Gayret ve Hamiyet Kalmadı!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cumartesi
Merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek, vurdumduymazları şöyle anlatırdı: “Kapının önündeki paspasın üzerinde adamın kızının ırzına geçiyorlar. Tecavüze uğrayan kız avaz avaz bağırıyor, babası olacak herifin umurunda değil, evin içinde keyfine bakıyor…”
Kızının yahut karısının ırzına geçilirken aldırmayan, umursamayan, tepki göstermeyen adama ne derler? Alçak derler, deyyus derler, rezil derler, bayağının aşağısı derler… Bir Müslümanın dini, imanı, mukaddesatı, Şeriatı; ailesinin, kızının, mahreminin şerefinden, iffetinden, namusundan daha önemli ve önde değil midir?
O halde soruyorum:
-İslâm saldırıya uğruyor,
-Kur’ân’a dil uzatılıyor,
-Mukaddesatımıza hakaret ediliyor,
-İmanımıza tecavüz ediliyor…Ve biz ilgilenmiyoruz, gereken savunmayı yapmıyoruz, tepki göstermiyoruz.
O halde biz nasıl Müslümanlarız? Vasıflı, uyanık, olgun, vazifesini bilen ve yapan, şuurlu, haysiyetli Müslümanlar mıyız; yoksa Müslüman müsveddeleri, Müslüman karikatürleri miyiz? Dikkat buyurunuz, “siz” demiyorum, “biz” diyorum…
Bir Müslümanın koruması, üzerine titremesi, uğrunda hertürlü fedakârlığı yapması gereken büyük ve temel değerler nelerdir? Dini, imanı, mukaddesatı değil midir? Biz bunları gereği gibi, yeterli şekilde savunuyor muyuz, koruyor muyuz? Bu savunma ve koruma konusunda, elimizdeki bütün imkânları, bütün enerjimizi, bütün fırsatları kullanıyor muyuz?
Kendinden memnun ve razı Hacı Çıtkırıldım Kuşkonmaz bey, dinimize yapılan saldırılar karşısında ancak kendi işitebileceği kadar cılız iniltiler çıkartıyormuş… Bu yeter mi? Herifin evinin kapısı önündeki paspasın üzerinde kızının ırzına geçiliyor, kız canhıraş feryatlar kopartıyor ve bizim Çıtkırıldım Kuşkonmaz bey facia karşısında hafif iniltiler çıkartıyor. Bu adama aferin mi demek gerekir, alçak mı demek?
Bu memlekette yüzde yüz olmasa bile hürriyet var… Yine yüzde yüz olmasa bile demokrasi var… Basın serbest…Bazı diktatörlük rejimlerinde yüksek sesle, hıçkırarak ağlamak yasaktır, bizde serbest… Kanunî formalitelere uymak şartıyla yürüyüş ve miting yapmak serbest… Peki biz Müslümanlar niçin bu imkânları kullanmıyoruz?
Kendi şahsî menfaatimiz oldu mu, gerektiğinde havalara çıkıyoruz, yanardağ kesiliyor ateş püskürtüyoruz… Dinimizi, imanımızı, mukaddesatımızı savunmaya, korumaya gelince sesimiz çıkmıyor.
Eyvah bize, efsus bize, yazık bize, vah bize!..
Bu memlekette, İslâm ülkelerinde Şeriat tahsil etmiş binlerce hoca var. Mısır’da, Şam’da, Arabistan’da, Pakistan’da okumuş binlerce hoca. Onlara hitap ediyorum: Yahu sizler var mısınız, yok musunuz? Bu memlekette onbinlerce ilâhiyat fakültesi mezunu hoca var. Peki, onlar neredeler? Bu memlekette yüzlerce dinî cemaat, vakıf, tarikat, grup, zümre bulunuyor. Onların kaçta kaçı Yüce İslâm dinini savunmak ve korumak için gerekeni yapıyor?
