılarımız ne yapıyor?… Efendim bu ne nefis yoğurt!… Keh keh keh… Ballıkaya yaylasından özel getirttim efendim… Aaa bu ne güzel hurma, ömrümde böylesini yememiştim!.. Kih kih kih… İsrail hurmasıdır mîrim… Bu pilavın pirinci nedir?… Hah hah hah… Amberbû pirincidir… Kazım bey bu tatlının yağı ne yağı?… Hoh hoh hoh… Şam ve çam fıstığı yağından yapılmıştır sultanım, yiyin bol bol, şifa olsun…
Yemekler neş’e içinde yenir… Sünnete aykırı olarak çatlayıncaya patlayıncaya kadar yedi mide ile yenir… Kerahat vaktinde paldır küldür akşam namazı kılınır… Sonra gelsin o nefis çaylar, o köpüklü kahveler…
Bu esnada Arakan Müslümanları, Suriye Müslümanları, Gazze Müslümanları ezilmekte, öldürülmektedir…
Bazılarımızın sofraları pek zengindir ama vicdanları pek fakir…
Kendi karısına kızına laf atılsa, sarkıntılık yapılsa, çılgına döner. Cinayet işler… Lâkin kendisi başkalarının karılarına, kızlarına, bacılarına sulanır… Bu ne dengesiz adamdır?
İslâm dininde ve ahlâkında bütün kadınlar annedir, teyzedir, kız çocuğudur, kız kardeştir… Müslüman, namahrem hiçbir kadına şehvetle bakmamalıdır. Kendi karısı kızı çok muhterem, adeta kutsal, başkalarınınki orta malı. Bu zihniyete sahip kimse Müslüman değil, hayvandır.
İslâmın kadını alçalttığı, ezdiği büyük bir yalandır, iftiradır, bührandır.
Çağdaş Türkiye’de kadına en büyük hakareti, birtakım bedbahtlara T.C’li resmî fuhuş vesikâları verenler yapmaktadır.
Tesettüre, başörtüsüne, çarşafa ateş püsküren dinsiz çağdaşlar devletin genelev izni vermesine, oralarda vesikalı fahişe/sermaye çalıştırılmasına, bu işten KDV ve vergi alınmasına, bu hânelerin kapısında polis bekletilmesine niçin karşı çıkmıyorlar?
Müslüman politikacıları, kadın hakları ve haysiyeti konusunda böyle korkunç bir ayıba sessiz kaldıkları için protesto ediyorum.
Adliye binalarına başörtülü avukatları sokmayan baroları da kınıyorum.
Çağdaşlar, laikler, dinden kopmuşlar kadın konusunda korkunç bir ikiyüzlülük, riyâkarlık, Makyavelizm sergiliyor.
Gazetelerde, tv’lerde çıplak şehevî kadın resimlerinin basılması, kadınlığa yapılacak en büyük hakarettir.
Tesettür sadece İslam’a özel bir emir değildir. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da tesettür vardır.
Müslümanlar, tesettürlü avukatları mahkeme salonlarına almayan baroları nefretle protesto etmelidir.
Avukat, öğretmen, doktor, memure bütün çalışan Müslüman kadınlar işlerini tesettür kıyafeti ile yapabilmelidir.
İsveç’te başı sımsıkı örtülü Müslüman kadın polis olabiliyor da Türkiye’de niçin olamıyor?
Müslüman kadınların bir kısmı şeytanî tesettürden Şer’î tesettüre geçmelidir.
Tesettür bezirganlığa âlet edilmemelidir.
İslamî ve şer’î tesettür iki ateş, örs ile çekiç arasında kalmıştır. Bir tarafta agresif dinsizler, öbür tarafta sözde İslamcılar.
Erkeklerin dikkatini, çıplak kadınlardan daha fazla çeken tesettürlülerin en uygun ve şefkatli şekilde uyarılması gerekir.
İcazetli ulema, fukaha ve meşayih bu konuda Müslüman halkı uyaran, aydınlatan., bilgilendiren bir beyanname yayınlamalıdır. 25 Temmuz 2012
Yahudi Türkler, Kripto Yahudiler, Kripto Ermeniler, Pakraduniler, Sabataycılar, Kürt Yahudileri ve benzeri konularda az, fakat sağlam bilgiye sahibim. Bunların pek azını, isim vermeden anonim şekilde yazabiliyorum. Daha fazla yazamam, hayatım tehlikeye girer.
Türkiye halkına, bilhassa Müslüman kardeşlerime acıyorum. Yatakta uyuyorlar, ayakta uyuyorlar.
Yakın tarihimizin içyüzünü, bugünkü durumu iyi bilen binde bir değil, on binde bir çıkar ancak.
Yalanlar, tabular, mitolojiler sarmış beyinlerimizi. Korkunç bir dezenformasyon ve anti-kültür cangılı içinde el yordamıyla düşe kalka bata çıka yürüyoruz. Bu gidiş nereye?
Bedevîlik, şifahî kültür, 1928’den önceki Türkçeyi bilmemek okuyamamak, ideolojik eğitim, arı ve duru sade dil bizleri robotlaştırmış, zombileştirmiş.
Kriptolar kemiklerimizin içindeki iliklere kadar nüfuz etmiş, sinmiş.
Genç nesillere liselerde doğru dürüst (veya hiç) mantık okutulmadığı için sebeplerle neticeleri bile birbirinden ayırt edemiyoruz.
Ne kadar dehşetli bir kültür fukaralığı içinde olduğumuzu anlatmak için bir örnek vereyim:
Türedinin yüz milyonlarca dolarlık serveti var. Cep telefonu (aynı zamanda bilgisayar) 2500 lira… Bu adamın cebindeki kalem ise elli kuruşluk bir tükenmez. O servetin içinde kültür bakımından yerlerde sürünüyor.
