Pazartesi

 

Son otuz yıl içinde Türkiye Müslümanları içinde çeşit çeşit fırkalar teşekkül etti; nice gençler bunları kurtuluş yolu olarak gördü; yüzbinlerce, belki milyonlarca insan harcandı, yüz milyarlarca dolar ziyan edildi, enerjiler, imkanlar boşa gitti; islâmî hareket dejenere edildi, Müslümanların potansiyeli verimsiz sahalarda kayboldu gitti.

Neydi bu fırkalar? Bazılarını sayayım:

-Neo-Haricîlik: Derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibi birtakım haricî meşrebliler de haricî olduklarından haberdar değildiler. Şimdi başka yollara girmiş olan o eski radikallerin çoğu haricî idi. Astıkları astık, kestikleri kestikti… Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble Müslümanları tekfir etmekte (küfürle suçlamakta, kâfir ilân etmekte) ne kadar kolaycı, fütursuz, cesur idiler. “Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende cuma namazı kılınmaz…”, “Bu düzen bozuktur, düzenin imamının ardında namaz kılınmaz…” Nerede kaldı o eski ateşli edebiyatlar? Şimdi sabık radikallerin, neo-haricîlerin çoğu rant yemekle meşgul. Hangi rantları? Düzenin rantlarını… Hani düzen bozuktu?..

– Neo-Batınîler: Bunlar baronlarını, üstadlarını, şeyhlerini, liderlerini, ağabeylerini mâsum (günahsız, hiç hata etmez) olarak görüyorlardı. Başlarındaki adamın “Her şeyi bildiğini” iddia edecek kadar akıl, mantık, itikad dışı bir inanışa sahiptiler. Kendi tarikatlarını, cemaatlerini din ile özdeşleştirmişler, hattâ bazıları farkında olmadan dinin üzerinde görür olmuşlardı. Müslümanları ikiye ayırıyorlardı: Bizden olan Müslümanlar, bizden olmayan Müslümanlar…

-Aktivistler: Bunlar her şeyin kırıp dökmekle, şiddetle, itidal dışı müfrit hareket ve aksiyonlarla düzeleceğini sanıyorlardı. İranlı Şiî ulemanın bile tenkit ettiği Ali Şeriati bunların en sevdiği adamdı.

– Telfik-i mezahibçiler: Bunlar Müslümanların kurtuluşunu, fıkıh mezheplerinin hükümlerini karışık şekilde uygulamakta buluyorlardı. Ne ucuz bir kurtuluş metodu değil mi? Dört mezhebin ahkâm-ı fıkhıyesini çorba gibi, aşûre gibi birbirine karıştıracaklar ve kurtulacaklar.

– Mezhepsizler: Bunlar mezhebi, fıkhı büsbütün inkâr ediyor; “Elimizde Kur’ân var, sahih hadîsler var, biz dinî hükümleri kendimiz onlardan çıkartırız. Ebû Hanife de bizim gibi bir insandı. Niçin ona tabi olacağız?” şeklinde konuşuyorlardı. Büyük İslâm âlimi Profesör Said Ramazan el-Butî “Mezhepsizlik İslâm Şeriatını Tehdit Eden En Tehlikeli Bid’attir” isminde bir kitap yazmış; Düzceli büyük âlim Zâhid el-Kevserî “Makalât” adlı kitabına “Mezhepsizlik Dinsizliğe Köprüdür” başlıklı bir makale koymuş, bizimkilerin umurunda değildi. Ellerine bir Kur’ân tercümesi alırlar, bir de hadîs kitabı ve ictihad yaparlardı.

-Mealciler: Bunlar da, Arapça bilmedikleri, elifi görseler mertek sandıkları halde Kur’ân mealleriyle ahkâm kesen, mangalda kül bırakmayan kimselerdi.

