Salı

 

Son devrin büyük fikir ve mâneviyat şahsiyetlerinden Samiha Ayverdi (1905-1993) hanımefendi, “Millî Kültür Mes’eleleri ve Maarif Dâvamız” adlı kitabında (Kubbealtı Neşriyatı, Tel: 0212-516 23 56) şöyle diyor:

“Bilmem ki, uyur gezer hastalardan gayri, uçurumun kenarında olup da, bu kadar gamsız ve rahat yaşayan bir başka millet var mı?”

Ayverdi’nin birinci derecede muhatapları Müslümanlardır. Dinsizler zaten içi ateş dolu bir uçurumun kenarındadır. Müslümanlık, bu uçurumu görmek, kenarından uzaklaşmak, içine düşmemeye çalışmak demek değil midir?

Her geçen gün dindarlık bir ism ve resm haline dönüşüyor. Şu dünya hayatında, hele içinde yaşadığımız şu fitne fesat, nifak şikak, isyan tuğyan, fısk fücur, günah fuhşiyat zamanında bir Müslümanın umursamaz, gamsız olması, rahat bir ömür sürmesi düşünülebilir mi?

Biz kimin ümmetiyiz? Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellemin değil mi? O’nun hayatına bir bakalım: Allah’ın seçilmiş kulu, Âdem Oğullarının seyyidi, ismet sıfatıyla muttasıf (günah işlemekten korunmuş) en büyük insan olduğu halde geceleri yorgunluktan bîtab düşünceye, ayakları şişinceye kadar nâfile namaz kılar, zikr ü tesbihatta bulunur, Yüce Rabbimizden afv ü mağfiret dilerdi. Büyük önderimiz dünya zenginliklerine sırt çevirmiş, gönüllü olarak fakrı seçmişti. Bir gün tok, bir gün aç olmayı hayat felsefesi olarak kabul etmişlerdi. Dünyanın ebedî kalınacak bir yurt olmadığını, gelip geçici, fâni bir diyar olduğunu çok iyi biliyordu.

Onun bize Hak katından getirip tebliğ ettiği Kur’ân-ı Azimüşşan uyanık olmamızı, dünya tuzaklarına düşmememizi, bu fânî ve aldatıcı mekândaki malların, mülklerin, paraların, servetlerin, makamların, mevkilerin, riyasetlerin bir varmış bir yokmuş oyuncaklar olduğunu haber vermiyor mu?

Elimizde Resûlullah Efendimizin (Salat ve selâm olsun O’na) binlerce sahih hadîs-i şerifi vardır.Bunlar bize âhirete hazırlanmamızı, büyük yolculuk için azık biriktirmemizi, Allah’la ticaret yapmamızı, yâni rıza-yı Bârî için hayır hasenat yapmamızı, nefsimizle büyük cihad etmemizi, tefrikadan ve nifaktan şiddetle kaçınıp bir ve beraber olmamızı emr etmiyor mu?

Fahr-i Kâinat Resûl-i Kibriya Efendimiz birlik ve beraberlik, bir İmam’a, bir Emîr’e biat ve itaat hususunda ne buyuruyor? “Zamanındaki Emîrü’l-mü’minîne biat etmeksizin ölen kimse sanki câhiliyet ölümüyle ölür.”

Zavallı gamsız, umursamaz, gafil Müslümanlar… Allah bize müjdeleyici ve uyarıcı bir Elçi göndermiş ve çok önemli haberler ulaştırmıştır. Bu dünyayı kendisi ve çoluk çocuğu için yalancı bir cennet yapmak için çırpınan, didinen zavallılar, siz ne kadar acınacak bir haldesiniz. Bu dünya cennet olur mu hiç…

Ziynetli ve şaşaalı meskenler, pahalı ve lüks mobilyalar, zemini granit kaplı mutfak ve banyolar, altın suyuna batırılmış musluklar, kapının önünde, garajda bekleyen pahalı ve gösterişli binitler; kışlıklar, yazlıklar, oburcasına tıkınılan sofralar, gardroplarda bir sürü fâhir elbise, buzdolaplarında kuş sütü müstesnâ her şey var… Bunlar Nemrud’un, Fir’avunun, Şeddad’ın, Neron’un müridleri midir, yoksa Muhammedü’l-Emin’in ümmeti mi? Allah’ın Resül’ünün müjdelerine niçin kulak vermiyoruz? O müjdelerin çoğu, ebedî kalacağımız âhiret hayatı ile ilgilidir.

