Gaflet Devam Ediyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Çarşamba
Hiçbir ülke arazi ve inşaat spekülasyonları ile kalkınmaz ve ilerlemez. Üretmek, satmak, ihraç etmekle zenginlik olur. Faize, ranta, repoya, spekülasyona, borsa oyunlarına dayalı zenginlikler aldatıcıdır. Böyle şeylerin sonu büyük bir iflâstır.
1. İç göçü teşvik ettiler, doğuyu, güneydoğuyu, Anadolu’yu boşalttılar. Bu boşalan yerlere ileride büyük bir kriz sonunda başka nüfuslar mı getirilecektir?
2. Gecekonduları teşvik ettiler, sık sık gecekondu afları çıkarttılar. Kaçak inşaatlara göz yumdular. Rüşvetle, makbuzlu bağışlarla iskana kapalı bölgelerde inşaat yaptırdılar.
3. Ülkenin en verimli topraklarını çarpık ve çirkin şekilde yapılaşmaya açtılar.
4. Bataklık zeminlerde, dolma topraklar üzerinde altı yedi katlı dev bloklar yaptırılmasına göz yumdular.
5. Zelzele bölgelerinde göz önünde tutulması ve sıkı bir şekilde tatbik edilmesi gereken kuralları hafife aldılar.
Rüşvetçiler, kötü müteahhitler, arsa ve bina spekülatörleri kudurmuş gibiydiler. Onların nazarında tek değer paraydı, zenginlikti. Para onların dini imanıydı. Para ile şehvetlerini tatmin ettiler, domuzcasına yaşadılar; yediler, içtiler, bilmem ne ettiler.
Türkiye zelzeleler ülkesiydi. Anadolu topraklarında binlerce yıldan beri zelzele olup duruyordu. İşte nihayet zelzeleler sökün etmeye başladı. Önce ağustosta sarsıldık. Ardından Düzce’de şiddetli bir deprem daha oldu. Sırada İstanbul mu var? Allah korusun. Milyonlarca insan ölür, ülke ve devlet belini doğrultamaz.
İtikadı zayıf olanlar, bir kısım musallâ Müslümanları, ateistler, marksistler ter ter tepiniyor ve “Zelzele Allah’tan değil, yerin sarsılması ilâhî bir ceza değil, bu felâket dinsizliğin ve azgınlığın neticesi değil” diye feryad ediyorlar. Peki nedenmiş zelzele? Yer altında çatlaklar var, zaman zaman onlar göçüyor da yer bu yüzden sallanıyor diye açıklıyorlar. İmanlı dindar, Müslüman vatandaşlar bu fizikî, jeolojik izahlarla yetinmezler. Zelzele Allah’ın bir emridir (işidir). Zelzele ilahî irade ile olur. Bir ülkede, hele bu ülke bir İslâm ülkesi olursa, azgınlık, fuhuş, günah, tefecilik ve riba, haram yiyicilik, namussuzluk, kebair çoğalırsa oraya Allah’ın gazabı ve azabı iner. Bu bazen zelzele şeklinde olur, bazen bir savaş, yahut diğer bir âfet ve felâket şeklinde tecelli eder.
Peki bunca mâsum, zavallı kimse de ölüyor, bu nasıl açıklanacak. Kur’ân buna şu cevabı veriyor: “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o sadece içinizde kötü olanlara gelmez.” Yani bazı belâlar ve azablar genel geliyor.
Bu memlekette yaşayan dindarların, Müslümanların da günahları, hatâları, isyanları vardır. Bir kere emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yerine getirmiyorlar. İkincisi, onlar da paraya, zenginliğe, lükse, israfa, kibre, gurura batmışlardır. Bir kötülük gördükleri vakit onu, yasal sınırlar içinde, en güzel ve uygun metodlarla önlemek için gayret sarfetmiyorlar.
Bu memlekette iki büyük belâ vardır.Biri din düşmanlığı, saldırgan inkârcılıktır. İkincisi de, din sömürüsüdür. Bunca felâketin gelmesi için bu iki kötülük yeter de artar.
