Simavi âilesiyle kırk yıl çalışmış bir gazeteci olan ve uzun yıllar Hürriyet’in yazı işleri müdürlüğünü yapan

Necati Zincirkıran

‘ın 1994’te

“Hürriyet ve Simavi İmparatorluğu”

adıyla bir kitabı (Sabah gazetesi yazı dizileri, İst. 173 sayfa, resimli) çıktı. Kitabın başında

Cüneyt Arcayürek

Zincirkıran’ı şöyle öğüyor: “…mezhep ayrılıklarını körüklediği bilinen bir Diyanet Başkanı’nı Necati Zincirkıran, ‘Atatürkçüler Neredesiniz?’ başlığı altında benim yorumsal yazımı-haber gibi kullanarak manşette vermiş, o gün o başkan gitmiş, yerine yenisi getirilmişti.”

Bir gazeteci

Diyanet Başkanı aleyhinde bir fıkra yazıyor, başka bir gazeteci o fıkrayı esas alarak manşetten bir haber patlatıyor

ve aynı gün Diyanet Başkanı vazifesinden alınıyor, yerine başkası tâyin ediliyor. İşte lâik, demokrat, insan haklarına hürmetkâr olduğu iddia edilen bir sistemin,

ülkede yaşayan ezici Müslüman çoğunluğun din işlerine bakan zata yaptığı muamele

budur.

Ankara’daki zatlar

Fener Patriğine, Ermeni Patriğine, Yahudilerin Hahambaşına, Süryanilerin ruhanî reisine aynı muameleyi yapabilirler mi?

Asla yapamazlar. Çünkü, Türkiye’de Müslümanların dışındaki dinî cemaatlerin başkanları

Lozan andlaşması ile uluslararası garanti altına alınmıştır,

onların kılına kimse dokunamaz. Müslüman çoğunluk böyle bir garantiden mahrumdur.

Bir gazete manşetiyle vazifesinden atılan Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili ayıbın büyüğü gazeteciye değil, onların tesiri altında kalıp da koskoca bir Diyanet Başkanı’nı makamından atan politikacılara aittir.

Dünyanın en güçlü devleti olan

ABD’de, acaba başkan Katolik, Protestan, Musevî, Budist cemaatlerin ruhanî reislerine bir şey yapabilir mi?

Hele bir yapmaya kalksın, bütün ABD halkını ve kamuoyunu karşısında bulur. Bırakın bilinen ve tanınmış dinlerin reislerine, hattâ nevzuhur, uyduruk, istismarcı sektlerin başlarına bile orada bir şey yapılamaz. Çünkü

ABD’nin siyasî sistemi hukukun üstünlüğü üzerine oturmuştur; orada din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti vardır.

Bu hürriyet herşeyin üzerinde tutulmaktadır. Bu yüzdendir ki, şu anda ülkenin kolej ve üniversitelerinde okumakta olan onbinlerce Müslüman kız öğrenci, dinlerinin ve Şeriatlarının gereği olarak

başları örtülü şekilde okullara ve fakültelere gidip gelebilmektedir.

Türkiye’yi mahveden, geri bırakan, krizler içinde bocalatan fenalıkların en büyüğü; bir zihniyetin, bir ideolojinin, bir zümrenin, egemen bir azınlığın İslâm dinini ve Müslümanları düşman gibi görerek onlarla mücadele edip durmasıdır. Laiklik maiklik diyorlar, yalan söylüyorlar. Bizde laiklik yoktur, din düşmanlığı, dine baskı,

“Devlet dini” sistemi

vardır.

Necati Zincirkıran

, adını yukarıda verdiğim kitabının başına,

Refik Erduran’ın beş satırlık bir yorumunu koymuş.

Erduran da şöyle demiş: “Bugünkü medya yapımızın mimarlarından Zincirkıran’ın anıları iki önemli sorunun yanıtlarını içeriyor: 1. Basınımızın devleri nasıl doğup gelişti? 2. Başlangıçtan beri o devlerin genlerinde hangi terslikler vardı ki, şimdi kamuoyumuzu çarpıtmakta olan ucubelere dönüştüler? Günümüzün hasta Türkiye’sine doğru teşhis koymak isteyen herkesin dikkatle okuması gereken bir kitap.”

Erduran basınımızın devlerini «ucubelere» benzetiyor. Haklıdır.

Bu ucubeler islah edilmedikçe, yola getirilmedikçe Türkiye’nin belâlardan kurtulacağı yoktur.