500 metre karelik lüks evinin yüzme havuzu var. O evin içinde bir kütüphane odası yok. Herif kültür fakirliğinden geberecek…
Mübarek Ramazan geldi, şu Müslüman halkın haline bakınız: Susamlı ve çörekotlu Ramazan pidesi… Camilerde klimalar… 120 desibel bağıran hoparlörler… İçkili mekanlarda lüks, ihtişamlı, israflı, papazlı, patrikli, monsenyörlü, zangoçlu iftar ziyafetleri… Para para para, cerrû yecirrû…
Ender istisnalar dışında doğru dürüst ne tarih bilen kaldı, ne edebiyat, ne sanat.
Türkiyede en çok satılan beş kitap içinde Fuzulî divanı’nın bulunması gerekmez mi? Ne satın alan var, ne okuyan, ne de anlayan…
Yakın tarih mi?… Filanca Paşanın annesi şöyleymiş böyleymiş… Bunlar ne biçim Müslüman? Kazf günahı ve haddi nedir bilmiyorlar mı? Seksen sopalık adamlar!..
Kripto Yahudiler…
Kripto Ermeniler…
Pakraduniler…
Kırımçaklar…
Tat Yahudileri…
Dağ çufutları…
Kanımıza iliğimize kadar girmişler…
Şalom aleyhem… Aleyhem Şalom!..
AB bayramı…
Queridos Muslumanos…
Türkiye halkı, Türkiye Müslümanları, sizlere iyi uykular…
Küçük bir Avrupa şehrinde yaşayan Müslümanlara bir mescid izni verilmiş. Müslümanlar (çoğu yabancı işçi) buna sevinmişler. İmkanlarına göre bir mescid yapmışlar, bir imam bulmuşlar. Namaz kılmaya başlamışlar, bilhassa Cuma namazlarında 100 kadar cemaat oluyormuş. Ne güzel…
Lakin ortaya bir problem çıkmış. Bizim Müslümanlar Ezanı hoparlörle okumuşlar, çoğunluk Hıristiyan, bundan tedirgin olmuş. Bilhassa sabah vakti… Üstelik de müezzinlik yapan zatın sesi güzel değil, Ezan okumasını da bilmiyor, Ezan okumuyor, Ezan bağırıyor… Şikayetler olmuş, tatsızlıklar çıkmış, polis, adliye ve medya işe karışmış… Bir yığın problem, fitne fesat…
Böyle bir durumda ne yapılması gerekirdi:
Ezanın cami içinde okunması gerekirdi.
Böyle küçük bir mescide hoparlör tesisatı takmak israftır.
Sesi güzel olmayanların ve güzel Ezan okuyamayanların, İslam ülkelerinde de Ezan okumaları caiz değildir. İlle okuyacaklarsa hoparlörsüz, uzatmadan çabucak okusunlar.
Nasıl herkes güzel Kur’an okuyamazsa, yine herkes güzel Ezan okuyamaz.
Müezzinin sesi çok güzel ve çok güzel de Ezan okuyor… Hoparlörler 100 desibelin üzerinde ses çıkartıyorsa bu ses yüksekliği ve şiddeti Ezana çok zarar verir.
Bütün din görevlileri akustik ilminin esasları, ses birimi desibel, hoparlör tesisatı nasıl olmalıdır gibi konularda eğitilmelidir.
Halkın beş vakit namazı terk ettiği bir İslam ülkesinde, herkesin gaflet uykusunda olduğu seher vakitlerinde hoparlörleri sonuna kadar açmak bazı kişilerin küfrüne yol açabilir.
Onların gafleti kulakları duymadığı için değil, gönül kulakları tıkalı olduğu içindir.
Ezanlar hiçbir zaman 65 desibeli, bilemediniz 70-80 desibeli geçmemelidir.
İstanbul’da Sultanahmet Firuzağa camiinin tek minaresinde 8 hoparlör var. Bahçedeki ağaçlara da iki hoparlör asmışlar, yekun 10 hoparlör eder…
O camiye, iki hoparlör yeter. Onlar da akustik ilmine göre ayarlanacak, sesi gerekenden şiddetli vermeyecek.
Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’nin bütün camilerindeki hoparlörleri, ses ayarlarını bir nizama bağlamalıdır.
Mahalle arasında apartmanlar içinde bir cami… Şimdi yaz mevsimi saat 4,30’da Ezan okunuyor. Bu Ezan o kadar güzel okunmalıdır ki, namaz kılmayanlar bile doğrulup tatlı tatlı dinlemeli… Küçük çocuk uyanmalı gülümsemeli… Hasta, yatağında dinlemeli biraz olsun iyileşmeli…
Evime yakın lüks bir butik otel var. Sahibi anlatmıştı: Son on sene içinde bir turist Sultanahmet’in altı minaresindeki otuz iki hoparlörlerinden birden, belki de 120 desibel şiddetinde (Gök gürler gibi) sabah Ezan okunmaya başlayınca neye uğradığını şaşırmış ve yataktan düşmüş!..
Tezelden bir Ezan Enstitüsü kurulmalı ve sesleri müsait medenî Müslüman gençlere Ezan dersleri verilmelidir.
Birkaç yıl sonra bu gençlerin seçkin ve en başarılı bazıları tv’lerde, radyolarda beş vaktin Ezanlarını okumalıdır.
Şu yetmiş milyonluk ülkede çok güzel Ezan okuyacak kaç süper müezzin çıkar?.. Bin kişi çıkar mı acaba?
Süper olmamakla beraber yine de güzel Ezan okuyabilecekler de vardır. Onlar da yetiştirilmelidir.
Güzel Ezan okuma işini, hoparlör meselesini, desibel sınırını halledemiyorsak vah bize, yazık bize…
Bu yazımdan dolayı beni Ezan düşmanlığı yapmakla suçlayan biri çıkarsa ona özürlü derim… Bendeniz hoparlör düşmanıyım… Aşırı yüksek desibel düşmanıyım…
Ezan Tevhid’in sesli bayrağıdır. Ona karşı olan kafir olur. 26 Temmuz 2012
İslam ve Müslüman karşıtı çevreler
yalan ve şişirme göstermeye çalışıyor. Halbuki, y
Dünyanın her hangi bir yerinde
büyük gürültü ve yaygara kopartan İslam düşmanları, Türkiye Müslümanlarının Arakan’daki kardeşleriyle ilgilenmesinden, onlara acımasından bile rahatsız oluyor.