-Yenilikçiler: Bunlar, Allah’ın mükemmel dini İslâm’ın -hâşâ- eskiyen hükümlerini yenilemek iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Pakistanlı Fazlurrahman adlı birinden ilham alıyorlar, bazı âyet ve hadîslerin tarihsel olduğunu, hükümlerinin bu devirde geçerli olmadığını iddia ediyorlardı.

– Reformcular: Bunların kimisi “İslâm’ın tek kaynağı Kur’ân’dır; Sünnet, icma, kıyas-ı fukaha kaynak olamaz…” diyor, bazısı Kur’ân ayetlerini işkembe-i kübralarından indî ve şahsî şekilde yorumluyor, kimisi gayr-i müslimleri Cennet’e dolduruyor, kimisi bâtıl ve muharref dinleri meşru ve hak gösteriyordu.

-Dinlerarası Diyalog Hareketi: Bunlar, İslâm’ı hak din olarak kabul etmeyen, Kur’ân’ı hak kitap olarak tanımayan, Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi hak peygamber olarak tasdik etmeyen Musevî ve Hıristiyanlarla bir araya geliyor, dehşetli bir kardeşlik edebiyatı yapıyorlardı. Bu ne biçim bir diyalogtur? Biz Hazret-i Musa’yı, Hazret-i İsa’yı tanıyoruz, onları seviyoruz; onlar Hazret-i Muhammed’i inkâr ediyor ve sonra diyalog yapılıyor. Yahu böyle diyalog olur mu? Bunun altında elbette bir dolap vardır.

Osmanlı devleti altı yüz sene Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığını tanımış, onu korumuştur. Böylece ahali arasında bozuk ve sapık cereyanların revaç bulmasına fırsat verilmemiştir. Ortaya çıkanlar da tepelenmiştir.

Yakın tarihte bazı Müslümanların en büyük hatâsı, Ehl-i Sünnet çizgisi ve dairesi dışına çıkmış olmalarıdır. Müslümanlar, eskiden olduğu gibi itikadda Matüridî, amelde de Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî mezhepleri içinde kalsaydılar bugünkü kaos, anarşi, tezebzüb, fitne, fesat, parçalanma olmayacak; enerji kaybedilmeyecekti.

Şer güçleri, küfür mihrakları Müslümanların çeşitli fırkalara ayrılmasını teşvik etmişler, ajanları ve provokatörleri vasıtasıyla bunları körüklemişlerdir. Onların en büyük korkusu müttehid (birlik halinde) bir İslâm ümmetidir. Müslümanlar birlik olursa, başlarında ehil bir başkan ve onun etrafında ehil kadrolar bulunursa; Ehl-i İslâm’ı yenmek mümkün olmaz. O halde Ümmet-i Muhammed birbiriyle çekişen ve tepişen yüzlerce fıkraya, hizbe, gruba ayrılmalıdır. Maalesef Müslümanlar küfrün bu tuzağına düştüler.

İslâmî fırkaların göremediği bir gerçek vardı. Zihniyet meselesi, kültür meselesi. Ehl-i İslâm’ın kurtulması, selâmet bulması, izzet sahibi olması, hürleşmesi için Müslümanların medenîleşmesi gerekiyordu. Bu konu üzerinde durulmadı. Aksine Müslümanlar bedevîleştirildi.

İslâmî hareketin belini kıran en büyük kötülük yüce ve mukaddes İslâm dininin birtakım bozuk herifler tarafından kendi şahsî menfaatlerine, ikballerine alet edilmiş olmasıdır. Maalesef islâmî hareket bir rant yeme hareketine dönüştürülmüştür. Bazı kimselerin menfaat devşirme, rant yeme konusunda akıl almaz şekilde azgınca ve ölçüsüz hareket ettiği görülmektedir. Bu yolla kazanılan haram ve necis servetler doların milyarları ile ölçülmektedir. Gerçi elde müsbet bilgiler, sağlam vesikalar yoktur ama zannî ve istihbarî bilgiler dehşet vericidir. Sıkça yazıyorum: Din sömürüsü yaparak, kendini din hizmetkârı olarak göstererek haram servetler ve menfaatler elde etmek, karı satmaktan, uyuşturucu ticaretinden daha alçakça, daha kötüdür.

