Gazeteci ve Diyanet Başkanı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Simavi âilesiyle kırk yıl çalışmış bir gazeteci olan ve uzun yıllar Hürriyet’in yazı işleri müdürlüğünü yapan
‘ın 1994’te
adıyla bir kitabı (Sabah gazetesi yazı dizileri, İst. 173 sayfa, resimli) çıktı. Kitabın başında
Zincirkıran’ı şöyle öğüyor: “…mezhep ayrılıklarını körüklediği bilinen bir Diyanet Başkanı’nı Necati Zincirkıran, ‘Atatürkçüler Neredesiniz?’ başlığı altında benim yorumsal yazımı-haber gibi kullanarak manşette vermiş, o gün o başkan gitmiş, yerine yenisi getirilmişti.”
Bir gazeteci
ve aynı gün Diyanet Başkanı vazifesinden alınıyor, yerine başkası tâyin ediliyor. İşte lâik, demokrat, insan haklarına hürmetkâr olduğu iddia edilen bir sistemin,
budur.
Ankara’daki zatlar
Asla yapamazlar. Çünkü, Türkiye’de Müslümanların dışındaki dinî cemaatlerin başkanları
onların kılına kimse dokunamaz. Müslüman çoğunluk böyle bir garantiden mahrumdur.
Bir gazete manşetiyle vazifesinden atılan Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili ayıbın büyüğü gazeteciye değil, onların tesiri altında kalıp da koskoca bir Diyanet Başkanı’nı makamından atan politikacılara aittir.
Dünyanın en güçlü devleti olan
Hele bir yapmaya kalksın, bütün ABD halkını ve kamuoyunu karşısında bulur. Bırakın bilinen ve tanınmış dinlerin reislerine, hattâ nevzuhur, uyduruk, istismarcı sektlerin başlarına bile orada bir şey yapılamaz. Çünkü
Bu hürriyet herşeyin üzerinde tutulmaktadır. Bu yüzdendir ki, şu anda ülkenin kolej ve üniversitelerinde okumakta olan onbinlerce Müslüman kız öğrenci, dinlerinin ve Şeriatlarının gereği olarak
Türkiye’yi mahveden, geri bırakan, krizler içinde bocalatan fenalıkların en büyüğü; bir zihniyetin, bir ideolojinin, bir zümrenin, egemen bir azınlığın İslâm dinini ve Müslümanları düşman gibi görerek onlarla mücadele edip durmasıdır. Laiklik maiklik diyorlar, yalan söylüyorlar. Bizde laiklik yoktur, din düşmanlığı, dine baskı,
vardır.
, adını yukarıda verdiğim kitabının başına,
Erduran da şöyle demiş: “Bugünkü medya yapımızın mimarlarından Zincirkıran’ın anıları iki önemli sorunun yanıtlarını içeriyor: 1. Basınımızın devleri nasıl doğup gelişti? 2. Başlangıçtan beri o devlerin genlerinde hangi terslikler vardı ki, şimdi kamuoyumuzu çarpıtmakta olan ucubelere dönüştüler? Günümüzün hasta Türkiye’sine doğru teşhis koymak isteyen herkesin dikkatle okuması gereken bir kitap.”
Bu ucubeler islah edilmedikçe, yola getirilmedikçe Türkiye’nin belâlardan kurtulacağı yoktur.
348 sayfalı ilmî araştırma dergisinin ismi
yâni
Bendeki nüsha 1989’da yayınlanmış. Yayıncısı Paris’teki
Ayrıca,
ile
bu ilmî derginin hazırlanıp yayınlanmasına yardımcı olmuşlar. 1989’a kadar yirmi iki sayı çıkmış.
Fransa’da Çin ile ilgili bu bibliyografya dergisinden başka Çin’in tarihini, kültürünü, antropolojisini, lisanını, geleneklerini, sanatlarını inceleyen ilmî dergiler de yayınlanıyor.
Latin harfleriyle birlikte Çin yazısı da kullanılmış.
Fransa’da böyle yüzlerce araştırma dergisi, yüzlerce enstitü, vakıf, dernek, okul tarafından yayınlanmaktadır.
Bize gelince. Biz maalesef dünya birincisi olmamız gereken Türkoloji araştırmaları sahasında bile nal toplamaktayız. Bir rivayete göre kırk lisan bilen
Kafkasya dillerinden, şu anda konuşanı birkaç kişi kalmış bir lisandır.
Biz Türkler, Çin ile anayurdumuzda iken yakın alakalarımız bulunmuş olmasına rağmen şu anda sinoloji
konusunda son derece geriyiz, hattâ sıfır durumundayız. Böyle mi olmalıydı? Hayır, bizim şimdiye kadar üniversitelerimizde güçlü sinoloji kürsü ve enstitüleri kurmuş, dünya çapında sinologlar yetiştirmiş, Çinlileri bile hayran bırakacak derin araştırmalar yapmış olmamız, yeteri sayıda güçlü ve üstün Çin kültürü, lisanı, tarihi, sanatı uzmanları yetiştirmiş olmamız gerekirdi.
Medeniyet ilimdir, irfandır, sanattır. Kültürün dört esası vardır: Merak, ilgi, dikkat, hâfıza. Bunlar yoksa altın kaplı otomobillerde, sesten hızlı giden uçaklarda seyahat etse bile kişi yine adam olamaz.
Bırakın başkalarını, biz kendimizi bile bilmiyoruz. Dört başı mâmur yirmi otuz ciltlik bir Türkiye Tarihi yazılmış mıdır? Ülkemizi teferruatlı şekilde inceleyip anlatan geniş bir coğrafya külliyatına sahip miyiz? Maalesef biz kendi ülkemiz, kendi halkımız, kendi tarihimiz hususunda da yaya kalmışızdır.
Peki bu hale nasıl düştük?
Bu sorunun cevabını bu ülkeyi idare edenler, pabucu büyükler, aydınlar, seçkinler versin.
Müslümanlara gelince: Onlar, karşıtlarına söğüp saymakla, bütün kabahati dinsizlerin üzerine atmakla kendilerini temize çıkartamazlar. Cami helâları, takunyalar, üç şerefeli uzun minareler, şadırvanlar, imamevleri, ışıldaklar, fırıldaklar, zırıldaklar ile uğraşacaklarına ilimle, irfanla, kültürle, sanatla, araştırma ile meşgul olsalardı bugünkü zilletin, meskenetin, zebunluğun, esâretin pençesine düşmeyeceklerdi. 04 Kasım 1998 Çarşamba