Dünyanın nice ülkesinde Müslüman azınlık veya çoğunluklara zulm edilmektedir ama
Paramparça olmuş Türkiye Müslümanlarının
bu gibi facialardan zamanında ve yeteri kadar haberleri olmuyor.
Hilafet müessesi var olmuş olsaydı bu gibi zulümlere karşı etkili tepkiler verilebilirdi. Arakan’da din kardeşlerimiz diri diri yakılırken Türkiye’de bazı Müslümanlar ne yapıyor?.. Lüks iftardan lüks iftara koşuyor…
Lüks umreler yapıyor… Cemaat ve tarikat holiganlığı yapıyor…
Dünyada millî devletlerin sınırları olabilir ama İslam kardeşliğinin sınırı olmaz. Hangi ülkede yaşıyorsa, hangi dili konuşuyorsa, hangi ırka mensupsa Müslümanlar kardeştir. Yaşayış tarzları, örfleri, adetleri, kültürleri farklı da olsa kardeştir.
Suriye’de
tarafından vahşice öldürülen ve ezilen Müslüman kardeşlerimiz için yaptıklarımız yeterli midir? Kesinlikle değildir.
için ağlayabilmemiz, onlar için feryat edebilmemiz ve oraya kadar yardım elimizi uzatabilmemiz için gereken ilk şart
Müslümanlarda Ümmet şuuru yoksa işte böyle teker teker, parça parça ezilir ve öldürülürler.
,
Arakan Müslümanlarına yardımdan geçtim,
En son İstanbul’da büyük bir market,
İslam dünyası çok zengindir.
Arakan’da, Suriye’de, başka yerlerde öldürülen, yakılan, gözleri oyulan, ezilen, sürünen kardeşlerimiz için yapabileceğimiz en kolay şey, onların acıları karşısında biraz olsun iştahımızın kesilmesidir.
Acaba bu ucuz ve kolay şeyi yapabiliyor muyuz?
Türkiye kime kalacak?.. Türkiye kimin olacak?… Aman Türkiye’yi ötekilere kaptırmayalım!.. Türkiye ilelebed hep bizim olsun!.. Hakimiyetimiz ebedî olsun…
Be mübarekler, siz bilmiyor musunuz ki, mülk Allah’ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır…
Türkiye M. Kemal’e kaldı mı? Millî Şef İsmet’e kaldı mı? Adnan beye kaldı mı?
Irak Saddam’a kaldı mı?.. Mısır Mubarek’e kaldı mı?.. Libya Kaddafi’ye kaldı mı? Emanetçi malikler gelirler giderler…
Kimi izzet ü ikbal ile gider, kimi zillet içinde ipte sallanarak… Malikülmülk olan Allahtır ancak.
Bu mülk biz Müslümanlara emanet edilmişti. Kıymetini bilemedik, şartlarına riayet edemedik ve emaneti kaptırdık. İstanbul şehri 1453’te bize verildi. Farkında mısınız acaba, aradan beş yüz sene geçtikten sonra emanet elimizden hızla kayıp gidiyor.
Aaaa İstanbul bizim tapulu mülkümüz değil mi?.. Değil tabiî… Emanete hıyanet edersen elinden alınır…
Nasıl olurmuş o?.. Gözünü açıp baksana, işte bugün olduğu gibi kayar gider… Her yerde açık fuhuş, işret, fısk u fücur, isyan tuğyan, günah…
İslam ahlâkına göre yüzlerce yolcu taşıyan bir feribotta bir erkekle bir karı bir saat boyunca herkesin arasında azgınca öpüşüp sevişir mıncıklaşır ve Müslümanlar da seyrine bakar…
Caddelere, lokantalara, kahvehanelere, hastanelere baksana, insanlar nehar-ı Ramazan’da Allah’tan korkmadan, kullardan utanmadan nasıl alenen nakz-ı siyam ediyor…
Muhadderatın haline bak, hamam anaları gibi… Din elden gidiyor mu? Ne gidiyoru, gitmiş bile!
Yoksa sen 120 debisel bağıran hoparlörleri, cami klimalarını, cami wc’lerini, minareler arasına gerilen mahyaları, lüks iftarları, lüks umreleri
dinî folkloru İslam mı sanıyorsun?
İslam Kur’an, Sünnet, Şeriat, fıkıh, ahlâk, hikmet, güvenlik ve adalet demektir. İslam Ümmet demektir. İslam, kadınların tesettürü demektir. İslam ticaret ve iş hayatında fütüvvet ve ahîlik ahlakı demektir.
İslam, Cuma ezanı okunanca bütün Müslümanların dükkanlarını ve işyerlerini kapatıp camiye gitmeleri demektir. İslam, Müslüman halkın en az yüzde 90’ının beş vakit namaz kılması demektir. İslam, Müslümanların çocuklarının İslam mekteplerinde Müslümanca okuması ve yetişmesi demektir.
İslam,
demektir.
Açık yazıyorum:
Bir Müslüman toplum evamir-i Kur’aniyeye, Resulullahın Sünnet-i seniyyesine, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye, İslam kadın ve kızlarının hurmetine ihanet ve hıyanet ederse zillete, esarete, rezalete, rüsvaylığa ve izmihlâle duçar olur. Emanet onun elinden alınır.
Bir toplum azarsa ve Allah yolundan saparsa ondaki zenginlik, maddî refah, israf, lüks meskenler, lüks binitler, lüks hayat keramet değil, istidractır. Ansızın tepelerine azap iniverir. Bize kendimizi ıslah etmemiz, toparlanmamız, aklımızı başımıza toplamamız, günahlarımıza tevbe etmemiz, Kur’an Sünnet Şeriat yoluna girmemiz için mühlet veriliyor.
Toparlanıyor muyuz? Toplanıyor, Kur’an ve Sünnete uyuyorsak gelecekten ümitli olabiliriz. Azgınlıkta, günahta, lüks ve israfta, bînamazlıkta, isyanda tuğyanda, ekl-i ribada, fütuhulfüructa ilerliyorsak geleceğimiz karanlıktır.
