Gazeteciler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Eski gazetecilerden Asaf Borsacı’nın şu satırlarını ibretle okudum: “Evet, tam otuz yedi seneden beri bu piyasadayız. On yedi yaşımdan beri bu köhne yokuşun (Babıâlinin) kaldırımlarını çiğneyip duruyorum ve kimbilir ne kadar zaman daha çiğneyip duracağım… Netice?.. Netice mi dediniz, bunu sormak ayıp… Netice aç kalmak, perişan olmak ve bin türlü elemler, kederler, mahrumiyetler, ıstıraplar içinde can vermek… Avan Zâde Mehmet Süleyman’ı tanıyanlarınız ve tanımayanlarınız elbette pek çoktur. Gazetelerin, mecmuaların hemen hepsinde muharrirlik etmiş, edebî yazılar yazmış, ciltlerle kitap neşretmiş bir arkadaşımızdı; gözlerini şu âleme kaparken galiba kursağında bir lokmacık ekmek yoktu… Şimdi bu satırları yazarken Abdullah Zühtü de gözlerimin önüne geldi. Senelerce arkadaşlık ettiğimiz, senelerce seviştiğimiz bu aziz arkadaş da aşağı yukarı mahrumiyet içinde can verdi gitti.” (Münir Süleyman Çapanoğulu’nun “Basın Tarihine Ait Bilgiler ve Hatıralar” adlı kitabı, s. 156, İst. 1962)
Evet eski gazetecilerin, yazarların çoğu geçim sıkıntısı içinde çalışır, yaşarmış. Nicesi sefalet içinde ölmüştür. Şimdi tam tersine. Basın sektörü bir kısım gazeteciler ve yazarlar için pek kârlı, pek yağlı ballı bir iş sahasıdır.
Bir televizyon yorumcusu ve programcısı Boğaz’da trilyonlarca liraya yalı yaptırtmış. Başka biri yine Boğaz’da beş milyon dolara yalı almış. Meşhur, kodaman gazeteciler, köşeyazarları milyonlarca dolara transfer ediliyor. Ayda on bin, yirmi bin, otuz bin ve hattâ daha fazla alan basın mensupları var.
Peki bunca refaha, gelire, teknik ilerlemeye göre basınımızın kültürel ve ahlâkî seviyesi de bu nisbette yükseldi mi? Ne gezer. Yükselmesinden geçtim çok alçaldı.
Bir kere basınımızın ve televizyonların Türkçesi çok bozuldu. Her gün binlerce yanlış yapılıyor. Peyami Safa, Refi’ Cevad Ulunay gibi malumatlı, kalemi kuvvetli kaç kişi var şimdi? Korkarım hiç yok.
Eskiden gazeteler dört sayfa çıkarmış. Demokrat Parti zamanında Bakanlar Kurulu kararı ile gazeteler altı sayfadan fazla sayfalı olamıyordu. Vakti olanlar kütüphanelere gidip o zamanın gazetelerine baksınlar, altı sayfaya neler sığdırılmış. Başmakale, değerli fıkralar, röportajlar, makaleler, tefrikalar… İlanlar, spor dahil sadece altı sayfa. Lakin kalite vardı. Şimdi bazı günler, ilaveleriyle birlikte yüz sayfa basılan büyük gazetelere bakınız, kâğıt yükünden ibarettirler.
İngiltere’de gazeteler iki sınıfa ayrılır: Bir kısmı çok tiraj yapan bulvar gazeteleridir, sansasyon peşinde koşarlar. Onlara mukabil, sadece İngiltere’nin değil, dünyanın en ciddî gazetesi olan The Times başta olmak üzere birkaç ciddi gazeteleri bulunmaktadır. Böylece kalitesizliği, bayağılığı telafi etmiş, dengelemiş olurlar. Bizde The Times, Lé Monde gibi ciddî gazete var mı?
