Fitne Fesat Bitmez, Sadece Maddî Kalkınma ile Kurtuluş ve Saadet Olmaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Aralık 2018
Soru şudur: Türkiyede fitne ve fesat biter mi?.. Bendenizin cevabı da şudur: Bitmez bitmez bitmez… Arada bir sükunet olur, güzel günler iyi havalar gelir, bir müddet rahat edilir, huzur bulunur… Sonra ansızın bir fitne ve fesat daha zuhur eder.
Korkum şudur: Bugünkünden daha vahim, daha şiddetli ve korku verici fitneler gelecektir.
Peki hiç düzelme olmayacak mı? Olacak… Mehdi zuhur edecek, Hz. İsa nüzul edecek ve bir Altın Çağ yaşanacak…
Lâkin, bu Altın Çağ gelmeden önce dehşetli savaşlar olacak, yer yerinden oynayacak, yerinden oynamayan tek çivi kalmayacak.
Öyle savaşlar ki, onlara katılan on kişiden ancak biri geri dönecek.
Bu fitne ve fesatlar devrinde Müslümanların ne yapması gerekir?.. Dikkat buyurunuz, Müslümanlar dedim…
Pek kısa bir cümle ile cevap vereyim: İslamı yaşamaları gerekir.
İslamı yaşamak ne demektir?
*Dinin, Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçmak.
*Dünya hayatının bir imtihan olduğunu bilip o sınavı kazanmak için var gücüyle, gece gündüz çalışmak.
*Hayatın, dünyevî ve beşerî faaliyetlerin her safhasında Allahın rızasını, Peygamberin şefaatini kazanmaya yönelik olmak.
*İslamın azgınlık=fuhşiyyat dediği çirkin ve kötü şeylerden uzak durmak.
*Bütün Müslümanların birleşerek, dünyanın batmaması, insanlığın korkunç bir felakete uğramaması için neler yapılması gerekiyorsa onları yapmaları.
Yeni bir soru: Türkiyede iyi şeyler yapılmıyor mu?
Cevap: Elbette mükemmel yollar, hızlı trenler, hava alanları, barajlar, fabrikalar, okullar, üniversiteler, hastaneler, stadyumlar, limanlar ve daha nice maddî kalkınma eserleri yapılıyor ama bunlar dünya hayatının esası, amacı değildir. Maddî terakki=ilerleme İslamın, Şeriatin ve bilgeliğin=hikmetin kontrolünde olmazsa faydasından çok zararı olur.
İslamın temel kurallarından biri şudur: Doğan her insan ölmeye mahkumdur… Yapılan her bina harap olmaya mahkûmdur…
Müslümanlar din hükümlerine arka çevirirlerse, maddî kalkınma onlar için saadet kaynağı olmaz, felaket kaynağı olur.
Bendeniz dünya imar edilmesin demiyorum. Dünya elbette imar edilecektir ama İslam dininin ve hikmetinin gösterdiği ve istediği şekilde.
Türkiye Müslümanlarını bir konuda uyarmak istiyorum: Maddî kalkınma ve zenginlikte Almanya’yı bile geçsek; şayet İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, ahlaka uygun şekilde yaşamıyorsak bu kalkınma ve zenginlik bizim için bir felaket olur.
Fert=birey ve toplum olarak Müslümanların kurtuluşu dünya zenginlikleriyle değil, dine uymakla olur.
Dinin birinci emri:
İkinci emri: Beş vakit namazı kılın.. Üçüncü emir: Her Müslüman kendini kurtaracak derecede ilmihalini öğrensin ve bu bilgileri hayatına uygulasın.
Dördüncü emir: Mü’minler başlarına ehliyetli bir İmam=Emîr seçsinler veya bulsunlar ve bu zata biat ve itaat etsinler, sakın tefrikaya düşüp parçalanmasınlar, tek bir Ümmet olsunlar.
Beşinci emir: Adaletten ve insaftan ayrılmasınlar. Altıncı emir: Her türlü azgınlıktan ve gayr-i meşru şehvetlerden uzak dursunlar.
Yedinci emir: Müslümanların gerek Darülislamda, gerekse Darülharbte kendi aralarında riba=faiz muameleri yapmaları kesinlikle haramdır, Kur’an ribacıları, Allahın düşmanları olarak sıfatlandırmakta ve yermektedir. Dünya kalkınması faaliyetlerinde ribadan uzak durmak gerekir.
Sekizinci emir: Müslümanlar zengin ve varlıklı olsalar da lüks ve israflı bir hayat süremezler. Dinimiz kanaati, iktisadı, ölçülü yaşamayı emir ve tavsiye buyurmaktadır.
Bir İslam toplumunda israf, aşırılık olmaması gerekir.
