Pazartesiİki kişiydiler, onlarla gece evime giderken Sultanahmet Camii civarında karşılaştım. Biri memurmuş, ötekisi serbest ticaret yapıyormuş. Ayak üstü konuşurken,

“Durumu nasıl görüyorsunuz?”

diye sordular.

“Parlak görmüyorum”

cevabını alınca içlerinden biri

“biz genciz, ümidimizi kırıyorsunuz…”

dedi.

Bir Müslüman Allah’tan ümidini hiç kesmez. Ancak dünya hadiseleri hususunda realist olmak gerekir. Şiddetli kış esnasında “

Birkaç gün içinde ortalık günlük güneşlik olacak, hava ısınacak, çiçekler açacak, meyveler olgunlaşacak…”

şeklinde ümitlenmek ahmaklık olur.

Biz şimdi siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî bir kış yaşıyoruz. Hem de dehşetli bir kış. Bu kışın uzun süreceği anlaşılıyor. Hattâ daha şiddetlenmesinden, kasıp kavurmasından korkuluyor.

Fransız ve Türk ilim adamları, Marmara denizinde bir yıldan beri yaptıkları zelzele araştırmalarını bitirdiler. Ortaya çıkan netice ürkütücü: Çınarcık tarafından başlayıp, Adalar’ın yakınından geçerek Yeşilköy sahillerine ulaşan tek bir fay varmış ve bu fay bir defada kırılırsa 8 şiddetinde, iki parçaya ayrılarak kırılırsa 7 şiddetinde zelzele olabilirmiş. 1999 büyük zelzelesinden beri İstanbul’da yer deprenmesi bekleniyor. Allah şehrimizi, ülkemizi, devletimizi, milletimizi böyle bir felaketten korusun. Türkiye büyük ve şiddetli bir İstanbul depreminin sarsıntısını kaldıramaz; dehşetli facialar, çöküntüler, yıkılışlar olur.

Bundan birkaç ay önce Aksaray’da, metro tüneli kazılırken yer göçtü ve bir pansiyon binası yıkıldıydı. Enkaz uzun müddet kaldırılamadı. Zavallı Romanyalı ana kızın cesetleri bir buçuk ay sonra çıkartılabildiydi. Büyük bir zelzelede binlerce ev yıkılır, binlerce kişi ölür veya enkaz altında sağ kalırsa ne yapacağız?

Biz bahsetsek de bahsetmesek de, gündemimize koysak da koymasak da, zelzele tehdidi İstanbul üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor.

Gelelim savaş ihtimallerine: Amerikalılar Afganistan’dan sonra Irak’a saldırabilirler. Komşumuzun kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması Türkiye için bir felaket olur. Böyle bir devlet bizim için bir savaş sebebidir. Ortadoğu’da patlayacak bir savaşta, Türkiye ne kadar dikkatli ve çekingen davranırsa davransın, ateşin kendisine sıçramasını engelleyebilir mi?

Ülkemizde çok kötü bir yönetim sistemi var. Bazıları bunu bütün İslâm âlemi ve Üçüncü Dünya için en güzel örnek ve model olarak görüyor ve gösteriyor. Bu sistemin değişmesi, değiştirilmesi mümkün müdür? Sistemciler, statükocular, esaslı bir değişiklik yapmamak hususunda çok azimli ve kararlı. Sistemin temel prensiplerinden en ufak bir tâviz vermeyi bile kabul etmiyorlar. Memleket siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel büyük krizler içinde sarsılıyor; bazı Amerikalılar ve Avrupalılar ise “Tebrike şayansınız. İslâm dünyası içinde en uygar sizsiniz. Bütün Müslüman ülkeler sizin gibi olmalı…” edebiyatını ve telkinini yapıyor. İçimizdeki Amerikancılar da, sevinç içinde “Biz neymişiz… İslâm dünyasına ve Üçüncü Dünyaya örnek ve modelmişiz…” diye yaygara kopartıyorlar. Şu halimizle örnek ve model olacak neyimiz var?