Yazılarımı devamlı okuyanlar hatırlayacaklardır. Defalarca, “Aklı ve parası olan İstanbul’u terketsin” diye uyarmıştım.Tekrar ediyorum, aklı ve parası olan bu günahkâr şehri terketsin. Parası olmayan mecburen kalacaktır. Aklı ve feraseti olmayan beyinsizler de kalacaktır.
En azından, zelzele mıntıkası olmayan bölgelerde tek katlı yazlıklar, bağ evleri şeklinde meskenler edinmeli ve hiç olmazsa geceleri oralara gitmelidir. Çoluk çocukları da bir müddet o evlerde yaşatmalıdır.
Kur’ân’a saldırılan, “Kahrolsun Şeriat!” diye haykırılan, her türlü azgınlık ve tuğyan cereyan eden bir ülkede yer göçer, gök çöker. İstanbul’u sarsan beş altı derecelik zelzeleler birer uyarıydı. Bu uyarıları dikkate alıp Allah’a dönmek, dine sarılmak, ahlâk ve fazilete uygun bir hayat sürmek gerekirdi. Yazık ki, ne dindar kesimde, ne de çağdaş ve lâik cephede bir uyanış, derleniş, toparlanış görülmedi.
Diskotekler, meyhaneler, batakhaneler, barlar, pavyonlar, sefahat yerleri lebaleb dolu. Zengin tabaka çılgınlar gibi, azgınlar gibi, şaşkınlar gibi şehvetinin peşinde koşuyor. Düzce’de son facia cereyan ettikten sonra bu gibi yerlerin müşterilerinde bir azalma olmadı. İçki su gibi akıyor, Rus Nataşaları striptiz numaraları yapıyor, öyle lüks restoranlar var ki, bir kişi ancak yirmi beş otuz milyona bir yemek yiyebiliyor. Zina, ensest, sapıklık, kudurmuşluk son haddinde. Cihan yıkılsa onlar yine uyanmaz. Pompei halkı nasıl uyanmıştı?.. Uyandılar ama artık çok geçti. Vezüv patlamış, gökten kızgın taşlar ve küller yağmaya başlamış, lavlar ateşten nehirler halinde şehre doğru yürümüştü. Ansızın donakaldılar, yanakaldılar. Aradan bin sekiz yüz küsur yıl geçtikten sonra orada bir çiftçi tarlasını sürerken sabanı bir taşa takılmıştır da yerin altında bir şehir olduğu anlaşılmıştır. Bir asırdan fazla bir zamandan beri kazıyorlar, şehrin büyük kısmı meydana çıktı. Allah’ın azabı ve gazabı ansızın yakalamış ve yakmıştı.
Zelzeleden sonra haram yiyicilik durdu mu? Durmaktan geçtim, yavaşladı mı? Hayır ne durdu, ne yavaşladı. O kudurmuşlar, yarın Kıyametin kopacağını bilseler bugün yine çalmaya, talan etmeye, rüşvet yemeye, haram işlerine devam ederler.
Dindar geçinen bazı cemaatlerde, baronlarda zelzeleden sonra bir düzelme, toparlanma görüldü mü?
“Kur’ân’ın iki yüz otuz âyetinin hükmü kalmamıştır” denildi de o cemaatler, o baronlar bir tepki gösterdi mi?
Onlar pusulayı şaşırmıştır.Onlar fildişi kulelerinde dünya ile Ümmet ile alâkalarını kesmiş olarak yaşamaktadır. Zelzele ve azab o kuleleri de yıkar.
Şimdi ibadet zamanıdır. Tevbe, kendine gelme, toparlanma zamanıdır. Şimdi Allah’ın rahmetini ve korumasını kazanmak için sadaka verme zamanıdır. Dua edilmelidir. Kibir, gurur, kendini beğenmişlik, tafra satma, israf, lüks gibi şeytanlıklardan kurtulmak zamanıdır. İlâhî uyarılara kulak veriniz, gafleti bırakınız. 18 Kasım 1999