Salı

 

Pakistan Devlet Başkanı General Müşerref’in kıyafetine bakınız.

Frenk gömleği, kravat, Frenk kostümü… Sinekkaydı traş… Bir dirhem iki çekirdek

. Pakistan halkı ise hemen hemen yüzde yüz millî/islâmî kıyafetli.

Hindistan başbakanına hakınız. Başında kırmızı sarık, sakal, sırtında istanbulin… Sihlerin millî ve mahallî kıyafeti… Müşerref’in, ülkesinden ve halkından kopukluğu kıyafetinden belli. Oldu olacak başına bir de silindir veya melon şapka geçirsin…

Evet, önemli olan mazruftur

(zarfın içindekidir)

ama zarf da büsbütün önemsiz değildir.

İranlılar Frenk elbiseleri giyiyor, lâkin cumhurbaşkanları bile kravat bağlamıyor.

Gömlekleri genellikle

“hakim yaka”

gömlek.

Şiî hocaları nefis sarıklar sarıyor, softan zarif maşlahlara bürünüyor.

Afganistan’ın başındaki Karzaî’yi desteklememiz mümkün değil ama kıyafeti güzel.

Başına astragan bir kalpak veya bir tür fes geçiriyor ve omuzlarına çok sanatlı bir pelerin atıyor. Hindistan’ın yeni cumhurbaşkanı bir kadın…

Avrupa kıyafetli değil, Hint işi sariye bürünmüş…

İnsanların kıyafetlerinin bir kısmı alamat ve şeairdir.

Yahudilerin kippaları, Katolik papazların başlarındaki takkeler, şapkalar ve bellerindeki zünnarlar… Bizdeki bazı Frenkperestler Papa denilince muhabbet hezeyanları geçiriyor.

Papa’nın kıyafeti nasıl? Hiç de çağdaş değil…

Osmanlı, Sultan Mahmud zamanında Avrupa kıyafetini aldı ama asla şapka giymedi ve giydirmedi.

Cumhuriyet’in ilânından sonra

bazı züppe Türkler

İstanbul’da şapka giymeye başlamışlardı ve

zamanın Emniyeti onları tutuklamıştı.

Sonra Ankara’dan talimat gelmiş.

“Onlarla uğraşmayın, bu mesele yakında halledilecektir…”

denilmişti.

(Tafsilatını Selahattin Ertürk’ün “İki Devrin Perde Arkası” adlı kitabında okuyabilirsiniz.)

İstanbul Rumlarından

Yorğaki Effiminiadis

‘in 1940’lı yıllarda basılmış

“Tehlike Çanları”

adlı bir kitabı vardır. Onda,

şapka giydi iftirası yüzünden avukatlıktan atıldığından

bahs eder.

Büyük ulemâdan

İskilipli Atıf Efendi

merhum, şapka inkılabından önce

“Frenk Mukallitliği ve Şapka”

adında küçük bir risale yazıp yayınlamış, daha sonra

İstiklâl Mahkemesi’ne verilmiş ve idam edilmiştir.

Cezalar, makabline

(kanundan önceki zamana)

şamil olmaz ama

hukukun bu evrensel kuralı ihlâl edilmiş

ve önemli bir din hocası zalimane şekilde öldürülmüştür.

Nur içinde yatsın. Kabri bile belli değil…

Müslüman seçkinlerin, aydınların, önderlerin kıyafet, serpuş, tesettür konusuna el atmaları zamanı gelmiş ve geçmiştir.

Camilerdeki cemaate bakıyorum, Müslümanların çoğunun başında

bir namaz takkesi bile yok.

Merhum

Hacı Zihni Efendi Nimet-i İslâm adlı mükemmel İImihal kitabında, başı örtülü olmanın namazın adabından olduğunu açık şekilde yazmaktadır.

Namaz kılarken başlarını örtenler de, genellikle hiçbir zarafeti ve güzelliği olmayan Çin işi örgü takkeler kullanmaktadır. Cep telefonuna bir servet ödüyor, Allah’ın mânevî huzuruna çıkarken başına doğru dürüst bir takke geçirmiyor. Yazıklar olsun!

Bazen camilerde tek tük, tarikat takkeleri görüyorum.

Güzel, zarif, hoş… Sahiplerini tebrik ederim.

Diyelim ki, meraklı birisi çok güzel, çok sanatlı, çok zarif, çok kaliteli takkeler üreten bir atölye açtı. Bir takke 10 liraya satılıyor. Bizim Müslümanlar alır mı bunları? Hiç sanmam. Cep telefonuna yüzlerce lira veriyor, her ay zevzekçe konuşmalar için avuç dolusu para harcıyor, otomobiline haftada bir yakıt doldurtuyor, bir sürü israf yapıyor, lâkin ibadet esnasında başına geçireceği bir serpuşa 10 lira vermiyor…

Bay Tepki’ye Açık Mektup

Sayın Bay Tepki!…Yazımı okumuşsunuz, öfkelenmişsiniz, tepki gösteriyorsunuz, tenkit ediyorsunuz… Buraya kadar normal, ancak siz benim fikirlerimi açıklama hürriyetimi kabul etmiyorsunuz ve

“Bu adam nasıl yazabiliyor?”

diyorsunuz. Nasıl mı yazıyorum?..