Bunu anlamak için fakih olmak gerekmez. Aynaya bakmak yeterlidir. Mir’at-ı ibrete… 27 Temmuz 2012
Bir eşek arısı yuvasına sarılı siyahlı, bir tanesinin zehri bir adamı öldürmeye yeterli arılar kızgın kızgın vozurdayarak gidip geliyor… Bendeniz bu öldürücü arılara dikkat çekiyorum. Bunlar tehlikeli diyorum. Bu uyarmama teşekkür edeceğine, sen mesaj gönderiyor ve cesur bir kimseysen o arı yuvasına çomak sok, biz de görüp bilelim, bunu yapmak zorundasın, yaşın ilerledi ölürsen öl gibi lâflar ediyorsun.
Eşek arılarının şerlerinden ve tehlikelerinden kurtulmak için eşek arısı ilmini bilmek gerekir.
Onları kaçırmak bir kişinin işi değildir ehliyetli, liyakatli, tecrübeli, birikimli bir ekibin işidir.
Bu iş için sadece cesaret yetmez, maharet de lazımdır.
Eşek arılarıyla ilgili bilgileri toplamak için elemanlar, araştırma enstitüleri lazımdır. Kaç çeşit eşek arısı vardır? Bunların fizikî şekilleri, huyları, kültürleri nelerdir? Zararları nelerdir?
Ayakta uyuyanların bu bilgileri toplamaları, öğrenmeleri, çare ve çözüm bulmaları mümkün ve muhtemel değildir.
Eşek arılarının zehirlerine karşı ne gibi panzehirler, serumlar vardır? Gerektiğinde kullanacağımız stoklar var mıdır?
Milyonlarca Müslüman, eşek arılarıyla mücadele eden kardeşlerini destekler mi, icap ettiği zaman yardımcı olur mu?
Eşek arılarıyla ilgili olarak devlet büyüklerinden randevu alıp görüşmeliymişim… Devlet büyüklerimiz çeşitli hizmetler, gaileler, problemler, krizler yüzünden başlarını kaşıyacak, doğru dürüst istirahat edecek zaman bile bulamıyor. Zaten onların eşek arıları konusunda benden bin kere daha bilgili olmaları gerekmez mi? Devlet imkânları emirlerinde, danışmanlar, enstitüler, kurumlar, istihbarat teşkilatı, bütçeler, her imkân var…
Benim terbiyem, devlet büyüklerini rahatsız ve taciz etmeye izin vermez.
Eşek arılarıyla ilgili yazımda zümre isimleri verdim. Bunlar hakkında bilgi edinmek isteyenler internet büyük okyanusuna dalabilirler.
İsim vererek şu kişi kripto eşek arısıdır demek suçtur.
Eşek arılarını (etmem yâ) teşhir etmeye kalksam, her hangi bir hücuma ve saldırıya uğradığımda kaç kardeşimiz yardımıma koşar?
Bendeniz gazeteci olarak vazifemi yapmaya çalışıyorum. Herkes de kendi vazifesini yapsın.
İnterneti açıp eşek arıları ile ilgili bilgi ve belge arasın.
Takma isimlerin, rumuzların ardına saklanıp cart curt etmenin faydası yoktur!
Bir İslam ülkesinde yaşayan Sünnî çoğunluk, şu veya bu şekilde Kur’an’a, sünnete ve şeriata hıyanet ederse yahut dinî konularda gaflete ve gevşekliğe düşerse, izzet ve hürriyetini kaybeder, zalim azınlıkların esareti altına düşüp perişan olur.
Zalim azınlıklar iktidarı ele geçirince kolay kolay bırakmazlar, gitmezler.
Egemen azınlıkların pençesine düşmeyegörsünler, Sünnî Müslümanların kurtulması çok zor, çok zahmetli, bazen çok kanlı olur.
Kâfir ve zalim egemen azınlıkların hâkimiyet ve iktidarı ne kadar sürer? Pek kısa sürmez. Elli sene, yüz sene sürebilir.
Egemen azınlık rejimi yıkılınca Müslümanlar hür ve aziz olurlar mı?
Allah’ın ve Peygamberin yoluna girmez, Kur’an’a, sünnete, şeriata uymazlarsa yine kurtulamazlar, zalimin biri gider öbürü gelir.
Sadece namaz kılan, oruç tutan, hacca giden bir Sünnî toplum doğru yolda mıdır? Sadece namaz oruç, hac yeterli olmaz. Bütün Müslümanların birlikte olması gerekir. Bu birlik de, hepsinin bir İmam-ı Kebir’e biat ve itaat etmesiyle sağlanır.
Namazı kılıyor, orucu tutuyor, hacca da gidiyor ama emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmıyorsa kurtuluş ve izzet olmaz, Müslümanların başına azap iner.
Namaz kılıyor, oruç tutuyorlar ama israfa, lükse, gevşekliğe, şeriatın büyük günah olarak gösterdiği çeşitli fısklara, fücurlara, şehvetlere kapılmışlar ve bunlar yaygın ve aşikâre hale gelmiş, yine kurtuluş olmaz.
Bir Sünnî çoğunluk yeterli sayıda zeki, istidatlı ve kabiliyetli oğullarını subay yetiştirmezler, subaylığı hor görürlerse, bu esnada Sünnî karşıtı ve düşmanı azınlıklar çocuklarını subay yetiştirirlerse, o Sünnî toplum intihar etmiş demektir.
Müslümanların bir kısmı namaz kılıyor ama kötülüklerle mücadele etmiyorlar, bana ne diyorlar, keyiflerine bakıyorlar, yan gelip yatıyorlar. Yine kurtuluş olmaz.
Allah Kur’an-ı Kerim’de sadık ve itaatli mü’min kullarına zafer vaat etmiştir. Bu zafere nail olabilmek için Allah’ın rızasını kazanmak gerekir.