Ülkenin borçları, değil ana parayı, faizlerini bile ödeyemeyeceğimiz miktardadır. Birkaç yıldır kriz, her geçen gün daha şiddetlenerek, artarak devam ediyor. Bir uyanma, bir toparlanma görülmüyor. Hırsızlık, yolsuzluk, hortumlama, talan devam ediyor.

Soyguncuların binde biri bile yakalanmadı. Yakalananların da, kimi affa uğrayarak, kimi zamanaşımından yararlanarak yakayı sıyırıyor.

Bazılarını hapisten kurtarmak için özel kanunlar ve nizamlar düşünülüyor.

Lakin bunca karanlık tablo içinde ümit veren gelişmeler de var. Sabataycılardan, yani Yahudi-Türklerden önemli, ünlü, kodaman, kocaman, iri bir şahsiyet aylardan beri cezaevindedir. Dindaşları, yoldaşları, kardeşleri, onu kurtarmak için uğraşıyor, didiniyor, çırpınıyor ama bir türlü çıkartamıyorlar. Bir tabu yıkılmış, bir efsane son bulmuştur. Demek ki, Türkiye’de bir Sabataycı da yakalanabilmekte, hapse konulmakta ve tutulabilmektedir.

Ben bütün mü’minleri ve Müslümanları kardeş bilen bir kimseyim. Kültür, tahsil, sosyal seviye bakımından en aşağı derecelerde olanları bile kardeşimdir, başımın tacıdır. İnsanları tahsilsiz oldukları, tabanda bulundukları için hor görmek kişiye ayıp olarak yeter. Lakin madalyonun arka tarafı da var. İlkokul diplomalı, kültürsüz nice Müslüman din ve siyaset işlerinde sanki ordinaryüs profesörmüş gibi konuşuyor, ahkam kesiyor. Onların fikirlerine uymayan, görüşlerine ters düşen bir şey söylenince fena halde kızıyor ve üzülüyorlar, şiddetli tepki gösteriyorlar.

Ehliyeti ve kültürü olmayan cahillerin din ve devlet işlerine burunlarını sokmaları büyük bir felakettir. Maalesef Müslüman kesim bu felaketi yaşıyor.

Futbol kulübü tutar gibi hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik, tarikatçılık yapmakla bir yere varılmaz. Müslümanları bölmek, parçalamak, dindar kütlelerin enerjilerini boşa harcatmak isteyen zümreler satrancı iyi oynuyor. Neler yapıyorlar?

1. Böl, parçala, hükmet prensibini uyguluyorlar.

2. Müslümanların içine sürüyle casus, ajan, provokatör yerleştiriyorlar.

3. Müslümanları, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller, ütopyalar, saçma sapan nazariyeler peşinde koşturuyor; onların enerjilerini, paralarını, ümitlerini, vakitlerini, potansiyellerini bataklıklarda ziyan ettiriyorlar.

4. İslâmî hareketi, İslâmcılığı manipüle ediyorlar; birtakım işe yaramaz adamların dindar kütlelerin başına geçmesini sağlıyorlar.

Arşimed “Bana uygun bir istinat noktası ile yine uygun bir manivela veriniz, dünyayı yerinden oynatırım” demiş. İstinat noktası ve manivela olmadan bir şey yapılamaz. Yıllardan beri bazılarımız olmayacak dualara âmin deyip duruyor. Otuz sene boyunca milyonlarca Müslümanı “Ayasofya açılsın, başörtüsü serbest bırakılsın” sloganlarıyla afyonlayıp uyuttuk. O hale geldik ki, şimdi bunları bile söylemiyoruz.

Kurtuluş ne zaman? Bu kafa, bu zihniyet, bu metodla çıkmaz ayın son çarşambasında… 04 Aralık 2001