Bu dünya tuzaklarla doludur. Bu dünyanın belâlarının, musibetlerinin, sıkıntılarının, güçlüklerinin, imtihanlarının ardı arkası gelmez. Bu dünyada dişini sıkacaksın, dikkat edecek ve tuzaklara düşmeyeceksin, imtihanları yüz akıyla vermek için sabr u sebat edeceksin.

Müslüman Allah-ü Teâlâ’ya iman eden, O’na ibadet eden kimsedir. Dini imanı para, mal, menfaat olan adam Müslüman değil, müşriktir.

Adam dinini satıyor ve karşılığında dünya malları ve serveti elde ediyor. O ne kötü bir tâcirdir.

Bu dini biz koymadık, onun hükümlerini biz vaz’ etmedik ki, onlardan tâviz verebilelim.

Bir sapık çıkmış ve Kur’ân’daki ve hadîsteki hükümler tarihîdir, bunlar eski zamanda geçerliydi, bugün geçerlilikleri yoktur şeklinde bâtıl teoriler üretmiş ve birtakım beyinsizler de bu adamı imam, rehber, önder kabul edip peşine düşmüşler. Bu yol onları Cennet’e mi, Cehenneme’ mi götürür?

Kur’ân’daki üç yüz küsur âyetin artık hükmü yokmuş… Yarın bir başkası çıkacak rakamı beş yüze çıkartacak, bir üçüncüsü bütün hükümleri geçersiz sayacak. Bu reformcuların, bu yenilikçilerin peşinden gidene akıllı denilir mi?

Adam kocaman bir ilahiyatçı olmuş, Arapça öğrenmiş, tefsir okumuş ve namaz kılmıyor. Zavallının biraz ilmi var ama hiç mi hiç irfanı yok. Bu adamın din hakkındaki görüşlerine itibar edilir mi?

Müslümanların saâdet ve selameti, itilâ ve necatı Kur’ân’a, Sünnete, ahkam-ı Şer’iyeye tâbi olmakla mümkündür… Müslümanlar bunları bırakacaklar, bin türlü günah, ihmal, teseyyüb, fısk, fücur bataklıklarına batacaklar ve sonra bir seçim yapılacak ve kurtulacaklar. Bu ne ucuz, ne kolay, ne bedava, ne aptalca bir kurtuluştur.

Beyimiz bir cemaate girmiş, o cemaatin başındaki zat kutubmuş, gavsmış, sahib-i zamanmış, şöyle büyükmüş, böyle yüceymiş ve bizimki o cemaate girivermekle ucuzca, kolayca kurtuluverecek, cenneti garantileyecekmiş… Oh ne a’lâ…

Aşere-i Mübeşşereden (Hayatlarında Cennetle müjdelenmiş on kişiden) biri, olan Hazret-i Osman’ın nasıl şehid edildiğini bilmiyor muyuz? Âsiler ve bağiler evini kuşattılar, Kur’ân okurken oruçlu olduğu halde onu kılıçla öldürdüler.

Resûl-i Kibriya Efendimizin gözünün nuru, sevgili torunu Hazret-i Hüseyin Kerbelâ sahrasında yetmiş yâranıyla birlikte susuz olduğu halde zâlimler tarafından şehid edildi ve başı kesildi.

Müslümanın dünya imtihanı kolay değildir. Hadîste “Belânın en şiddetlisi Peygamberlere, sonra derece derece…” buyuruluyor.

Dünya delileri, gözleri riyaset ve şöhret şehvetiyle dönmüş azgınlar, Altın Buzağı’ya tapanlar, Hasan Sabbah’ın yalancı cenneti gibi kendileri ve çocukları için sahte cennetler oluşturmaya uğraşanlar, güle oynaya hoplaya zıplaya ateşten gömlek giyenler, bozuk düzenlerde haram yemek câizdir şeytanî fetvasına dayanarak yüz milyonlarca dolar cehennem ateşi biriktirenler… Evet sizler, içi ateş dolu bir uçurumun kenarındasınız ve pek keyifli, pek umursamaz, pek gamsız koşup duruyorsunuz. Ayağınız kayınca göreceğiniz var.

Müslümanlar uyanık olun, şuurlu olun, âgâh olun, kalp gözünüzü açın! Bu dünya, siz isteseniz de zevk ü sefa yeri değildir. Sizin cehâlet mazeretiniz yoktur. Kelime-i Tevhidi ikrar ve tasdik etmişsiniz, Allah ile ahd ü misakınız, Peygambere biatınız vardır. Sorgu Sual Günü’nde ne cevap vereceksiniz? 25 Aralık 2002