Namazın, orucun, haccın yanına şunları ilave etmek gerekir:
1. Birlik ve ümmet şuuru… 2. Ehliyetli, liyakatli, dirayetli, muhlis, idareci, müeyyed, Resulullah’la (Salât ve selam olsun ona) manen irtibatlı bir İmam-ı Kebir’e biat ve itaat… 3. Emr-i mâruf ve nehy-i münker… 4. Kâfirleri dost ve veli edinmemek… 5. Büyük ve küçük cihat… 6. Güçlü ve vasıflı olmak.
Allah Suriye Müslümanlarının yardımcısı olsun… Allah’ın yardımına ve tevfikine mazhar olmak için Suriye Müslümanları kendilerine yardım etsinler… 28 Temmuz 2012
Tek parti faşizminden bu yana tarihimizin en liberal günlerini yaşıyoruz. Vesayet ve resmî ideoloji sisteminin beli kırılmıştır. 1920’lerde, 30’larda olduğu gibi vatandaşlar inançları, ibadetleri, kanaatları yüzünden hapse atılmıyor, bazısı idam edilmiyor. Artık tabutluk işkenceleri yapılmıyor, Varlık Vergileri alınmıyor…
Bugünkü sistem veya düzen İslamî ölçüler bakımından iyi midir?.. İyidir denilemez… Eskisine göre daha az kötü müdür? Bu husus tartışılabilir. Lakin zinanın suç olup olmaması bakımından eskisine göre daha kötü olduğunda zerrece şüphe yoktur.
Çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlar için (yüzde yüz olmasa da) artık çok büyük hürriyet vardır. Müslümanlar bu hürriyeti iğtinam edip (ganimet bilip) dinlerine, ülkelerine, halklarına, insanlığa gereği gibi hizmet edebiliyorlar mı? Bu, tartışmaya açık bir konudur. Bence edemiyorlar.
1920’li, 30’lu yıllarda Müslümanlar büyük darbeler yemişler, sersemletilmişler ve henüz kendilerine gelememişlerdir.
1924’te Hilafet’in kaldırılmasından sonra Müslümanlar başsız kalmıştır.
İslam düşmanları, “Böl, parçala, hükm et” siyasetiyle Ehl-i Sünnet Müslümanlarını birbirinden kopuk irili ufaklı bin kadar cemaate, hizbe, fırkaya, kliğe, sekte ayırmıştır.
Tevhidî eğitimin kaldırılması, onun yerine ideolojik Tevhid-i Tedrisat anti eğitiminin getirilmesi, Müslüman halkın 1928’den önceki bin yıllık yazıyı okuyamaması, bu yetmiyormuş gibi Türkçenin faşist devlet terörü ile radikal bir değişime tabi tutulması millî, İslamî kültürde kapatılması çok zor rahneler açmıştır.
1960’lardan itibaren Haçlılar ve Siyonistler Türkiye’de yeni bir İslam türetmek için çalışıyorlar ve hayli başarılı olmuşlardır. Onlar münzel(=indirilmiş) İslam’ı kaldırıp, onun yerine uydurulmuş bir İslam getirmek istiyor.
İslamî kesimde yüzlerce yeni bid’at fırkası türemiştir.
Râfizîlik, Necdîlik, Selefîlik, mezhepsizlik, telfik-i mezahib, Sünnet düşmanlığı, Mealcilik, Fazlurrahmancılık, İslam’ı Feminizme uydurmak, İslam’ı AB norm ve standartlarına ayarlamak gibi sapık cereyanlar gece gündüz faaliyet gösteriyor.
Halkın yüzde doksanı namazı terk etmiştir.
Kadınların yüzde kırkı tesettürü terk etmiştir.
Cemaat, hizip, fırka militanlığı, holiganlığı, fanatizmi dehşet saçmaktadır.
Dinî hizmet ve faaliyetler yüz milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmiştir.
Müslümanların başında bir İmam-ı Kebir yok.
Müslümanların tek bir hizmet ve faaliyet plan ve programı yok.
Müslümanların tek bir bütçesi yok.
Son yüz yıllık tarihimizin en hür, en fırsatlı, en imkanlı devrini yaşıyoruz ama…
İslamî kesimin içinde köpek sürüleri kadar casus, ajan, provokatör, manipülatör var. Çağdaş İbn Sebe’ler, Lawrence’lar, Hempher’ler, Moiz Kohen(=Tekin Alp’ler) kol geziyor.
İslam adına Sünnete saldıranlar bile görülüyor.
Fıkıh mezheplerine saldırılıyor.
Sahte müftilerin (aslında muhtiler), naylon müctehidlerin bini bir paraya.
Rezalet o dereceye geldi ki, “Allah gerçek bir Janus’tur” (Huda Janus-i hakikî est) diye yazarak yüce Allahı bir Roma putuna teşbih eden (=benzeten) İranlı yazar, bir İslam büyüğü ve önderi olarak tanıtılıyor.
Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş bir hürriyet, genişlik, fırsat ve imkan geldi ama bununla beraber bir gevşeme, yumuşama, keyif, oh kekâh, yan gel de yat, haram rantlar devşirme devri de başladı. Haram yeme, lüks hayat, israf, bin türlü beyinsizlik, sefahat ve fuhşiyat(=azgınlık) yaygınlaştı ve yoğunlaştı.
Farz değil, vacib değil Müslümanlar akın akın turistik lüks umre seyahatlerine gitmeye başladı.
Ramazanlarda içkili mekanlarda papazlarla, hahamlarla neş’eli iftarlar yapılır oldu.
Mübarek kutsal ayda İslam’a ve Şeriata sığmayan eğlenceler, etkinlikler, şenlikler, azgınlıklar… Camilere kiliselerde ve havralarda olduğu gibi sıralar, sandalyeler, tabureler koyma bid’ati…
Medenî İslam kültürünün yerini alan bedevî, a’rabî, göçebe kültürü…
Eski radikal mücahitlerin müteahhit olmaları…
Kur’ana, Sünnete, Şeriata zıt uyduruk, rüküş, rengarenk o biçim şeytanî tesettürler.
