Fitne Fesat Biter, Huzur Geri Gelir mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Ne kadar tatsız ve güvensiz bir zamanda yaşıyoruz. Huzur yok, iç barış yok, toplumsal uzlaşma yok. Tepemizde tehditler ve kara bulutlar dolaşıyor. Birilerinin gözleri öylesine dönmüş ki, gerekirse üç milyon vatandaş öldürürüz diyebiliyorlar. Hukuk diye diye hukukun ırzına geçildi. Elele verdiler ve demokrasinin de içine tükürdüler. Uzun yıllar boyunca batı diye yırtındılar, şimdi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmemesi için çılgınca işler yapıyorlar. Darbe çığırtkanları ne kadar çoğaldı. Bazı büyük tv ekranlarından günde 24 saat yalan dolan, provokasyon, fitne fesat, nifak şikak, iftira lağımları akıyor.
Kaçmak lazım ama nereye kaçacaksın? Hür ve medenî ülkelerin hemen hepsi Türklere çok zor vize veriyor. 1960’ların sonlarında öyle mi idi? Pasaportların üzerinde “Avrupa Konseyi Üyesidir” yazılıydı ve 14 Avrupa ülkesine vizesiz gidiliyordu. Demek ki, o zamanlar haysiyetimiz ve itibarımız varmış.
Gelinlik bir kızın, profesör anasının başını keskin bıçakla koparttığı günlerde yaşıyoruz. Can güvenliği yok, mal güvenliği yok…
Din, inanç, inandığı gibi yaşamak serbestliği ve güvenliği yok… Irz, namus, nesep güvenliği yok.
Gelenekçi olmak büyük suç.
Düşünmek suç… Resmî ideolojiye aykırı fikir, görüş, yorum beyan etmek katmerli suç.
Tek kelimeyle Müslüman olmak suç.
Müslümanlar iki ateş arasında, örs ile çekiç arasında kalmışlar. Bir yanda azılı, saldırgan, merhametsiz, vahşi, barbar dinsizler… Öbür tarafta, şeytana külahı ters giydiren din sömürücüleri, mukaddesat bezirganları…
Bir gönül kahramanı vefat edince tek kelime yazmayan büyük Pembe basın, zilli bir fahişe için tam bir sayfa tanıtma yazısı yayınlıyor. Basın değil, hasım.
Başörtüsü konusunda ortalığı velveleye verenler, resmî ruhsatlı masaj/fuhuş salonlarını hiç tenkit etmiyor.
Şarlatanlık diz boyu…
Soytarılık almış yürümüş…
Her taşın üzerinde bir dilli düdük…
Uygarlık, çağdaşlık, laiklik.
Bu dilli düdükler koro halinde haykırıyor: İslâm dünyasının en ileri ülkesi Türkiye’dir!.. Öyle mi?
Dilli düdükler saçlarını başlarını yoluyor: Bir lisenin alt katında birkaç öğrenci namaz kılıyormuş… Eskişehir’de bir üniversiteli kız o….luk yaparken basıldığında hiç böyle bağırmamışlardı.
Bu memlekette ne kadar çok hırsız var. Küçük hırsızlar, orta hırsızlar, büyük hırsızlar, süper hırsızlar, hiper hırsızlar… Seksen yılda milyonla hırsız yetiştirmişiz!..
1250 kişilik Sağmalcılar cezaevinde 5 bine yakın mahkum ve mevkuf (tutuklu) kalıyormuş. Hani, açılan her okul, bir hapishanenin kapanmasına yol açacaktı… Okullar çoğaldıkça cezaevleri de çoğalıyor.
Adam Türk ve Müslüman görünüyordu. Meğerse Yahudiymiş, yurt dışına kaçtıktan sonra hahamlık yapmaya başlamış. Acaba daha böyle kaç “Müslüman haham” var Türkiye’de?
Şu çulsuzun 20-25 yıl önce malı, serveti, zenginliği yoktu, züğürdün tekiydi. Şimdi milyar dolarlarla oynuyor. Nasıl böylesine zengin oluverdi?
Şu aşırı makyajlı yaşlı kadın “Ben de Müslümanım ama Şeriata karşıyım…” diyor. Şeriat “Kur’an’dan ve Sünnetten çıkartılan dinî hükümlerin ve bilgilerin tamamına verilen isim olduğuna göre bu hatun nasıl Müslüman oluyor?
Kur’an’da tesettür yoktur diyen şu ilahiyatçı Satanizm teologu mudur?
Memleket kazan gibi kaynıyor. Fokur fokur, fokur fokur.. Acaba bir gün gelir, bu fokurdama biter, ortalık sakinleşir, huzur gelir mi?
Hiç sanmıyorum… Yakın tarihimiz ahlarla dolu.
Sultan Abdülaziz’in ahı…
Sultan Abdülhamid’in ahı.
Sürülenlerin, vahşice öldürülenlerin, mazlumların, ezilenlerin ahları.
