Gaflet ve Hıyanet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
ÇarşambaBizim dinimiz tahrife, değişikliğe uğramamıştır. Kur’ân-ı Kerîm inzal edildiği (indirildiği) gibi elimizdedir. Peygamber Efendimiz’in (Salât ve selâm olsun O’na) öğütlerini, talimatını ihtiva eden binlerce hadîs elimizdedir. Büyük din imamlarının telif etmiş olduğu binlerce önemli eser elimizdedir. Dinimiz hikmet (bilgelik) kaynağıdır. Bu dünyada izzet, şeref, haysiyet, hürriyet içinde yaşamak için ne kadar ilke, kural lazımsa hepsine sahibiz.
Büyük İslâm imamlarından (önderlerinden) Şâfiî hazretleri, farz-ı muhal Kur’ân kaybolsa, bir tek Asr sûresi kalsa bile, insanlar o sûre ile doğru yolu bulabilir, edebî saadete kavuşur, kendilerini kurtarır buyurmuştur. İlk çağlardaki büyük sâlihlerden Şiblî hazretleri de “Dört bin hadîs inceledim, bunlardan dördünü seçtim, bu dört hadîs kişiyi kurtarmaya yeter” demiştir.
Peki elimizde Kur’ân, Sünnet, bunca güzel ve hikmetli din kitapları varken İslâm dünyası, biz Müslümanlar niçin zillet, rezalet, sefalet, hakaret, zebunluk içinde yaşıyoruz? Niçin iki yakamız bir araya gelmiyor? Niçin bir türlü düze çıkamıyoruz, selâmet bulamıyoruz?
Bazılarına sorarsanız, bizi bugünkü kötü duruma hep düşmanlarımız, karşıtlarımız getirmiştir. Bizim hiç hatâmız, kabahatimiz, vebalimiz yoktur… Siz buna inanacak kadar saf ve ahmak değilsinizdir.
Bizim zilletimizin, esaretimizin, rezaletimizin birinci sebebi Kitabullaha, Sünnete, İslâm önderlerinin hikmetli öğütlerine ve uyarılarına uymamamızdır.
Kur’ân bize “Hepiniz Allah’ın sağlam ipine sarılınız, sakın ayrılıp parçalanmayınız; birbirinizle çekişirseniz dünyevî gücünüz elden gider” meâlinde öğüt veriyor, Allah bizi uyarıyor. Allah’ın ipi nedir? O islâm dinidir, Kur’ân’dır, şer’î ahkamdır, Resûlullah’ın gösterdiği doğru yoldur. Bunlara hakkıyla sarılanlar zillete düçar olmaz.
İçimizden nice kimse Kur’ân’ın yolunu bırakmış, Peygamberin çizdiği rotadan şaşmış, şer’î hükümlere sırt çevirmiş, İslâm ahlâkının ilkelerini ayaklar altına almış ve sonra da bizi dinsizlerin, İslâm düşmanlarının mahvettiğini sanıyor. Bu ne büyük gaflet ve şaşkınlıktır.
Sadece “iman ettim, ben Müslümanım” demekle iş bitmiyor. Dünya hayatı bir sınavdır, onu kazanmak için çalışıp çabalamak gerekir.
Kur’ân’da bizim için yüzlerce emir, yasak, öğüt var. Peygamber Efendimizin sünnetinde (ki o da vahiy ve ilhamladır, Rasulullah dinî konularda kendi nefs ve hevasından konuşmamıştır) biz Müslümanlar için binlerce emir, yasak, öğüt, uyarı bulunmaktadır. Ondört asırdan beri ulemâ, meşayih, mürşidler, sâlihler, seçkinler bizim için kitaplar yazmışlardır. Bu büyük zevat Allah’ın yer yüzünde halifeleridir, peygamberimizin vekilleri ve vârisleridir. Bizim iyiliğimizi istedikleri için bize hikmet dolu nasihatlar etmişlerdir.
Zamane Müslümanları Kitabullahın, Peygamberin, sâlihlerin uyarılarına, istisnalar dışında kulak tıkamıştır. Yüz milyonlarca Müslüman cehalet karanlıklarında kalmıştır. Hiç bir işe yaramaz fânî dünya dedikodularıyla uğraşıyoruz ama bize ebedî saadet sağlayacak dinî hükümlere gereken ilgiyi göstermiyoruz. Kendisini iyi, olgun, yeterli Müslüman sanan nice gafile Allah’ın sıfatlarını say deseniz, cevap veremeyecektir.