Bugünkü hürriyet, değeri bilinmez ve iğtinam edilmezse (ganimet bilinmezse) hep böyle sürmez.
Bugünkü imkanların, fırsatların, zenginliklerin bir gün sonu gelir.
Lükse, israfa batan, şehvetlerine uyan Müslüman toplumların sonları iyi olmaz.
Allah bize nasihat etmiştir… Resulullah (Salat ve selam olsun ona) bize nasihat etmiştir… On dört asır boyunca ulema, fukaha, meşayih, mürşidler , Sadat-ı Kiram bize nasihat etmiştir.
Bugünkü zenginlikler, genişlikler, konforlar, lüksler, müzeyyen meskenler, pahalı otomobiller, Karunvari gibi servetler keramet değil, istidractır.
İslam tarihine bakalım… Gaflet, ihmal, gevşeklik yüzünden ne büyük facialar cereyan etmiş. Niçin ibret dersleri almıyoruz?
Neler yapılmalıdır?
Yapılacak ilk iş ehliyetli ve liyakatli bir reis, bir İmam seçip ona biat ve itaat etmektir.
İkincisi, sürüler halinden çıkıp tek bir Ümmet olmaktır.
Üçüncüsü bedeviyetten medeniyete yükselmektir.
Dördüncüsü namazı ikame etmektir.
Beşincisi, bir tür ırkçılık olan cemaatçiliği ve hizipçiliği bırakmaktır.
Altıncısı Kur’ana, Sünnete uymaktır.
Yedincisi İslam’ı, Kur’anı, Sünneti ve Şeriatı icazetli ulemanın, fukahanın, meşayihin anladığı gibi anlayıp hayata tatbik etmektir.
Sekizincisi ihtilaflı meselelerde ve konularda Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmaktır.
Dokuzuncusu, İslam’ın Cadde-i Kübrasında yürümektir.
Onuncusu, Cumhur-i Ulema yolundan gitmektir.
On birincisi, Selef-i Sâlihîn Efendilerimizi örnek almaktır.
BU millet anadilini bin yıldan fazla İslam/Kur’an alfabesiyle yazmış. 1928’den önceki basma ve yazma kitaplar, belgeler, mezar taşları, kitabeler hep bu yazıyla. Sen Müslüman bir gençsin ve bu yazının cahilisin. Yazık değil mi sana? Hiçbir şeye yanmam da senin bu konudaki umursamazlığına çok acırım. Okuma yazma bilmiyorsun ve bunun üzüntüsünü çekmiyorsun. Keyfin yerinde.
Bu sene yurt çapında bine yakın Osmanlıca kursu açıldı. Bunlardan birine kaydını yaptırıp millî yazımızı öğrensen iyi olmaz mıydı?
Kültürlü bir Müslüman genç olmak istiyorsun ama okuma yazma öğrenmiyorsun. Olacak şey midir bu?
Bir Fransız genci 1928’den önce basılmış, yazılmış Fransızca kitapları ve evrakı okuyamasa, onun kültürlü bir Fransız genci olması mümkün müdür?
Okuma yazma biliyorsun elbette. Hangi okuma yazmayı? Latin harfleriyle 1928’den sonraki kuşdili Türkçesini… Bu, sana yeterli midir sanıyorsun?
1928’den bu yana kaç sene geçmiş?.. 84 sene… Millî yazımız ise bin yıl sürmüş… Senin okur yazarlığın pek kısa, pek güdük…
Sen şu cemaate veya tarikata mensupmuşsun, senin hocan çok büyükmüş, cemaatin çok uluymuş… Bırak bu edebiyatları… İlmin, irfanın, kültürün, medeniyetin en büyük aleti ve vasıtası yazıdır. Onu biliyor musun, bilmiyor musun, ondan haber ver bana.
Okur yazar olmadığına üzülseydin, bin yıllık millî yazımızı öğrenmek için niyete, cehde, iradeye sahip olsaydın seninle görüşmeye devam edecektim. Lakin bugünkü halin ümit verici değil. Selam ve dua sana veda ediyorum. Ne halin varsa gör!.. 29 Temmuz 2012
İlan30 TEMMUZ 2012
PZT 05:21
[-] Normal [+]
GündemTavsiye EtYazdırYorum Yaz
Allah ile olan bütün işlerimizde, ibadetlerimizde ihlâs yani temiz niyet şarttır. Namazlar, oruçlar, hac, umre, yapılan hayır hasenat hep Allah rızası için yapılmalıdır. İhlas, katışıksızlık demektir ve kesir kabul etmez; ya yüzde yüz olur, ya olmaz. İnsanlar kendisi için ne dindar adammış desinler niyetiyle kılınan namazlar, tutulan oruçlar yahut halk kendisi için ne hayırsever kimse desin diye yapılan iyilikler, verilen sadakalar ihlâssızdır, bozuk niyetlidir ve makbul olmayacağı bildirilmiştir. Farz ibadetler açıkta yapılır, nafile ibadetler gizlenir. Nafile sadakalar, sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek şekilde verilir. Ramazanda verilen iftar ziyafetlerinde israftan, gösterişten, şatafattan, benim ziyafetim senin ziyafetinden üstündür beyinsizliklerinden, lüksten ve ihtişamdan kaçınılmalıdır. İsraf Kur’an, Sünnet, icmâ-i ümmet ile haramdır; Kitabullah’ta israf edenlerin şeytanın kardeşleri olduğu bildirilmiştir. Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz “En şerli ziyafetler, fakirlerin çağırılmadığı ziyafetlerdir” buyurmuştur. İçkili mekânlarda iftar ziyafeti verilmez. İslam’ın hak din olduğunu tasdik etmeyen, Resulullahı yalanlayan, Kur’ana inanmayan gayr-i Müslim ruhanilerin iftar ziyafetlerine çağırılması ve onlarla muhabbetli bir şekilde yenilip içilmesi günahtır. Milyonlarca fakir ve dar gelirli halkın geçim sıkıntısı çektiği, İslam âleminde korkunç zulümler işlendiği, Suriye ve Arakan gibi yerlerde Müslümanların kanlarının döküldüğü böyle bir devirde israflı ve pahalı iftar ziyafetleri vermek vicdana ve insafa sığmaz. Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uygun şekilde verilecek mütevazı iftar ziyafetlerinde çeşitli İslamî cemaatlerin liderlerinin, hocalarının, hoca efendilerinin, Efendi hazretlerinin bulunmaları daha münasip olur. Zekâtlar Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın ve fıkhın öngördüğü şekilde, Tevbe suresinin 60’ıncı ayetinde açıkça beyan edilen fakirlere, miskinlere ve diğer hak eden gerçek şahıslara verilmelidir. Yukarıdaki gerçekler ahali-i müslimeye hatırlatılır. Ramazan mübarek olsun. Cenab-ı Hak cümlemizi ihlâsla oruç tutan, ihlâsla namaz kılan, ihlâsla hayır hasenat yapan, ilahî rızasına uygun ziyafet veren sâlih kullarından eylesin.
