Nadir huzurlu ve sakin bölgeler dışında, Türkiye’nin genelinde bir kaynama, fokurdama, çalkantı görülüyor. Gazetelere bakınız, tv haberlerini seyr ediniz, kalabalık şehirlerde geziniz bu dediklerimi kabul edeceksiniz.

Bir cumartesi veya pazar günü Taksim’den Tünel’e kadar Beyoğlu’nda yürüyünüz… Akşamları metrobüs duraklarını gözleyiniz… Mısır Çarşısı’nın yanındaki Tahmis sokağına gidiniz… Şehir sanki dev bir karınca yuvası… Yekûn olarak milyonlar sokaklarda… Yollar köprüler otomobil sellerine yeterli gelmiyor…

Siyaset hayatı da çok çalkantılı… Ülkede toplumsal barış ve uzlaşı olmadığı çeşitli kesimler arasındaki gerginlikten belli… Adliyelerin önünde ve içinde bile kanlı kavgalar oluyor… Bazı üniversitelerde yumurtalı, bıçaklı, ses bombalı huzursuzluklar… Futbol kesimi bir âlem… Eski Bizansın Mavileri ve Yeşilleri bu kadar gergin ve birbirine hasım değildi…

İstanbulun sessiz saatleri de yok değil. Sabah ezanları okunurken milyonlarca Müslüman horul horul veya mışıl mışıl uyuyor. Bir İslam şehri seher vakitlerinde böyle mi olmalı?.. Güneşin doğmasına bir saat kala evlerin yüzde 90’ının ışıkları yanmalı, Müslümanlar namaza hazırlanmalı, hür ve mukim erkekler camilere gidip cemaate katılmalı…

Sadece Eyüp Sultan Camii’nde bilhassa cumartesi pazar günleri büyük kalabalık oluyor, cemaat iç ve dış avlulara taşıyor.

Pazar günleri Kocamustafapaşa’daki Sümbül Sinan Camii de öyle…

Diğer camiler boş boş boş… Müslümanlar uyuyor uyuyor uyuyor…

Resulullah (Salat ve selam olsun ona) ne buyurmuş? “Münafıklara en ağır gelen iki şey sabah ve yatsı namazlarıdır. Onlar bu ikisindeki hayrı bilmiş olsalardı, sürünerek bile olsa gelirlerdi…”

İstanbul’un 24 saat kıpır kıpır vıcır vıcır canlı olan semti Beyoğlu’dur. Orada hayat bütün gün ve gece durmaz. Bazı vatandaşlarımız, gece hayatının zevk u sefasına, Müslümanların namaza ve ibadete verdiği önemden fazlasını verir.

Türkiye zabt edilemez bir hale geliyor… Geliyor mu?.. Geldi bile…

Bu canlılık, bu kaynaşma, bu çalkantılar, bunca kriz, bunca fitne fesat kalkınma, ilerleme alameti midir, yoksa sosyal dengesizlik midir?

İstanbul çok büyüdü, çok büyütüldü… Son kanunlardan sonra hızlı bir şekilde daha da büyücek. İdeal nüfusu beş milyonu geçmemesi gereken şehir sanırım on yıl içinde kırk milyon olacak. Bu kadar nüfus bir yerde toplanırsa huzur, âsâyiş, güven olmaz.

Büyük bir zelzelede yapıların yarıdan fazlası yıkılacak, çökecekmiş. Sağ kalanlar nerede çadır kuracaklar? Yeşil alanların, boş yerlerin çoğu yüksek binalarla dolduruldu. Evet bunca insan nerede barınacak, nasıl su içecek ekmek bulacak, affedersiniz tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecek?

Çocukluğumda, İstanbul surları dışına çıkılınca bağlar, bahçeler, bostanlar başlardı. Tramvaya binip Mecidiyeköy’e gittiniz mi, bir dut ağacının altında piknik yapabilirdiniz. Şimdi elli kilometre gidiyorsunuz şehir bitmiyor.

Artık tv’lerdeki açık oturumlara katılmıyorum. Sık sık duyuyorum: Tartışmacılar arasında sert kavgalar, karşılıklı hakaretler, nadiren birbirinin üzerine yürümeler, hattâ tepesi iyice atınca oturumu terk edip gitmeler… Güzel güzel tartışsalar, müzakere etseler olmaz mı?