Halkının çoğunluğu Müslüman olan bir ülke düşünün ki, orada dehşetli bir maddî kalkınma ve zenginlik var ama şu sayacağım şeyler yok:
Ümmet birliği ve teşkilatı yok…. Bütün mü’minlerin reisi durumunda bir İmam veya Emîr yok… Müslümanlara dini öğretecek icazetli ulema, fukaha yetiştirecek İslam Medreseleri yok…. İnsanları terbiye eden, olgunlaştıran Tasavvuf Tarikatları yok.… Orada Allahın inzal ettiği hükümlerle hükm edilmiyor…. Kur’anın. Sünnetin, Şeriatin yasakladığı ve kötülediği azgınlıklar açıkça işleniyor….
Bu saydıklarım yoksa, oradaki otoyollar, fabrikalar, stadyumlar, hızlı trenler, hava alanları, göklere ser çekmiş yüksek binalar onları kurtarmaya yeter mi?
İslamın temel emir ve yasaklarına uyulmayan bir ülkedeki maddî zenginlik ve refah keramet değil, istidractır.
Yıllardan beri bu konuda çeşitli yazılar kelame aldım, dilimin döndüğü kadar Müslümanları uyarmaya çalıştım ama
İSLAMA, millî kimliğe, millî kültüre, kendi değerlerimize bağlı ve saygılı gazete, dergi ve televizyonların aşağıdaki konuları gündemlerine almaları ve bunları devamlı olarak işlemeleri temenni olunur.
Bugün halkımız ve okumuşlarımız 1928’den önce yazılmış ve basılmış Türkçe kitapları, belgeleri, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamıyor.
Bu kopukluğu nasıl tamir edeceğiz, bu geriliği nasıl gidereceğiz; bunların tartışılması, müzakere edilmesi, çareler ve çözümler alınması gerekmez mi?
Maalesef birkaç yazar ve düşünür dışında bu konuya temas edilmemektedir. Biz gelip geçici güncel hadiselere büyük önem veriyoruz, mesela Gezi Parkının çiş ve pislik koktuğu üzerinde lüzumundan fazla duruyoruz ama ülkemizin kültür dili olan Türkçe konusundaki korkunç, dehşet verici kopukluk üzerinde gereği gibi durmuyoruz.
Bugün ülkemizde Müslüman kadınların hürriyetlerini, haysiyetlerini, hukukunu ve üstünlüğünü temsil eden
Kadınlık haysiyetini berhava eden
Zina suç olmaktan çıkartılmıştır. Dekolte ve şehevî=seksî kıyafetli kadınları bırakalım,
Müslüman kesimin hocaları, düşünürleri, yönlendiricileri bu konuları; Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın ışığında niçin müzakere etmiyor, yapıcı şekilde tartışmıyor, doğruların altını çizmiyor, eğrileri red ve cerh etmiyor?
Türkiye Müslümanları şu anda paramparça vaziyettedir. Ümmet birliği, hiyerarşisi ve teşkilatı berhava olmuştur. Ümmet birliği yerine ortaya birbirlerinden kopuk ve irtibatsız bir İslamcılıklar ve cemaatler Protestanlığı çıkmıştır. Bu konu niçin tartışılmıyor, bugünkü kaos ve anarşiyi giderecek, birliği sağlayacak çare ve çözümler aranmıyor? Şu yeni çıkan, caddelerde ve meydanlarda sessiz sedasız ağaç gibi dikilen adamlar meselesi üzerinde duruyoruz da, Ümmet birliği ve İmam-ı Kebir konusunu niçin yoğun ve devamlı olarak işlemiyoruz?
Ülkeler, devletler, halklar savaş kaybedebilir, feci şekilde yenilgiye uğrayabilir, zamanla yaralarını sarıp tekrar ayağa kalkabilir ama ahlakını yitiren bir toplum ve ülke yıkılmaya mahkumdur.
Bugün Türkiyemizde haram yemek, hırsızlığın her türlüsü,
yürümüştür. Devlet, birtakım bedbaht Müslüman kadınlara TC başlıklı vesikalarla fuhuş yapma izni vermekte, polis tarafından güvenliği sağlanan bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi tahsil etmektedir. Ülkemizde resmî Millî Piyango bile vardır. İsraf, lüks, saçıp savurma, her türlü beyinsizlik ayyuka çıkmıştır. Bilhassa dindar yazarların, düşünürlerin, önderlerin bu konuyu işlemeleri ve ahlak fesadının toplumu, ülkeyi, devleti çökertebilecek bir afet ve felaket olduğunu açıkça duyurmaları ve anlatmaları gerekir. Bizde bu yapılıyor mu?
Türkiyede çoğunluğu oluşturan Müslümanlar İslam, Kur’an, Peygamber
ahlâkına bağlı mıdırlar? Yoksa ahlak fesadından onlar da paylarını bol bol almışlar mıdır? Bu mesele de samimiyetli, açıkça, çekinmeden incelenmeli ve müzakere edilmelidir. Bugünlük dört madde yazdım. Daha üzerinde durulacak çok konu var. 27 Haziran 2013