(Bu, bir emr-i mâruf nehy-i münker ilanıdır.)
* (İkinci yazı)
Ramazan Showları
Geçen Ramazan’daki bazı hadiseleri hatırlıyor musunuz? Birkaç ilahiyatçı çıkmış, İslam’da teravih yoktur yaygaraları kopartmıştı.
Bir ilahiyatçı o kadar ileri gitmişti ki, yanındakilerle birlikte Sultanahmet meydanında güneş batmadan önce iftar etmişlerdi. Bunlar imsaktan sonra da sahur yemeğine devam ediyorlarmış.
Sabataycı gazeteler böyle dinsel showlara bayılır.
Geçen Ramazan Ankara’da da 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir bid’at yaşanmıştı. Bir yatsı/teravih namazında Hacı Bayram camiinin içine erkek cemaat alınmamış, mâbet kadınlarla doldurulmuştu!.. Yeterli kadın cemaat bulunamadığı için dışarıdan minibüs ve otobüslerle kadınlar getirilmişti. Peki, erkekler nerede kılmışlardı? Yıldızların altında, camiin avlusunda. İyi ki, mevsim kış değildi, soğuktan donarlardı. Ankara’nın kış soğukları da öyle böyle değildir.
Reformcu ve aykırı ilahiyatçılar ve onların peşlerinden gidenler showsuz duramaz.
Zaman zaman bombalarını patlatırlar:
Rabıta küfür ve şirkmiş, rabıta yapanlar müşrikmiş…
Sahabe, evliyaullah ve süleha türbelerini ziyaret etmek şirkmiş, eden müşrik olurmuş…
İslam’da kader yokmuş…
İslam’da şefaat yoktur…
İslam dininde kabir/berzah ahvali yokmuş…
Üç hak ibrahimî din varmış, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet’miş…
Farmason Afganî büyük bir Müslümanmış…
Tasavvuf büyükleri İslam’ın Pavlos’larıymış…
Daha neler neler…
Son on-yirmi yıl içinde Ramazanların vaz geçilmez eğlencelerinden biri de, son derece lüks, son derece israflı, son derece ihtişamlı ve de alkollü beş yıldızlı mekânlarında iftarlar verilmesi ve bunlara bazı patriklerin, papazların, monsenyörlerin de davet edilmesidir. İftarı kimler yapar? Oruç tutan Müslümanlar? Peki, o papazların ve patriklerin ne işi var o sofralarda?
Hıristiyan ruhanileri Tevhid’i kabul etmezler, İslam’ın hak din olduğunu kabul etmezler, Hz. Muhammed’in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah olduğunu kabul etmezler, Kur’anın Kelamullah olduğunu kabul etmezler ve sonra iftar sofralarında baş köşeye oturtulurlar. Fesubhanallah!
Bakalım bu mübarek ayda ne gibi reform showları yapılacak? Sürprizlere hazır olunuz…
Beş vakit namaz kılan ahlâkı oldukça düzgün bir gençsin. İtlik serserilik yapmazsın, karı kız peşinde koşmazsın, içki içmezsin… Lakin bir ot gibi yaşıyorsun. İlme, irfana, sanata, kültüre, öğrenmeye hırslı olsana.
Yaz tatili geldi, serseri mayın gibi dolaşıyorsun. Bir yere gidip tatilde bir sanat öğrensen iyi olmaz mı? Osmanlıca basit bir kitap alıp edebî Türkçeni ilerletsene. İnsanlar analarının karnından kültürlü, hikmetli, görgülü çıkmaz.
Evet, bunlara kabiliyeti ve istidadı olmalıdır ama mutlaka bir üstattan ders alıp yetişmek, kemal bulmak gerekir. Bir yere kapılanıp biraz İstanbul âdâb-ı muaşereti öğrensen ne iyi edersin. Fotoğraf makineni alıp bir
albümü yapsana.
Bir gece hatimle teravih namazı kılınan bir camiye gitsene. Bitpazarlarından kültürel değeri olan kitaplar toplasana
Bir gün Yeniköy’deki
gitsene. Ciltli güzel bir defter alıp, ünlü kimseleri ziyaret edip, her birine birkaç satır da olsa o deftere yazı yazdırıp, izin verirlerse birer de resimlerine çekip yazının yanına veya karşısına yapıştırsana.
Arada bir, bir tekkeye gidip, bir kenardan kemal-i edeb ile zikrullah dinlesene. Günde en az bir saat, internetten geleneksel el sanatları ile ilgili bilgiler edinsene.
Sur içi İstanbul’un enteresan ara sokaklarını gezsene. Eski İstanbul’un eski evlerinin resimlerinden müteşekkil bir albüm yapsana… Yahu biraz kıpırdansana… 30 Temmuz 2012
Acı gerçekler:
* Birincisi: Gıda maddeleri ve içecekler konusunda devamlı, genel, yoğun ve etkili denetim yapılmamaktadır.
* İkincisi: Türkiye halkına sağlığa zararlı maddeler, domuz eti, domuz jelatini, eşek eti (haramdır), leş tavuklar yedirilip içirilmektedir.