Çin’le İlgili Bir Dergi

348 sayfalı ilmî araştırma dergisinin ismi

“Revue Bibliographique de Sinologie”,

yâni

“Çin Tedkikleri Bibliyografik Dergisi”.

Bendeki nüsha 1989’da yayınlanmış. Yayıncısı Paris’teki

“Sosyal İlimlerde Yüksek Araştırmalar Okulu”.

Ayrıca,

“İlmî Araştırma Millî Merkezi”

(CNRS)

ile

“Fransız Uzak-Doğu Okulu”

bu ilmî derginin hazırlanıp yayınlanmasına yardımcı olmuşlar. 1989’a kadar yirmi iki sayı çıkmış.

Fransa’da Çin ile ilgili bu bibliyografya dergisinden başka Çin’in tarihini, kültürünü, antropolojisini, lisanını, geleneklerini, sanatlarını inceleyen ilmî dergiler de yayınlanıyor.

Bendeki derginin içinde Çin ile ilgili 572 kitap tanıtılıyor.

Latin harfleriyle birlikte Çin yazısı da kullanılmış.

Başta Fransa olmak üzere ileri Batı ülkelerini üstün kılan işte bu ilmî araştırmalardır.

Fransa’da böyle yüzlerce araştırma dergisi, yüzlerce enstitü, vakıf, dernek, okul tarafından yayınlanmaktadır.

Dünya üzerinde araştırılacak hangi konu varsa ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde onu araştıran ilmî kuruluşlar ve uzmanlar bulunmaktadır.

Bize gelince. Biz maalesef dünya birincisi olmamız gereken Türkoloji araştırmaları sahasında bile nal toplamaktayız. Bir rivayete göre kırk lisan bilen

Profesör Georges Dumézil 50’li 60’lı yıllarda ülkemize gelmiş, Ubikçe bilen dört kişiyi bulmuş, onların ağzından Ubikçe hikayeler dinlemiş, bunları zabtetmiş, uzun zahmet ve araştırmalardan sonra Paris’te Ubikçe sözlüğü yazıp yayınlamıştı.

Ubikçe ne midir?

Kafkasya dillerinden, şu anda konuşanı birkaç kişi kalmış bir lisandır.

Biz Türkler, Çin ile anayurdumuzda iken yakın alakalarımız bulunmuş olmasına rağmen şu anda sinoloji

(Çin araştırmaları)

konusunda son derece geriyiz, hattâ sıfır durumundayız. Böyle mi olmalıydı? Hayır, bizim şimdiye kadar üniversitelerimizde güçlü sinoloji kürsü ve enstitüleri kurmuş, dünya çapında sinologlar yetiştirmiş, Çinlileri bile hayran bırakacak derin araştırmalar yapmış olmamız, yeteri sayıda güçlü ve üstün Çin kültürü, lisanı, tarihi, sanatı uzmanları yetiştirmiş olmamız gerekirdi.

Medeniyet asfalt yollar, otobüsler, uçaklar, televizyonlar, buzdolapları, elektrikli ev âletleri değildir.

Medeniyet ilimdir, irfandır, sanattır. Kültürün dört esası vardır: Merak, ilgi, dikkat, hâfıza. Bunlar yoksa altın kaplı otomobillerde, sesten hızlı giden uçaklarda seyahat etse bile kişi yine adam olamaz.

Bırakın başkalarını, biz kendimizi bile bilmiyoruz. Dört başı mâmur yirmi otuz ciltlik bir Türkiye Tarihi yazılmış mıdır? Ülkemizi teferruatlı şekilde inceleyip anlatan geniş bir coğrafya külliyatına sahip miyiz? Maalesef biz kendi ülkemiz, kendi halkımız, kendi tarihimiz hususunda da yaya kalmışızdır.

Peki bu hale nasıl düştük?

Bunca üniversiteye rağmen bizde niçin çağdaş dünya seviyesinde ilmî araştırma yapılamıyor?

Bu sorunun cevabını bu ülkeyi idare edenler, pabucu büyükler, aydınlar, seçkinler versin.

Müslümanlara gelince: Onlar, karşıtlarına söğüp saymakla, bütün kabahati dinsizlerin üzerine atmakla kendilerini temize çıkartamazlar. Cami helâları, takunyalar, üç şerefeli uzun minareler, şadırvanlar, imamevleri, ışıldaklar, fırıldaklar, zırıldaklar ile uğraşacaklarına ilimle, irfanla, kültürle, sanatla, araştırma ile meşgul olsalardı bugünkü zilletin, meskenetin, zebunluğun, esâretin pençesine düşmeyeceklerdi. 04 Kasım 1998 Çarşamba