Salı

Medenî, ileri, hukukun üstünlüğüne bağlı, demokratik, insan haklarına saygılı ve riayetkâr sistemlerde geniş bir fikir, tenkit, görüş beyan etme hürriyeti vardır. Globalleşen dünyamızın demokratik ülkelerinde vatandaşlar, gazeteciler, fikir adamları, yazarlar görüşlerinden, tenkitlerinden, rahatsız edici ve şiddetli de olsa sorgulamalarından dolayı mahkemelere verilmemekte, cezaya çarptırılmamakta, hapislere atılmamaktadır. Norveç, İsveç, Finlandiya, İsviçre, Almanya, Fransa, Kanada gibi medenî ülkelerin hiç birinde fikir suçu yoktur, fikir suçlusu yoktur, fikir mahkûmu yoktur.

Bizde uzun yıllardan beri bir demokratikleşme, bir medenileşme, bir hukukun üstünlüğünü sağlama gayreti ve çırpınması var ama birtakım gizli, esrarlı, güçlü komiteler bunları sabote etmekte, baltalamaktadır.

1950’de yıkılmadan önce CHP oligarşisi TürkCeza Kanunu’na 163’üncü maddeyi koyarak, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların önüne birtakım hürriyeti kısıtlayıcı engeller koydu. Bu madde Turgut Özal tarafından kaldırtılıncaya kadar dindar gazeteciler, yazarlar, fikir adamları, hattâ sıradan vatandaşlar ağır ceza mahkemelerinde sürünüp durdular. Eski zamanlarda, işlenen suçun ağır cezalık olması bahanesiyle nice gazeteci ve yazar tutuklu olarak muhakeme ediliyor, sonunda beraat etse bile, tutukluluğu yüzünden zaten cezaya çarptırılmış oluyordu. 1950’li, 60’lı, 70’li yılları yaşadık ve gördük. Bir yazımda, “Din ile dünya birbirinden ayrılmaz” mealinde bir cümle sarf ettiğim için 163’üncü maddeden, ağır cezaya verilmiş ve kısa zamanda iki sene ağır hapse, -şimdi süresini unuttum- bilmem kaç sene Çanakkale’de sürgün cezasına çarptırılmıştım.

TCK 163 konusunda hukukun en temel ve basit kuralları bile çiğneniyor, kaziye-i muhkeme (Kesinleşmiş karar) almış yazılar, beyanlar, kitaplar tekrar tekrar mahkemeye veriliyordu. Merhum Üstad Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nûr külliyatı binlerce defa beraat etmişti, yine de onları okuyanlar, bulunduranlar, propagandasını yapanlar hakkında yeni dâvâlar açılıyordu.

Bundan otuz sene önce adalete pek uygun olmayan bir uygulama vardı. Bazı mahkemeler, herkesin kolaylıkla anlayabileceği Türkçe yazıları bilirkişiye havale ediyorlar ve “Ekteki yazının TCK 163’e aykırı olup olmadığının bildirilmesini” istiyorlardı. Peki, genellikle bilirkişiler kimlerdi? Bunların büyük kısmı, soyadlarından da kolayca anlaşılacağı gibi, ülkemizin mâlûm ve mâhut iki kimlikli bir cemaatine mensuptu. Raporlarını çabucak tanzim ediyor ve “Yapılan bilirkişi tahkikatı sonunda sanığın 163’üncü maddeyi ihlâl ettiği anlaşılmıştır” diyorlardı. Sebilürreşad dergisi sahibi merhum Eşref Edib üstadımızın bu bilirkişilerden şikayet edici bir makalesini hatırlıyorum.

Adnan Menderes’in ve Celal Bayar’ın başında bulundukları Demokrat Parti popülizm yaparak, oy avcılığı maksadıyla zaman zaman dindar kütleyi okşasa, hoşa gidecek bazı cümleler ve sloganlar sarfetse de esas itibarıyla Dönmelerin kontrolunda idi. Muhalefette iken, 163’üncü madde çıkartılırken Meclis’te feryat etmişler, bu madde zulme vasıta olacaktır demişlerse de iktidara geçince, bu eski tenkitlerini unutmuşlar ve 163’üncü maddeyi en katı, en merhametsiz şekilde uygulatmışlardır. Bu madde hakkında nice kitap, makale yazılmıştır. Büyük Millet Meclisi’nde söylenenler de zabıt ceridelerine yazılmış, basılmıştır. Yazık ki, hafıza-i beşer nisyan (unutma) illetiyle mâlüldür; bu eski hikâyeleri hatırlayan, hatırlatan kaç kişi kaldı acaba?

Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyoruz. Avrupa Birliği de bize “Anti-demokratik kanunları ve uygulamayı kaldırın. Fikir ve görüş suçunu kaldırın. Yazarları, fikir adamlarını görüş ve tenkitleri yüzünden muhakeme edip hapislere atmayın…” diyor. Bu maksatla, Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesinin değiştirilmesine teşebbüs edildi ama yine birtakım gizli, esrarlı, derin güçler istenilen değişikliğin tam bir şekilde gerçekleşmesine mani oldular.

Bir sabataycı, bir Farmason, bir ateist; düşünce, görüş ve tenkitlerinden dolayı 312’nci maddeden mahkemeye verilip mahkûm edildi mi? Böyle bir şey bilen varsa haber versin.

AKP iktidara geçince, Recep Tayyip Erdoğan’ın, TCK 312’den mahkûmiyeti dolayısıyla mâruz kaldığı bazı siyasî kısıtlamalar kaldırıldı. Cumhurbaşkanı çıkan kanunu tasdik etmedi, Meclis’e iade etti. Meclis aynı kararda ısrar edince Cumhurbaşkanı da tasdik etti ve yürürlüğe girdi.

Peki bu maddeye muhalefetten dolayı halen davaları görülen fikir adamlarının, yazarların, gazetecilerin durumları ne olacaktır? Recep Tayyip Erdoğan için af kanunu çıkartılırken, bunun yanına, dar kapsamlı da olsa bir basın ve fikir suçları affı ilave edilseydi daha iyi olmaz mıydı?

Bizde, sayıları az olmayan birtakım sivil kuruluşlar, dernekler, gruplar fikir ve görüş suçlarının kaldırılması için yıllardan beri çalışıp çabalamaktadır. Ancak bunların ağırlıkları yeterli olmuyor.

“Türkiye’nin bölünmezliği korunmalıdır” diyorlar. Elbette korunmalıdır. Türkiye’nin bölünmesini isteyenler varmış. Olabilir. Ancak benim böyle bir tarakta bezim yoktur. Ülkenin bütünlüğüne, devlete ve cumhuriyete bağlı bir vatandaşım.

Sabataycıları açığa çıkartmak, onlar hakkında bilgi vermek, onları tenkit etmek suç mudur?

Temel insan haklarının birinci değeri olan din, inanç, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetini ihlâl edenler tenkit edilince, “Halkı inananlar ile inanmayanlar diye iki kesime ayırıp bunların arasına kin ve düşmanlık tohumları atmak…” suçu mu işlenmiş olmaktadır?

Bundan otuz yıl önce, Yeni İstiklâl haftalık gazetesinde yayınlanmış bir yazımdan dolayı tutuklanmış ve Sultanahmet Cezaevi’ne konulmuştum. Orada, döviz suçundan yatan bir Mösyö Yorgo vardı. Kendisinden rica etmiş, yazımı Elenceye çevirmesini istemiştim. O da çevirmiş ve bu tercümeyi bazı Yunan gazetelerine göndermiştik. Bir müddet sonra yazım, Selanik’in büyük günlük gazetelerinden birinde “M.S.E.” rumuzlarıyla (Yunancada “Ş” harfi yoktur) basılmış, ertesi gün de “Dün başmakale sütunumuzda yer alan yazı, bir Türk yazar tarafından kaleme alınmış olup, kendisi bunu yazdığı için halen hapishanede bulunmaktadır” açıklamasını koymuştu.

Türkiye’de insan haklarının, hukukun, demokrasinin önündeki en büyük engel nedir? Devlet mi, Cumhuriyet mi, halkın seçtiği siyasî iktidar mı? Hayır hiçbiri değildir. Bu en büyük engel ve köstek, birtakım ideolojilerdir. İdeoloji, vatandaşlara serbest düşünme hakkını ve hürriyetini bahşetmez. Onun kendi katı gerçekleri, dogmaları vardır; bunlara uyacaksın der; düşüncelere bir sınır çizer. Dünyada hiçbir demokrat, hukuklu, medenî, sağlıklı, dengeli sistemin resmî ideolojisi yoktur.Peki resmî ideoloji kaldırılırsa yerine ne konacaktır? Hukuk konur. Onun da âdil olması ve millî kimlik, kültür ve kişiliğe uygun ve hürmetkâr olması şarttır. 05 Mart 2003