Frensiz Toplum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Salı
Yüklü bir kamyon yokuş aşağı hızla iniyor. Frenleri boşalmış, hızını durduracak bir kuvvet kalmamış. Her saniye biraz daha hızlanıyor, kontrol edilmesi mümkün olmuyor… Ve cehennemî bir şekilde dibi buluyor. Araba birkaç takla atıyor, toz duman alevler çıkıyor, herşey paramparça, yamuk yumuk oluyor. Yokuş aşağı inerken freni patlayan kamyonun feci akıbeti budur.
Nasihatsız, uyarısız, ikazsız kalan bir İslâm toplumu da aynen bu freni patlamış kamyon gibidir.
Azıcık din bilgisi ve kültürü olan herkes bilir ki, İslâm dini nasihat yani öğüt demektir. Sahih bir hadîs-i şerif vardır. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme sormuşlar: Din nedir? “Nasihattir” buyurmuş. Aynı soru ikinci defa yöneltilmiş. Yine aynı cevabı vermişler: “Din nasihattir”. Soru üçüncü defa sorulmuş, yine aynı cevap alınmış. Evet din nasihattir, uyarıdır, öğüttür.
İslâm toplumundan bunlar kalkarsa o toplum bozulur, kokuşur ve sonunda bir sürü siyasî, sosyal, kültürel, ahlâkî hastalığa yakalanır.
İnsanları müjdeleyerek, onları uyararak, onları korkutarak âhireti, hesabı kitabı, Büyük Mahkemeyi, mükâfatı cezayı, Cennet’i Cehennemi, ebedî mutluluğu azabı hatırlatmaktır.
Nasihat, “Emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker” yapmaktır.
Nasihat gençliğe, halka ilmihal bilgilerini öğretip onları hayata uygulamalarını sağlamaktır.
Nasihat halkı Kur’ân, Sünnet, fıkıh, Şeriat, ahlâk ve tasavvuf ilke ve hükümlerine uymaya çağırmaktır.
Eskiden bu nasihat işini devlet yapıyordu. Osmanlıda din ve devlet özdeşti. Vak’anüvis Lütfi tarihinde yazılıdır. Sultan İkinci Mahmud, Osmanlı ülkesindeki bütün Müslümanlara, “Beş vakit namazın camilerde cemaatle kılınması hususunda emir ve irade buyurmuş…” Avrupa kıyafetini, fesi kabul ettiği için sofuların bir kısmının “Gâvur Padişah” dedikleri Sultan Mahmud bile bakınız, dinimizin en büyük amelî (aksiyonla ilgili) emri olan beş vakit namaz ve cemaat hususunda halkı uyarmış, emr-i mâruf yapmıştır.
Bugünkü düzen laiktir. Artık ondan böyle emirler ve tavsiyeler bekleyemeyiz.
Öğüt, müjdeleme, uyarı, mârufu emir, münkeri nehiy işlerini Diyanet İşleri Başkanlığı mı yapacaktır? Yapması gerekir ama o daire devletin resmî bir dairesidir, umum müdürlük seviyesinde bir kuruluştur ve eli kolu sımsıkı bağlıdır. Onun böyle bir hizmet vermesine izin, ruhsat, icazet yoktur.
Peki nasihat, müjdeleme, uyarma, öğüt hizmetlerini “Özel Diyanetler” veya birtakım cemaatler mi yapacaktır? Ülkemizde on kadar büyük, yüz kadar orta, bin kadar küçük dinî cemaat veya “Özel Diyanet” bulunmaktadır. Bu nasihat ve uyarı işini onların yapması gerekir. Yapıyorlar mı dersiniz? Türkiye Müslüman toplumu, yokuş aşağı frensiz yuvarlandığına göre onlar da bu hizmet ve vazifeyi hakkıyla yapamıyor demektir. Acaba yapamıyorlar mı, yoksa ellerinde imkân olduğu halde niyetsizlik veya kapasitesizlik dolayısıyla yapmıyorlar mı?
İnsanları bekleyen tehlikeler hakkında, insanların yaratıcılarına olan vazifeleri hakkında, varoluşun sebep ve hikmetleri hakkında; onların mutlaka uygun bir şekilde bilgilenderilmeleri, uyarılmaları, kendilerine öğüt verilmesi gerekmektedir.
– İman bir nasip meselesidir. İmanı Allah verir, biz veremeyiz. Bizim vazifemiz iman esaslarını insanlara güzelce anlatmaktır. Dikkat buyurunuz, anlatmaktır demedim “Güzelce anlatmaktır” dedim. Güzelce anlatılmazsa hakkıyla anlatılmış olmaz. Türkiye’de bu yapılmıyor.