İstanbul kaldıramayacağı kadar çok göç aldı. İstanbul kültürü, görgüsü, inceliği bitti. Gelenlerin hepsi kötü ve kaba değil elbette. On beş gün önce yemek yediğim küçük lokantanın Diyarbakırlı sahibi ne kadar kibardı… Bir hafta önce yine bir lokantada hizmet eden Bingöllü garson ne kadar efendiydi… Bütün iyileri, ahlaklıları, kibarları, faziletlileri, gerçek insanları tebrik ediyor, onlara hayır dualar ediyorum ama göçle birlikte şehirde bedeviliğin de patlama yaptığını inkar etmemek mümkün değildir.

Size tek bir ölçü vereyim: Tramvayda yirmi yaşında bir genç oturuyor, onun yanında 70 yaşında bir ihtiyar ayakta seyahat ediyor. Bu durum genelleşmiş ise o toplum battı demektir.

Çılgınlık en çok trafikte görülüyor… Kırmızı ışıkta bekliyorsunuz, yeşil ışık yandı, bir saniye içinde ilerleyeceksiniz, arkadan küstah ve edepsiz bir korna sesi… Yahu bir saniyecik beklesene be adam!.. Otoyolda giderken çılgınca zigzag yaparak ilerleyen beyinsiz şoförler. Teybi sonuna kadar açmış, iğrenç ve kaba bir müzik, pencereleri de açık, 130 desibel bağırtılar içinde hızla yol alıyor. Maganda!..

İnşaallah bu çalkantılar, bu kaynaşmalar, bu homurtular geçer gider de, bizim şehirlerimiz de İsveç, Norveç, Finlandiya, İsviçre şehirlerine döner… Her yer yeşillik, parklar, yapay göller, bahçeler, bağımsız evler, düzgün ve akıcı bir trafik, yasal park yerleri dışında hiçbir otomobil korsanca park edilmemiş, sükun, huzur, güven, âsayiş…

İsveç’te mi nerdeydi, birkaç ay önce bir bakan özel bir gün için çikolatalı bir pasta ısmarlamış, pastacı pastayı zenci başı şeklinde yapmış, medya bu pastanın fotoğrafını yayınlamış, ardından gürültü kopmuştu… Bıçakla kesilecek zenci başı şeklinde bir pasta ha, böyle ırkçılık olur mu?.. Bakanın istifa etmesini istiyorlardı. Sonunda ne oldu bilmiyorum…

Norveç’te de işçilik yapan Hintli bir ailenin iki küçük çocuğunu almışlar, (çocukların geçim masrafını devletin karşılaması şartıyla) başka bir ailenin yanına vermişler. Sebep ne biliyor musunuz? Aile çocuklarına oyuncak almıyormuş… Bir de çocukların ayrı yatakları yokmuş…

* (İkinci yazı) Yeni Anayasada Bunlar Kesinlikle Olmamalı

BİRTAKIM hesaplar uğruna yeni anayasa taslağının. olması gerektiği gibi hazırlanmayacağından korkuyorum.

Yeni anayasada neler olmamalıdır?

1. Laiklik kesinlikle olmamalıdır. Avrupa Birliği içinde iki devletin anayasasında laiklik yazıyor. Biz, laiklik yazmayan ve koymayan büyük çoğunluğa uymalıyız.

2. Kemalizm ve M. Kemal kesinlikle olmamalıdır. Hiçbir çoğulcu, demokrat, hürriyetçi, insan haklarına saygılı ve bağlı devletin anayasasında tarihî şahıslar ve onların adına yapılmış ideolojiler yer almıyor. Kaldı ki, Kemalizm, M. Kemal’in ölümünden çıkartılmış bir ideolojidir (veya ideolojiye benzer bir şeydir).

3. Millî kimlik ve kültürümüze aykırı hiçbir zorlama, tabu, baskı maddesi olmamalıdır.

4. Vesayet rejimini, dolaylı şekilde de olsa, haklı çıkartacak, meşrulaştıracak hiçbir kelime, ilke, madde bulunmamalıdır.

5. Türkiye halkının temel insan hak ve hürriyetlerini âdil hukuka aykırı olarak ve gayr-i meşru şekilde kısıtlayacak bir tarafı olmamalıdır.

6. Halkın din, inanç, ibadet, inandığı şekilde yaşamak, yazı, alfabe, giyim kuşam, serpuş, hafta tatili gibi tercih ve hürriyetlerini insan haklarına aykırı olarak zalimane bir şekilde kısıtlayacak hiçbir madde, hattâ ima bile bulunmamalıdır.