Misyonerler bu ülkede her yıl milyonlarca adet Türkçe propaganda kitabı, broşürü yayınlıyor, dağıtıyor. Müslümanlar acaba kaç adet İslâm’ı savunma, bâtılı red ve cerh broşürü ve kitabı çıkartıyor? İşimiz gücümüz zevzeklik, gevezelik, şifahî edebiyat. Bundan beş bin yıl önce eski Mısırlılar, Babilliler yazı yazıyorlardı. Biz maalesef yazılı kültür konusunda onların çok gerisindeyiz.
Şu soytarılara bakınız: Onların din-başları, onların din-beyleri, onların Hazretleri, Baronları çok büyükmüş. Müslümanlar onlara para vermeliymiş. Müslümanlar onları alkışlamalı, başlarına övgü çelenkleri koymalıymış. Onları tenkit eden terbiyesizmiş, hattâ küfre bile gidebilirmiş…
Onlara: Bu aşırılıkları ve sapıklıkları bırakamazsınız, başlarınıza Baronlarınız kadar taş düşsün!.. diyorum. Ya, İslâm saldırıya uğrarken, Misyonerler Türkiye’de yeni bir Haçlı seferi saldırısı yaparken Diyalog ve Hoşgörü edebiyatı içinde papazlarla, hahamlarla öpüşüp koklaşanlara ne demeli?
İslâm şehrinin surları yıkılmış, düşman şarın içine girmiş, camilere saldırmaya başlamış, din ve iman tehlikeye girmiş ve bizim Çıtkırıldımlar, Kuşkonmazlar helva sohbetleri yapıyor. Ramazanlarda iftardan iftara koşuşturanlar, başka zamanlarda ziyafetten ziyafete, çay sohbetinden çay sohbetine seğirtenler dine yapılan saldırılara cevap bile vermiyor.
Ehl-i dünya dünyada, ehl-i ukba ukbada, her biri bir sevdada. Dinî bir makam bir tefsir çıkartmış, bir sürü vahim hatâ ile doluymuş. Muhterem bir Hocaefendi ile görüştüm. “Bu tefsirin dağıtımı durdurulmalı, satılan nüshalar geri toplanmalı ve yapılan hatâ itiraf edilmelidir…” dedi.
Din iman elden gidiyor, ülke korkunç ve vahşi bir Haçlı saldırısına maruz kalmış ve bizim ucuz Müslümanlar nelerle uğraşıyor:
-Cemaate para toplamak, daha fazla, en fazla para toplamak…
-Bizim Hazretimiz veya Baronumuz çok büyüktür edebiyatı yapmak…
-Şu veya bu cemaat veya zümre propagandası yapmak; rakiplerini kötülemek, çekiştirmek…
Ey ilim okumuşlar! Sizlere hitap ediyorum:
-Sorumluluğunuz, vebaliniz büyüktür. Siz Allah’ın dinini, siz Allah’ın Kitabı’nı, siz Resûl’ün Sünnetini, siz ahkam-ı şer’iyeyi, siz halkın imanını korumakla vazifeli ve yükümlüsünüz.
Bu vazifelerinizi hakkıyla yapmıyorsunuz… Bu devirde İslâm’ı korumak, savunmak vazifesi öncelikle yazılı olarak yapılmalıdır. Siz bunu hakkıyla, gereği gibi, yeteri kadar yapmıyorsunuz.
Bazı geceler bir evde toplanıp çay içerken bir ara vah vah, tüh tüh, eyvah demekle iş bitmez.
Eski alimler, matbaanın bulunmadığı, kağıdın çok pahalı olduğu devirlerde geceleri kandil ışığında göz nuru dökerek ne güzel, ne tesirli eserler yazmışlar, bize bırakmışlar. Bugün zenginlik var, bolluk var, bilgisayar var, modern ve mükemmel matbaalar var, kütüphaneler var, internet ile kolayca bilgi edinmek var. Bunlar var ama aşk yok, şevk yok, gayret yok, azim yok… Hepimiz sorumluyuz, hepimiz suçluyuz… 20 Mart 2005