İdam edilenlerin ahları…
Yıkılan binlerce caminin ahı…
İçinde zikrullah yapılması yasaklanan dergahların ahı.
Talan edilen İslâm vakıflarının ahı.
Düzlenen kabristanların ahı.
Bizi bu ahlar yakıyor. Daha da yakacak.
Ülke, millet, devlet içi ateş dolu korkunç bir uçurumun kenarında… Öte taraftan heyecanlı futbol maçları… En seksî, en pespaye, en âdi magazin haberleri… Artistler, aktrisler, hanendeler, rakkaseler, o biçim mankenler… çalsın sazlar, oynasın kızlar… Lüks gece kulüpleri adam almıyor. İçen içene, kusan kusana…
Dünyanın en lüks otomobilinden Türkiye’ye sadece 20 kontenjan ayrılmış, hepsi de kısa zamanda satılmış. Daha birkaç yüz kişi almak istiyormuş… Yıllardan beri aşsız ve işsiz birini gördüm, perişanmış, bir tas sıcak çorbaya hasretmiş.
Şımarık zengin kadın, bayat ekmekleri çöpe atmış…
Pendik civarındaki ormanlığa atılan köpekleri domuz kurşunuyla vurup öldürmüşler. Bunlar Neron’dan zalim.
Ünlü bir bayan, 400 liraya bir kadın çorabı alıyormuş. Öteki giysilerinin fiyatlarını siz tahmin edin.
Türkiye’nin hali ne olacak?
Lüks ve İsraf Toplumu Çökertecek
Televizyonlardaki ve gazetelerdeki reklamlar halkı israfa, lükse, aşırı tüketime yönlendiriyor. Kredi kartları da bu yangının üzerine benzin döküyor. Kanaat, iktisat, tasarruf, tutumluluk, ayağını yorganına göre uzatmak gibi değer ve kavramların pabucu dama atıldı. Mesken, yeme içme, giyim kuşam, otomobil, cep telefonu, ev eşyası, otelde konaklama hep birer statü, gösteriş vasıtası oldu.
Bizden on kere fazla kazanan zengin toplumlar bizim kadar israf yapmıyor.
Üç yıldızlı bir otel de tertemiz. Onun da odası güzel döşenmiş, banyosu tuvaleti içinde, onun da lobisi ve restoranı var ama bizimkiler ille de beş yıldızlıda kalmak istiyor. Hattâ bazılarına beş yıldız da yetmiyor, varsa yedi yıldızlıyı tercih ediyorlar.
Yıllık vergisi 15 bin YTL olan dev cipler su gibi benzin yakıyor. Dubleks, tripleks villaların, köşklerin her biri bir israf (savurganlık) anıtı.
Lüks ve pahalı restoranlar lebaleb dolu. Buralara damak zevki için mi gidiliyor? Hayır hayır, gidenlerin çoğu gösteriş için gidiyor. “Jojocuğum, dün Matuşka Restoran’da idik. Ben trüflü zebra kotlet yedim, karım Minnoş Meksika soslu broşet…”
İlmin, irfanın, bilgeliğin, sanatın, zarafetin nam u nişanı kalmamış.
Para ve maddî itibar en büyük değer olmuş.
İmtiyazsız, sınıfsız bir toplummuşuz. Kim inanır bu yalana. Havaalanlarında VIP kapıları var. Burnu büyükler oralardan geçiyor gurur ve kibir içinde. Bari bu VIP kapılarına birer bando takımı koysalar.
On sene kadar önce büyük bir şehirde konferans vermek üzere davet edilmiştim. Bir uçak bileti yollamışlar. Okeylettirirken memure kız sizin biletiniz birinci sınıf, o salonda dinlenip bekleyebilirsiniz demişti. Gittim, geniş şahane bir salon. Çaylar, kahveler, meşrubat, pastalar, kekler ücretsiz takdim ediliyor. Oradakilerin kravatları, iskarpinleri, elbiseleri birer servetti,
“Kardeşim, gelirin az, maddî sıkıntı içindesin… Niçin bu kadar pahalı bir cep telefonu aldın, kendini borca ve sıkıntıya soktun? Ucuz bir cihaz da pekala işini görebilirdi…” dediğim kimse, gözlerinde kin, intikam, infial, öfke kıvılcımları çakarak “Ben insan değil miyim?..” diye bağırmıştı. Zavallı, insanlıktan çıkmış da haberi yok.
İnsanı insan yapan nelerdir?
Doğru ve sağlam bilgi ve kültür.
Ahlâk, fazilet, yüksek karakter.
Görgü, zarafet, kibarlık, incelik, mürüvvet.
Sahih inanç.
Yardımlaşma ve paylaşma ahlâkı.
Kanaat, zühd, tevazu, alçakgönüllülük.
Bilgelik.
Görmemişler, türediler, ibnüzzamanlar, ne oldum delileri bu değerlere değer vermezler. 01 Nisan 2008