* Üçüncüsü: Gıda maddelerine ve içeceklere üç yüz çeşit kimyevî madde, koruyucu, boya ve aroma karıştırılmaktadır.
* Dördüncüsü: Domuz çiftliklerinde üretilen domuzlar halka dana diye sunulmaktadır.
* Beşincisi: Sahtekarlar, içine bal boyası ve bal aroması koydukları mısır şurubunu halis bal diye halka satmaktadır.
* Altıncısı: Tek başına tüketilen üç kimyevî maddenin zarar ve tahribatı büyük olmayabilir ama bir vatandaş günde elli çeşit kimya yutarsa büyük çapta zehirlenmiş olur. Bu zehirlenme onu anında öldürmez ama sağlığını çökertir.
* Yedincisi: Tüketilen ekmeklerin büyük kısmının çok beyaz olması ve ekmeklere on küsur çeşit kimyevî madde katılması, temel gıdası ekmek olan halkımızı sağlık bakımından çökertmektedir.
Son rezalet: Piyasade satılan 55 ayrı marka büyük su damacanasının 41’inin içinde, insan ve hayvan dışkılarında bulunan mikroplar bulunduğu meydana çıkmıştır. Halka mikroplu su içiren firmalar teşhir edilmemektedir. Gıda ve meşrubat sahtekârlıkları konusundaki kanunlar ve suçlara verilen cezalar yetersizdir.
Bütün belediyelerin temel vazifelerinden biri gıda maddelerini ve içecekleri denetlemek, tahlil etmek, halkı korumak olduğu halde bu vazife iyi, etkili ve tam şekilde yapılmamaktadır. Medya zaman zaman konunun üzerinde duruyor, hamamın namusunu kurtarmak için biraz harekete geçiliyor, sonra iş tavsıyor ve eski hamam eski tas.
Refah ve zenginlik ne kadar artarsa; hastalıklar, hastalar ve hastanelerin sayısı da o nispette artmaktadır. Bunun ana sebebi halkın kötü beslenmesi ve zehirlenmesidir.
İsteğimiz: Almanya, Fransa, İsviçre, Norveç ve diğer medenî ülkelerde olduğu gibi gıda maddeleri ve içecekler yoğun ve etkili şekilde analiz edilmeli ve denetlenmelidir. Sağlığa zararlı ürünlerin fabrika ve atölyeleri kapatılmalıdır. Cezalar caydırıcı olmalıdır. “Çok sayıda üretici ve çalışanları var. Onları darıltırsak bize oy vermezler…” zihniyeti bırakılmalıdır.
Maddî durumu müsait olan bütün büyük ve orta çapta belediyeler tahlil ve denetim laboratuarları kurmalıdır.
Bunlar yapılmazsa Türkiye halkının tamamına yakını hasta olacak ve çürüyecektir.
Vazifelerini yapmayan, yapar gibi görünüp iyi yapmayan, gıda maddelerini ve içecekleri, suları, ekmekleri devamlı olarak denetleyip, tahlil etmeyen belediyelere hakkımızı helal etmiyoruz.
Damanacaları mikroplu çıkan 40 küsur firmanın teşhirini istiyoruz.
Halka aşırı miktarda hormonlu sebze ve meyve yedirenlerin cezalandırılmasını istiyoruz.
Katkısız, kepekli, sağlıklı ekmek istiyoruz.
Özel makinelerle, kırmızı ve beyaz etlere yüzde 25’e kadar varan su katılmasının önlenmesini istiyoruz. Bu bir hırsızlıktır.
Bazısı ölüme yol açan uyduruk bitkisel harika, mucize ilaçların çok ciddî şekilde denetlenmesini istiyoruz.
Velhasıl etkili denetim istiyoruz, devamlı tahlil istiyoruz, sahtekarların tecziyesini (cezalandırılmasını) ve teşhirini istiyoruz. Hakkımızı istiyoruz.
Tesettür ikiye ayrılır: Şer’î tesettür, şeytanî tesettür. Şer’î tesettür fıkıh kitaplarımızda yazılıdır. Merhum şehid İskilipli Âtıf efendinin bu konuda güzel ve çok faydalı bir kitapçığı vardır.
Şer’î tesettürün özellikleri nelerdir:
1. Yabancı erkeklerin şehvetli bakışlarını ve dikkatlerini üzerine çekmez.
2. Vücud hatlarını gizler.
3. İslam kadınlarını yükseltir.
4. Zarif ve güzeldir.
5. Sadedir, ucuza mal olur.
Şeytanî tesettürün özellikleri:
1. Şehvetli bakışları açık kadın ve kızlardan daha fazla çeker.
2. Dardır, vücut hatlarını gösterir.
3. Alaca bulaca, göze batıcı renklerledir.
4. Çok masraflıdır, israfa sebep olur, israf ise haramdır.
5. Rüküştür.
Bugün ülkemizde şeytanî tesettür bir sektör haline gelmiştir ve yekun olarak büyük paralar dönmektedir. Şeytanî tesettür israfa yol açtığı için haramdır.
Kur’ana, Sünnete, fıkha uygun şer’î tesettür farzdır; şeytanî tesettür haramdır.
Türkiye Müslümanları yeteri kadar medenî Müslüman olsalardı şeytanî tesettür olmazdı.
Şu rezalete bakınız:
Tesettür defilesi yapılıyor… Birkaç gün önce bikini mayo modelleri teşhir eden mankenler kiralanmış, sözde tesettür kıyafetleri sergileniyor…
Ortada podyum… Hoparlörlerle 120 desibel şiddetinde rock müziği… Podyumun iki tarafından gözleri fıldır fıldır erkekler, açık kadınlar, sözde tesettürlü kadınlar, gazeteciler, fotografçılar, kameramanlar… Mankenler podyuma çıkıyor. Topuklarıyla yerlere rap rap rap basarak salına salına yürüyor…
Yahu böyle tesettür olur mu?
Bunlar Kur’ana, Sünnete, Şeriata tamamen aykırı şeylerdir.
Maalesef Türkiye İslamcıları tesettürün de cılkını çıkartmışlardır. 31 Temmuz 2012