Fitneyi Uyandırmamak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Resûl-Ü Kibriya efendimizin fitnenin uykuda olduğu, uyandırılmaması gerektiği hususunda uyarıcı hadîsleri vardır. Bunlardan birinde “Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun” buyurduğu rivayet olunmaktadır. Başka bir hadîste de, “Fitne çıktığı zaman yürüyen koşandan, oturan ayakta durandan daha hayırlıdır” denilmektedir.
Zamanımız fitneler asrıdır. Yüzyıllardan beri Müslümanların başı belâdadır. Bu belâ ve musibetlerin büyük kısmını Müslümanlar kendileri dâvet etmiştir. Kitabullah’ın, Sünnet’in, Şeriat’ın, İslâm ahlakının emirlerine uyulmazsa elbette belâ gelir, fitne çıkar. Birtakım eksik akıllılar, “Yahu bunca bela niçin geliyor?” diye soruyor. Bu belâların sorumlusu olarak sadece dinsizleri, imansızları, Allah ve Peygamber düşmanlarını görüyorlar; kendilerine toz kondurmuyorlar.
Müslümanların o kadar çok, o kadar büyük hatâları var ki, bunlardan biri bile bir toplumu çökertmeye yeter de artar.
• Din ve dünya konusundaki faydalı ve kurtarıcı ilimler, kültür, hüner ve marifetler terkedilmiş, cehalet yaygınlaşmış.
• Namaz büyük ölçüde terkedilmiş, insanlar şehvetlerine uymuş.
• Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmıyor.
• Birlik ve beraberlik yok. Müslümanlar başsız kalmış, din hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmış, herbiri ötekileriyle ilgisini kesmiş.
• Bazılarının dini imanı para olmuş.
• Nefs-i emmarelere put gibi tapılıyor.
• Emanetler ehline verilmiyor.
• Bol bol yalan söyleniyor.
• Vaad ediliyor, verilen sözler tutulmuyor.
• Din sömürüsü almış yürümüş, Din, ticaret konusu olmuş.
• Müslümanlar birbirini sevmiyor, tutmuyor.
• Gayr-i Müslimler öylesine taklid ediliyor ki, onlar sıçan deliğine girse Müslümanlar da girecek.
• İsraf, gösteriş aşırı tüketim, gurur, kibir almış yürümüş…
Bunca kötülüğe batan bir toplum belaya uğramaz da ne olur?
Fitnelerin genelleştiği bir zamanda, yangına körükle gitmek, ateşin üzerine neft dökmek hem dinî hükümlere, hem de akla ve hikmete aykırı olur.
Suriye’de yirmi yıl kadar öne Sünnî Müslümanları rejime karşı kışkırttılar ve sonunda büyük bir facia oldu. Rejim, kara ve hava kuvvetleriyle, askeri ve polisiyle Müslümanları katletti, onbinlerce mü’min şehid oldu. Suriyeli Müslümanların kışkırtmalara kulak asmamaları gerekirdi.
Bir İslâm ülkesine kötü bir rejim gelince, o bir daha kolay kolay gitmez.
Hiçbir Müslüman, bulunduğu ülkenin rejimini kötülerken, “Biz Müslümanlar bu rejime layık değiliz” gibi laflar etmesin. Resulullah Efendimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyuruyor. “Biz bu kötü rejime layık değiliz” demek, Peygamber efendimizi tekzip olur.
Müslümanlar bozulmuşlar, Allah da onların başına kötü bir idare getirmiş.
Zulme dayanan bir idare gelince kolay kolay ve çabucak değişmez. O ülkenin Müslümanları kendilerini islah edecekler, bir İmam-ı Kebir etrafında toplanacaklar ki, Allah onlara mükâfaten iyi bir idare nasip etsin.
Türkiye Müslümaları kendilerini islah ediyor mu?
Tashih-i itikad konusunda durumları nasıldır? İnanç konularında bid’at ve zındıklarla mücadele ediyorlar mı? Yoksa, zındıklara ödül mü veriyorlar?
Namaza, cemaate dikkat ediyorlar mı? Yoksa bu konuda her geçen gün biraz daha gevşek mi hareket ediyorlar?
Var güçleriyle ilme, irfana, kültüre, marifete, hünere, sanata mı yönelmişlerdir? Yoksa “İlim sonradan gelsin” diyerek başka işlerle mi uğraşıyorlar?
Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a, dine, Şeriat’a saldırıldığı, hakaret edildiği zaman yasal sınırlar içinde gereken tepkiyi gösteriyor, müdafaada bulunuyorlar mı, yoksa alçakça susuyor, tepkisiz mi kalıyorlar?
Türkiye’mizde kısıtlı da olsa demokrasi ve çoğulculuk vardır. Çok şükür bizim memleketimiz Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Tunus gibi değildir. Bakınız ben bu yazıları kaleme alabiliyorum. Başka yazarlar, fikir adamları da tenkit edebiliyor. Biz Müslümanlar ülkemizdeki hürriyetten, demokrasiden (ne kadar varsa), imkanlardan yararlanıyor muyuz?
Gazete, dergi, kitap, broşür çıkartmak serbesttir. Bu sahadaki hürriyetin kaçta kaçını iğtinam edebiliyoruz (Ganimet bilip gereğini yerine getiriyoruz)?
Müslümanlar, halka nasihat edecek, öğüt verecek güçlü, yaygın, aktif bir tebşir (müjdeleme), tebliğ, dâvet, tenzir (korkutma, uyarma) teşkilatı kurmuşlar mıdır?
Maalesef hakkıyla çalışmıyoruz.
Geniş bir Müslüman kütle ah u vahla, üzülüp kahrolmakla vakit geçiriyor. Yine geniş bir dindar kesim, yan gelmiş yatıyor, memleketteki bunca zulüm, fitne ve fesadı normal kabul ediyor, kanıksamış, alışmış, keyfine bakıyor.
Bazıları da, fitne ve fesadın büsbütün azmasına, zarar vermesine yol açacak aşırılıklar, yanlış çıkışlar, provokasyonlar yapıyor.
Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa’ya Fir’avuna sertlikle değil, yumuşaklıkla nasihat etmesini emr etmişti.
Biz dinsizlerle, zalimlerle yapacağımız mücadelede asla sabırdan, teenniden, i’tidaldan, hikmetten ayrılmamalıyız.
Dinsizleri ve zalimleri büsbütün kışkırtmak ancak bize zarar verir.
Dinimizin uyarılarından biri de şudur: Siz onların putlarına hakaret eder, ağır konuşursanız, onlar da Allah’a dil uzatırlar…
Müslümanlar siyaset konusunda vaktiyle Selahaddin Eyyubî’nin Haçlılara olan mürüvvetli ve âlicenâbâne muamelesinden ders ve ibret almalıdır. Galiz, kaba, sert olmak bize bir şey kazandırmaz.
Mahkum olanların hakim olanlara hakaret etmesi, onları kışkırtması zulmün, haksızlığın, kötülüğün artmasına sebebiyet verir.
İslâm düşmanlarını üzmek istiyorsanız:
– Namaz kılınız,
– Ezan okununca camiye gidiniz.
– Çocuklarınızı bilgili, kültürlü, güçlü, üstün, faziletli Müslümanlar olarak yetiştiriniz.
– Mü’min kardeşlerinizle aranızdaki ihtilafları, dargınlıkları, çekişmeleri kaldırınız.
– Maddî gücü olanlar kızlarını ABD, İngiltere, Kanada gibi ileri ülkelere gönderip Oralarda tahsil yaptırtsınlar. (Gerekli koruma tedbirlerini alarak.)
Müslüman kardeşlerimin dikkatlerini bir hususa çekmek isterim: Ramazan ayında bazı şehirlerimizde ve bölgelerimizde alenen oruç yenilmiyor, oruç tutmayan vatandaşlar oruç tutan çoğunluğa saygı gösteriyor. Bu konuda bir kanun mu var? Yok… Peki bu toplumsal barış, bu karşılıklı saygı nasıl gerçekleşiyor? Oralarda Müslümanların bir ağırlığı olduğu için. O halde her konuda ağırlıklı Müslümanlar olmaya çalışmalıyız.
Yaygara ile, feryad ü figanla, nümayişle, taşkınlıkla, kışkırtmakla bir yere varılmaz. Yeteri kadar fitne ve fesat var. Bunları çoğaltmak için değil, azaltmak için çalışalım. 14 Temmuz 2000