7. Resmî ideoloji tabusunun R’si bile bulunmamalıdır.

8. Müslüman çoğunluğun eğitim hürriyeti kısıtlanmamalıdır. İslam medreselerini, İslam vakıflarını, tasavvuf tarikatlarını yasaklayan, kısıtlayan maddeler bulunmamalıdır.

9. Yakın tarihimizdeki siyasî, sosyal ve kültürel ârıza ve kazaları doğru bulup onları ayakta tutacak hiçbir madde ve ilke yer almamalıdır.

10. Din ile devlet arasındaki yapay kavga ve gerginliği devam ettirecek hiçbir kelime ve madde bulunmamalıdır.

11. Sabataycıların ve Kripto egemen azınlıkların gizli ve derin hakimiyetini devam ettirecek, garanti altına alacak sinsi bir madde bulunmamalıdır.

Yukarıda yazdığım 11 maddedeki hususlara dikkat edilmezse, Cumhuriyet rejimine büyük bir darbe indirilmiş olur. Hangi Cumhuriyete? Gerçek Cumhuriyete!..

Bakalım AK Parti iktidarı Türkiye’ye yakışan, millî kimlik ve kültüre, tarihî devamlılığa dayalı bir anayasa konusunda başarılı olabilecek mi? 14 Mayıs 2012 Pazartesi

İlmihal Bilmeyenlerin Tefsir Dersi Alması

İlmihalini, akaidini, fıkhını, İslam ahlakının esasını; özet olarak da olsa usul-i fıkıh, usul-i tefsir ve usul-i hadîs ilimlerini bilmeyen, okumamış olan bir gencin Kur’an tefsiri tahsil etmeye kalkışması yanlış bir metottur.

Kur’an tefsiri okuyabilmek için öncelikle âlet ilimlerini okuyup öğrenmek gerekir.

Sonra da üç usûl ilmini, yani yukarıda saydığım fıkıh, tefsir ve hadîs usûlü ilimlerini.

Tıp öğrencisi, tarih edebiyat hukuk öğrencisi… Bu gibi öğrenciler tezelden icazetli ve ehliyetli bir hoca bulup ondan akaid, fıkıh, ilmihal, ahlak-ı islamiye dersleri almalıdır.

Bunları öğrendikten sonra üç usûl ilmini öğrenmelidir.

Bütün bunları öğrendikten sonra, yine icazetli ve ehliyetli bir üstad nezaretinde Kur’andan dersler okuyabilirler. Dikkat buyurunuz: Tefsir dersleri alabilirler demedim.

Allahü Tealanın on dört sıfatını bilmiyor… Peygamberlerin beş sıfatını bilmiyor… İstibra nedir bilmiyor… Namaz secdesinde ayakların yere nasıl temas etmesi gerektiğini bilmiyor… Sonra da tefsir okuyor… Böyle bir şey, aritmetiğin toplama, çıkartma, çarpma, bölme ameliyelerini bilmeyen birinin yüksek ve derin matematik okumasına benzer.

Kur’an Allahın Kitabı değil mi? Elbette Allahın Kitabı…

Kur’an İslam’ın temel ana kaynağı değil mi?.. Elbette ana kaynağı…

Lakin tefsir okumanın metodu ve şartları vardır. Heva ve heves ile sellemehüsselam tefsir okunmaz.

Kur’anda muhkemat vardır, müteşabihat… Nasih mensuh vardır, tahsis vardır, daha nice incelik vardır.

Kur’anı doğru şekilde tefsir edebilmek için birçok şart vardır. Bunlardan biri de Sünneti, Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini ve hadîslerle ilgili ilimleri iyi bilmektir. Sünnet olmadan Kur’an doğru şekilde yorumlanamaz ve ondan hüküm çıkartılamaz.

Yetmiş iki fırka Kur’anı kendilerine göre tefsir etmektedir.

Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı, Kur’anı ancak Ehl-i Sünnet müfessirlerinden öğrenebilir.

Zamanımızda bazı reformcu ve aykırı meal, tercüme ve tefsir yazarları, Bakara suresinin 62’nci ayetini kendi heva ve re’yleriyle (Kur’anın bütününe, Sünnete ve icmâya aykırı olarak) tefsir ederek doğru yoldan çıkmışlardır…

“Bennnn tefsir okuyorum, sen ne okuyorsun?!…”

Akaid, fıkıh, ilmihal ve ahlak-ı islamiye bilgileri Kur’an ve hadîsten çıkartılmıştır. Bu ilimleri öğrenen ve hayata uygulayan Kur’anı ve İslamı öğrenmiş ve uygulamış olur.