Yazarlığa başladığımda kalemle yazıyordum. Sonra daktiloya geçtim ve şimdi bilgisayarla yazıyorum…

Yazılarım size çok ters, çok aykırı geliyormuş… Bu da normal bir şey değil mi? İsmimi koyuyorum ve

KENDİ

düşüncelerimi, görüşlerimi açıklıyorum,

işim yok da, sizin fosilleşmiş tabularınızı ve totemlerinizi savunacak değilim.

O sizin işinizdir.

Düşüncelerimde, görüşlerimde:

  • Hakaret yoksa,
  • Şiddete teşvik yoksa.
  • Kamu düzenini bozmaya yönelik somut bir unsur yoksa,
  • Adil kanunlara aykırı bir taraf mevcut değilse elbette yazacağım, yazabilmeliyim…

    Herkesin aynı şekilde düşündüğü bir ortamda fikir hürriyeti olur mu?

    Vaktiyle

    diktatör Mao

    , bir milyarlık Çin’de herkese aynı elbiseyi giydirmişti. Çeşitlilik diye bir şey kabul edilmiyordu onun sisteminde. Herkes aynı tip elbiseyi giyecek, herkes aynı düşüncelere sahip olacak, herkes küçük kızıl kitapları okuyacak,

    Çin bu sistemi bıraktı. Siz bir türlü bırakamıyorsunuz.

    Yanılıyorsam, gerekçeli bir şekilde beni tenkit edebilir, uyarabilirsiniz. Hattâ elinizden geliyorsa, beni çürütebilir, rezil edebilirsiniz. Lakin

    “Bu adam böyle yazılar yazamaz, susturulmalıdır…”

    gibi lâflar etmek medenî bir insana yakışmaz.

    Sizin istediğiniz düşünce özgürlüğü kendiniz ve yandaşlarınız içindir. “Ötekilere” bu hakkı ve hürriyeti tanımıyorsunuz.

    Biz sizi vaktiyle uyarabilmiş olsaydık Türkiye Japonya gibi medenî, ileri, güçlü, kalkınmış bir ülke olacaktı. Lakin yıllar boyu konuşturmadınız, yazdırmadınız, tenkit ettirmediniz.

    Ötekileri dogmatik kafalı olmakla suçluyorsunuz. Sizden âlâ dogmatik olur mu?

    Bu dogmatik lâfı bize uymaz. Biz inançlıyız o kadar. İnançlar da tartışılmaz.

    Türkiye’nin ideolojik dogmalardan kurtulması lazım… Sizin tabularınız yüzünden ülkemiz çok fırsatlar kaçırdı, zamanını boşa harcadı. Dogmalarınız, tabularınız, totemleriniz, zorlamalarınız, baskılarınız, tehditleriniz Türkiye’yi çok ilerletmiş… Yok canım!.. Bana şu soruların cevaplarını verebilir misiniz?

    Birinci soru: Türkiye niçin Japonya kadar kalkınıp ilerlemedi?

    İkinci soru: Türkiye niçin Güney Kore kadar güçlü bir sanayie sahip olamadı?

    Üçüncü soru: Türkiye niçin bir Tayvan kadar bile olamadı?

    Türkiye’miz, İslâm dünyasının en ileri ülkesiymiş… Lütfen bu mavalları bırakalım da, yukarıdaki sorulara cevap arayalım.

    Niçin

    İtalya

    kadar olamadık? Türkiye bir ABD olsun demiyorum. Hattâ Almanya’yı bile ölçü almıyorum.

    600 küsur kilometrekarelik Singapur dünyanın dördüncü finans gücüne sahip de biz niçin nal topluyoruz?

    Evet,

    Türkiye sizin hatalarınız, sizin yanlış görüşleriniz, sizin çağdışı devletçiliğiniz, sizin ideolojiniz, sizin beyin yıkayıcı maarifiniz, sizin tabularınız, sizin dogmalarınız, sizin put kavramlarınız yüzünden geri kalmıştır.

    Artık yakamızı bırakın,

    (âdil kanunlara göre)

    suç işlememek şartıyla konuşalım, yazalım, tenkit edelim, çare ve çözümler arayalım, teklifler sunalım.

    Tehditleri bırakın, elinizde kalem var, gücünüz yetiyorsa bizi çürütün…

    15 Ağustos 2007