Din sömürücülerinin Yüce dinimize, mukaddes İslâm hareketine ve dâvetine verdiği zararı Haçlılar, Siyonistler, en azılı İslâm düşmanları bile veremez. Müslüman kitleler bir gün gelecek benim bu satırlarımı anlayıp idrak edecekler ama iş işten geçmiş, çok geç kalmış olacaklardır.

Şimdi aklı başında, iyi niyetli Müslüman kardeşlerime min gayri haddin bazı tavsiyelerim olacaktır:

1. İtikad ve amel konusunda Ehl-i Sünnet’ten kıl kadar ayrılmayınız.

2. Temel islâmî bilgileri muteber Ehl-i Sünnet ilmihallerinden öğreniniz. Meselâ Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nden,

3. Kendi kafanıza göre Kur’ân’dan, hadîslerden dinî, şer’î, fıkhî hüküm çıkartmaya kalkmayınız. Bu iş, mutlak müctehidlerin işidir. Ehil olmadığı halde Kur’ân’ı kendi re’y ve hevasıyla yorumlayan kafir olur.

4. Mezhepsizlik, telfik-i mezahib, haricilik, batınilik gibi cereyanlardan ateşten kaçar gibi kaçınız.

5. Din rantı yiyen, din sömürüsü yapan; kutsal İslâm dinini şahsî ikbal, nüfuz ve menfaatine alet eden hainlerden uzak durunuz. Onları desteklemek dini yıkmak demektir.

6. Geleneksel Osmanlı Sünnî yolundan, meşrebinden, metodundan ayrılmayınız.

7. Dinî konularda tartışmaya, çekişmeye girmeyiniz.

8.Reformculardan, yenilikçilerden uzak durunuz.

9. Cemalüddin Afganî İranlı olduğu halde kendisini Afgan olarak göstermiş, Şiî olduğu halde takiyye yaparak Sünnî postuna bürünmüş, azılı bir Farmason ve aktivisttir. Sakın ola ki, bu karışık, karanlık, bulaşık adamı bir kurtarıcı, önder olarak kabul etmeyiniz. Piyasada Afganî’nin foyasını ortaya çıkartan hayli kitap vardır. Gerekiyorsa onları okuyunuz.

10. Hiçbir mezhebi, tarikatı, cemaati, grubu, hizbi, fırkayı Yüce İslâm dini ve Şeriatı ile özdeşleştirmeyiniz.

11. Gerek Şeriat ve fıkıh, gerekse tarikat ve tasavvuf konusunda, ucu Resûllerin Seyyidine (Salat ve selâm olsun O’na) dayanan nuranî bir silsileye bağlı olunuz, icazetsizlere ve izinsizlere tâbi olmayınız.

12. Dinî bilgiler, dinî tahsil, din kültürü kendi kendine kitap okumakla elde edilmez. Din. initiation (rehberlikle) öğrenilir. Bunu unutmayınız.

13. Tarikatın hak ve doğru olması için Şeriata uygun ve mutabık olması gerekir. Bu üçlüyü hatırdan çıkartmayınız. Şeriata uygun tarikatlara ve tasavvufî faaliyetlere cephe almayınız, onları seviniz, destekleyiniz.

14. Tarikata girmek bir nasib meselesidir. Tavsiye ile, propaganda ve reklâm ile tarikata girilmez. Bu tuzaklara düşmeyiniz. Hangi tarikatta olursanız olunuz Şeriata uygun diğer tarikatları da hak biliniz, onların şeyhlerine hürmet ediniz, muhib ve dervişlerini kardeş biliniz. 26 Ağustos 2003