Bizde büyük basının en büyük açığı din konusundadır. Birinci ligte yer alan nice gazetemiz vardır ki, militanca ve ölçüsüzce din düşmanlığı yapmakta, dindarlara saldırıp durmaktadır. Ondokuzuncu asırdaki dinsiz, pozitivist, antiklerikal Fransız gazetelerine benziyorlar. Yahu şimdi iki binli yıllardayız, dünya değişmiştir, temel insan hak ve hürriyetlerinin birincisi din, inanç, inandığı gibi yaşamak hakkıdır. ABD dünyanın en zengin, medenî, güçlü, ileri ülkesidir, orada bizdeki gibi gazeteler, televizyonlar dinsizlik, din düşmanlığı yapıyor mu? Tam aksine, bütün dinlere hürmet ediyorlar, paralarının ve pullarının üzerine de “Biz Allah’a güveniyoruz” diye yazmışlardır.
Peki büyük basının zenginliği, bol geliri nereden geliyor? Satış ve ilan gelirlerinden mi? Hayır, basınımız kartelleşmiştir, iki büyük patronun sayısız şirketleri, holdingleri, bankaları vardır.
Türkiye’de on bin Farmason vardır. Müslümanların sayısı ise milyonlarcadır. Büyük gazetelerimizdeki mason sayısı, dindar sayısından çoktur. Bu da vahim bir nisbetsizlik ve dengesizlik değil midir?
Öyle güçlü gazeteler vardır ki, kadrolarında beş vakit namaz kılan tek büyük gazeteci ve idareci yoktur.
Türkiye buhranlar içinde yüzen bir ülke. Basınımız da buhran içinde. Basın birinci güç olduğuna göre o islah edilmezse ülkenin, milletin, devletin işleri de düzelmeyecektir.
Türkiye’de mutlaka The Times veya Lé Monde gibi bir gazete çıkarılmalıdır. Bu gazete sadece siyah beyaz basılacak, başlığı bile renkli olmayacaktır. Bu gazete şu veya bu sektörün, grubun, ideolojinin gazetesi olmayacak, bütün çeşitliliği ve farklılıklarıyla Türkiye’nin gazetesi olacaktır. Bu gazete resmî ideolojinin, gizli ve esrarlı derin devletin borusunu öttürmeyecek; millî kimliğe ve tarihî devamlılığa hizmet edecektir.
Müslümanların en büyük hatası, dinî gazeteler çıkartmalarıdır. Dindaşlar, kardeşler, ihvan, bizimkiler için çıkartılan bir gazete elbette bütün Türkiye’nin gazetesi olamaz.
Ciddî ve kaliteli gazeteyi çıkartan kişiler Müslüman olabilir, lakin gazete herkesin gazetesi olacaktır. Böyle bir şey mümkün müdür? Tabiî mümkündür ama çok zordur. Büyük kültür, engin ufuk, vasıf, üstünlük, uzmanlık, birikim, tecrübe ister. Böyle bir gazete hiçbir zümreyi dışlamaz, gerektiğinde kimsenin gözünün yaşına bakmaz, tenkit eder, uyarır. Sadece tenkitleri yıkıcı olmaz.
Bazı Müslüman gazeteler islâmî kesimin gazeteleri bile olamıyor. Filanca cemaatin, filanca şahsın, filanca hazretin gazetesi.
İkinci dünya harbi patladığında The Times, bunun haberini içeride, dış hadiseler sayfasında üç sütuna vermiş. Gazete dediğin böyle olmalı.
Bizim sözde ciddî bir gazetemiz bundan yıllarca önce “Bir Müftü Keçi Çaldı” diye bir başlık atmıştı. Doğrusu şuymuş: Müftünün keçisi çalınmış… Böyle gazetecilikten bu ülkeye, bu millete ne hayır gelir?
Velhasıl bizim İslâm düşmanı basınımızın da, Müslüman basınımızın da islah edilmeye ihtiyacı vardır. Türkiye’de iki güç çarpışıyor. Laikler ve İslâmcılar. Laiklik ve İslâm demedim, dikkat buyurulsun. Laikler medeniyetin, laikliğin, demokrasinin, çağdaş dünyanın çok gerisinde kalmışlardır. 1930’lu yıllarda yaşıyorlar. İslâmcılar da iki şeyin çok gerisindedir: İslâm’ın ve çağdaş kültürün. Her iki kesimin medya işleri de kendilerine benziyor. 01 Temmuz 2000