Kur’an tilavet edilsin, Kur’an tilaveti dinlensin, Kur’anla aydınlanılsın, Kur’anla şifa bulunsun, Kur’ana uyulsun, Kur’an rehberimiz olsun, lakin Kur’an heva, heves ve re’y ile yorumlanmasın…

* (İkinci yazı) Telgraflar

* O muhterem zat ABD taraftarıdır. Stop

* Diğer muhterem zat İngiltere tarafından desteklenmektedir. Stop

* Bilen bir zat “Suriye konusunda savaştan başka çare kalmayacak gibi…” demiş. Stop

* Başka bir bilen, “Suriye ile savaşılırsa, İran da savaş ilan eder” diye ilave etmiş. Stop

* Son futbol maçından sonra çıkan hadiseler, Türkiye’nin sosyal, kültürel, biyolojik bir saatli bomba haline geldiğini göstermiştir. Stop

* Vakıf mallarını yemenin sonu dünyada ve âhirette azap ve ateştir. Vakıf malıyla âbâd değil, berbad olunur. Duyurulur. Stop

* En korkunç ve helâk edici hırs riyaset hırsıdır. Stop

* Zinanın büyük günah, büyük ayıp, büyük suç olduğunu inkâr eden bir Müslüman kâfir olur. Stop

* Şehvet sadece seks şehveti değildir, dünyada 360 çeşit şehvet olduğu söyleniyor. Stop

* Ehlullah, zaruret olmadıkça Sultanların huzuruna gitmez.

* Fıkıh kitapları için “Geri ortaçağ kitapları” diyen sarıklı bir bilgin, Müslüman bilgin değildir. Stop

* Beş vakitte camilerde yoklama yapılır. Bilhassa sabah ve ikindi namazlarında. Stop

* Bir malın kusurunu söylemeden satış yapılırsa o ticaret haram olur. Stop

* Gıybet yapan, insanların gizli ayıplarını araştıran bir kimse ne şeyh olabilir, ne derviş. Stop

* O şirkette acayip ama çok acayip dolaplar dönmektedir. Stop

* Haramla büyüyen ve yetişen çocuklar adam olmaz. Stop

* Müslüman, evine mal olarak değil, yuva olarak bakar. Stop

* O zat o tarihte ve o şehirde doğmamıştır. Yaşı resmî yaşından sekiz yaş kadar büyüktür. Stop

* Allah onlara göz vermiştir ama basiretleri bağlandığı için göremezler, kulak vermiştir ama tıkalı olduğu için işitemezler, kalp vermiştir ama taşlaştığı için titreyip kendilerine gelemezler. Stop

* O kişi 19’uncu yüzyılın en büyük ve en korkunç Müslüman Farmasonudur. Stop

* Müslüman görünen Kürt Yahudileri. Stop

* Müslüman görünen Kripto Ermeniler. Stop

* Müslüman görünen Yahudiler. Stop

* Müslüman görünen Tat Yahudileri. Stop

* Müslüman görünen Kırımçaklar. Stop

* O yıkıcı terör hareketini Derin Devletçi, Vesayetçi, Resmî İdeoloji taraftarı güçler kurdurmuştur. Stop

* İşe bir ceketle başladı, şimdi dünya çapında zengin. Âferin. Stop

* Düzen ve sistem kötü de olsa, Ezan okunan, namaz kılınan bir ülkede beytülmal yağma edilemez. Stop

* Saçı bitmedik yetimlerin, fukara halkın hakkını yiyenler iflah olmaz. Stop

* Zaruriyat-ı diniye ile ilgili on dört asırlık icmâyı inkar eden kâfir olur. Stop

* Ashab-ı Güzini tahkir eden, aşağılayan, onlara kafir ve münafık diyen kâfir olur. Stop

* Mısır şurubunun içine bal aroması, bal boyası, jelatin (domuz ?) koyarak sahte bal üretip bunun satışı ile zengin olanlar, Cehennem zenginidir. Stop

* Seher vakti kalkıp sabah namazı kılmayan camiye gitmeyen gençlik dindar gençlik olamaz. Stop

* Alaca bulaca parlak şanjan dar giysi ve başörtülerle sokaklarda gezip tozan kadınlar, tesettürlü değil, açık kapalı kadınlardır. Stop

* Altı yerden burs alan genç mücahit büyüyünce müteahhid olur herhalde. Stop

* İhlasla ibadet edenlere, ihlasla hizmet edenlere selam olsun. Stop

* Münafıklara veyl! Stop 15 Mayıs 2012