– İnsanların, yaratılışlarının gaye ve sebebine uygun bir hayat sürdükleri takdirde ebedî mutluluğu kazanacakları hususu da onlara müjdelenmelidir.
– İman etmedikleri, azdıkları, Yaratan’a isyan ettikleri takdirde büyük azaplara çarpılacakları anlatılmalıdır.
– İslâm dinini ve akl-ı selimin kötü gördüğü günahları ve yasakları işledikleri takdirde dünyanın bozulacağı ve ileride kendilerinin ve çocuklarının da enkaz altında kalacağı onlara güzelce anlatılmalıdır.
– Onlara İslâm’ın evrensel din olduğu, Müslüman olan kişinin daha önce gelmiş olan bütün ilahî habercileri ve Peygamberleri tasdik etmiş olacağı da anlatılmalıdır.
Bütün bu uyarılar, müjdeler, öğütler, emr-i mâruf ve nehy-i münker hizmetleri insanların akıllarına, kültürlerine uygun bir şekilde yapılmalıdır. Aynı gerçekler başka başka, çeşit çeşit üslup ve edebiyatlarla kaleme alınmalı ve yayılmalıdır.
Varoş, gecekondu, taşra, marjinal zihniyetli ve kafalı bir uyarıcı ve öğütçünün şehrin medenî zümresini harekete getirmesi, heyecanlandırılması, aydınlatması, uyarması çok zordur. Hattâ bazen aksi tesir bile yapabilir. IQ’su 80 civarında olan özürlülerin, parlak zekalı ve yüksek kültürlü kimselere nasihat etmesi mümkün değildir.
Dinî hizmet denilince cami hoparlörlerini, cami kaloriferlerini, cami klimalarını, uzun ve bol şerefeli minareleri düşünenler asla ve asla nasihat, tebşir (müjdeleme), tenzir (uyarı, korkutma), bilgilendirme hizmetlerini başarıyla yapamaz. Onlar kaş yapayım derken göz çıkartırlar.
Bundan bin yıl kadar önce büyük hizmetler etmiş olan ve tesiri ve eğitim hizmeti hâlâ devam eden Hüccetülislam ve Zeynüddin İmamı Gazalî bu hizmetleri ve tesirleri hangi güçle yapmıştır?
– O çok zeki ve akıllı bir insandı (Zeka ve akıl ayrı şeylerdir).
– Evrensel din ilimlerinde ve zamanında kültüründe en yüksek seviyeye çıkmıştı.
– Son derece yüksek bir ahlâk ve karaktere sahipti.
– Allah’a karşı ihlaslı, yaratıklara karşı istikametli ve âdil idi.
Din hizmetleri, nasihat hizmetleri, emr-i mâruf ve nehy-i münker hizmetleri “Allah için kurban, küp için kavurma” zihniyetiyle yürütülemez. İhlasla yapılmayan din hizmetleri zâhirde hizmet gibi görünseler de, aslında hezimetten başka bir şeye vesile olamazlar.
– Dini imanı para olanlar ne nasihat edebilir, ne hizmet.
– Dinî hizmetleri yapanların, büyük cihadda, yanî nefs-i emmare ile yapılan savaşta başarılı olmuş olmaları gerekir. Nefsini putlaştıranlar kendilerini bile kurtaramamıştır, nerede kaldı ki, başkalarını kurtarsınlar.
Şifahî kültür ve zihniyetle din hizmeti, nasihat yapılamaz. Bu iş yazılı-edebî-medenî kültür sahasında olan bir konudur.
Cami binasıyla cami kurumunu birbirinden ayırd edemeyen; beton bir cami binası yapılınca işin bittiğini sanan zeka özürlüler de İslâm hizmeti yapamaz. “Ben hem dinime hizmet ederim, hem de cebimi doldururum” diyen kızıl münafıklar ve insî şeytanlar da din hizmeti yapamaz.
Bu memlekette her yıl, yekûn tirajı on milyonlara ulaşan ve en az yirmi otuz konuda çok vasıflı, çok tesirli, çok üstün nasihat, müjdeleme, uyarı, bilgilendirme, iyiliği destekleme, kötülüğü köstekleme broşürü hazırlanıp yayınlanmalıdır. Bu hizmetleri kimler yapacaktır? Müslümanlardan her yıl milyarlarca dolar din ve mukaddesat baçı toplayanlar niçin bu gibi hizmetlere soyunmuyorlar?
“Bunlara lüzum yoktur. Bizim hazretimiz havada uçmaktadır…” gibi deli saçmaları söyleyen geri zekalıya:
“– Başına hazretin kadar taş düşsün” derim… 23 Temmuz 2003