Ezanlar okunur, camiler boş. Camiye gitmek, cemaatle namaz kılmak yasak mıdır, suç mudur? Hayır, henüz binde 999 Müslüman için namaz kılmak, cemaate katılmak yasak ve suç değildir ama gafil ve tembel Müslümanlar camilere gitmezler.
“Komşusu aç yatarken, tok yatan bizden değildir” mealindeki hadîs-i şerifi duymayanımız yoktur ama bu bizim için bir edebiyattır. Hayata geçiremeyiz.
Dinimiz bize “Emr-i mâruf ve nehy münker” yapmamızı, bu farzı terk ettiğimiz takdirde üzerimize azab ineceğini haber veriyor. Biz ne yapıyoruz? Kötü bir şey gördüğümüz takdirde, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla mektup, dilekçe, protestoname yazabiliyor muyuz milyonlarca?
Peygamber, “Doğudaki Müslümanın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder” mealinde buyuruyor. Biz böyle miyiz?
Milyonlarca Müslüman kardeşimiz sefalet, işsizlik, aşsızlık, perişanlık içinde sürünüyor. Biz zekatlarımız, sadakalarımız, yardımlarımız ile onların imdadına koşuyor muyuz?
Dinimiz bize ilmi, irfanı, kültürü, sanatı, mârifeti, hüneri emrediyor. Biz bunlara tâlip miyiz, bunları elde etmek için çırpınıyor muyuz? Her yıl bu ülkede dinî hizmetler ve faaliyetler için milyarlarca dolar toplanıyor da, bir islâmî bilgi bankası, bir islâmî stratejik araştırmalar enstitüsü, başka araştırma merkezleri kurulmuş mudur? Kurulmamışsa niçin kurulmamıştır? Gaflet yüzünden mi, hıyanet yüzünden mi?
Peygamberimiz âhir zaman nebisidir, Hâtemü’l-enbiyadır, ondan sonra ta Kıyamet’e kadar başka bir peygamber gelmeyecektir. Buna rağmen ortalıkta birtakım sahte peygamberler, sahte münzirler dolaşmaktadır. Bu ümmetin ilim sahipleri, sorumluları bu kezzabları reddetmek, halkı bunların şerlerinden korumak için ne gibi faaliyetler yapmaktadır?
Birtakım habîsler, zındıklar, câhil kişileri şaşırtmak, sapıtmak için ortaya bir sürü bozuk fikir ve görüş atmakta, kendi nefs, heva ve re’yleriyle İslâm adını verdikleri bozuk sistemler ve ideolojiler geliştirmektedir. Ehl-i Sünnet geçinenler niçin bu sahtekârlara, bu zındıklara hadlerini bildirmiyor, onları çürütüp reddetmiyor?
Bozuk bir fırkanın taraftarları, “Allah gerçek bir Janustur” (Janus: Eski Romalıların iki çehresi olan bir putunun ismidir) cümlesini ihtiva eden bir kitap çıkardıkları zaman bu korkunç şirk ve ilhad sözüne niçin cevap verilmemiştir?
Din rantı yemekte, Müslümanları dolandırmakta birinci olan bazı hâin ve habîsler ihlâs ve istikametle hizmete gelince hiçbir şey yapmıyor.
Kurtuluş bize çok yakındır. Bunun için Kur’ân’a, Sünnete, şer’î ahkâma, İslâm ahlâkına, İslâm bilgeliğine uymamız gerekiyor. Yapabileceğimiz en kolay iş ve eylem, ezan okununca camiye gidip cemaatle namaz kılmaktır. Dinimiz “Allah’ın eli (yardımı, nasrı) cemaat üzerinedir” buyuruyor. Hiç de zor olmayan namazı ve cemaati niçin kütlevî bir şekilde terk etmişizdir?
İslâm dini, onun Kitabı Kur’ân, onun model ve örnek insan Peygamberi, her devirde yaşamış sâlih Müslümanlar bize Mevlâ’ya götüren yolları göstermişlerdir. Mevlâ yoluna gitmeyenler, ters yollarda yürüyenler ise belâlarını bulurlar. Bu husus da bize açıkca bildirilmiştir. İsteyen Mevlâsını arasın, isteyen de belâsını. 10 Mayıs 2001