Cuma

 

Bundan 10-15 yıl önce, sayın Rahşan Ecevit’in

“Din Elden Gidiyor…Yahudiler Toprak Alıyor…”

şeklinde feryat edeceğini söyleselerdi kesinlikle inanmaz, böyle bir şeyi tahmin etmezdim. Lakin

bazen realiteler hayallerin ulaşamayacağı noktalara varıyor.

Biz filmi uzaktan seyretmiyoruz, bizzat içinde yaşıyoruz; bu yüzden de en vahim olaylara bile alışmış, kanıksamış vaziyetteyiz.

Bazı hafif akıllılar

“Ülkemizin geleceği çok parlaktır, dörtnala nurlu ufuklara koşuyoruz, istikbal bizimdir, manzara pespembedir…”

mealinde fikirler ve görüşler izhar ediyorlar. Keşke böyle olsa. Bunlara katılmam mümkün değildir. Tarih okuyan, az çok tarih bilen, bilhassa

İbn Haldun’un tezlerini

az buçuk öğrenmiş olan bir kimsenin bugünkü Türkiye’nin yapısının sağlıklı olduğunu iddia etmesi mümkün olmaz. Birkaç çivi değil, bizdeki bütün çiviler yerinden oynamıştır. Hangi birini sayayım?

(1)

30’lu, 40’lı, 50’li yıllarda milyonlarca vatandaş Osmanlıca biliyordu,

Arap harfleriyle Türkçe okuyup yazabiliyordu. O nesiller rahmet-i Rahman’a kavuştular ve şimdi okur-yazarlık bakımından korkunç bir karanlığa gömüldük.

Artık Türkiyelilerin 1000’de 1’i bile 1928’den önce yazılmış, basılmış kitapları, arşiv vesikalarını, kitabeleri okuyamıyor.

Okumasını öğrense bile, lisan tahrib edildiği,

arı duru kuru sade bir Türkçe uydurulduğu için 70-80 senelik Türkçe metinleri anlayamıyor.

Kültür bakımından, eğitim bakımından böyle korkunç bir kopukluğun bir arızanın hüküm sürdüğü bir ülke ve toplum için dengeli ve sağlıklı diyebilir miyiz?

(2) Millî kimliğimiz büyük su-i kastlara, sabotajlara uğramış, müthiş darbe ve sadmelerle sarsılmıştır. Millî kimliğini ve kültürünü yitiren bir toplum, aliéné olur, yabancılaşır.

(3) Bir milleti, bir toplumu ayakta tutan, ilerleten, medenîleşmesine vasıta olan unsurların birincisi yazılı lisan ise, ikincisi mimarlık ve şehirciliktir.

Bizde mimarlık da lisan gibi bozulmuş, yozlaştırılmış dejenere edilmiştir.

İstanbul’da atalarımızın yaptırıp bize miras bıraktıkları camiler, medreseler, taş mektepler, türbeler olmasa, bugünkü betonlaşmış şekliyle bu beldeye Türk şehri diyebilir miyiz?

Yakın tarihimizde millî mimarlık üslubumuza niçin boykot tatbik edilmiştir?

Niçin Türk evleri, Türk binaları, Türk okulları inşa edilmemiştir?

(4) Ülkemiz erozyonla verimli topraklarını, dehşet verici bir hızla yitirirken; kültür ve zihniyet bakımından da korkunç bir erozyona maruz kalmıştır. Şehir ve medeniyet kültürü yitirilmiş, onun yerine kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra, ilkel zihniyet kültürü hâkim olmuştur. 1929’da nüfusu 1 milyonun altında olan İstanbul’da günlük 5 adet Fransızca gazete yayınlanıyormuş.Zamanımızda Fransızca’nın yerini İngilizce aldı. Şu 15 milyonluk İstanbul’da niçin, okunan 5 İngilizce gazete çıkmıyor?

(5) Ahlâk ve fazilet bakımından kayıplarımız büyüktür. Kokuşma genelleşmiştir. Birleşmiş Milletler Teşkilatı her yıl dünya ülkelerinin temizlik anketini yaptırıyor. Son listeyi bilmiyorum. Birkaç yıl önce Finlandiya, 10 üzerine 9 küsur not ile dünya birincisi olmuştu. Türkiyemiz ise 3 küsur ile liste sonlarında idi. Bir ülke ahlâk, fazilet, dürüstlük, bilgelik olmadan ayakta durabilir mi? Modern yollar yapılıyormuş. Havaalanları, otoyollar, limanlar, gökdelenler, lüks otomobiller, lüks meskenler, lüks cep telefonları…Bunlarla iş bitmiyor. İlle de ahlâk, fazilet, bilgelik, dürüstlük gerekiyor. Eğer bir ülkenin devlet bütçesi, belediye bütçeleri hortumlanıyor, yağmalanıyorsa; gökdelenler, otoyollar, havaalanları onu kurtaramaz.

(6)

Bir ülkenin ne vaziyette olduğunu anlamak istiyorsanız öncelikle oradaki eğitime bakınız.

Birkaç Asya ülkesi sayayım: Güney Kore, Japonya, Tayvan, Singapur, Malezya. Bunlar eğitim ve üniversite bakımından son derece başarılı ülkelerdir. Onların liselerinde edebi-yazılı anadil öğrenilir, yabancı dil öğrenilir, tarih öğrenilir, beşerî-iktisadî coğrafya öğrenilir, sosyoloji, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik öğrenilir. Bilginin yanında ahlâk ve karakter terbiyesi elde edinilir. Bizde öyle mi? Bir takım zekâ özürlüler, okul denilince beton binalar, dershaneler, sıralar, karatahtalar, kürsüler düşünüyorlar.

Okul ve eğitim bunlar değildir.

Çok vasıflı, çok ehliyetli, çok güçlü, çok üstün öğretmenlerin, mükellef bir tedrisat programı ile vasıflı ve üstün gençler yetiştirmeleridir eğitim.Popülist politikacılar son elli yılda okullardan bitirme imtihanlarını kaldırdılar, bilhassa olgunluk-bakalorya imtihanını lüzumsuz buldular ve sonunda Türkiye eğitimi sulandırıla sulandırıla bugünkü perişan hale geldi. Arada bir gazetelerde okuyup gülüyorum; filan şehrin filan lisesindeki bir öğrenci, güneş enerjisi ile uçan bir uçurtma yapmış da… Yahut İtalya’da uluslararası bir yarışmada 3 Türk genci biyoloji sahasında birinci olmuş da… Yâhu, lise tahsili denilince hatıra ilk gelen şey yazılı-edebî anadilini öğrenmektir. Birkaç yüz kelimelik günlük iletişim Türkçesi için okula filan lüzum yoktur. O kadarını ümmiler de

(okuma-yazma bilmeyenler)

bilir. Şimdi soruyorum:

Uçurtma uçuran veya biyoloji ödülü kazanan gençlerimiz zengin Türkçe’nin ünlü eserlerini okuyabiliyorlar mı?

Meselâ en parlak, en ödüllü, en uçurtmalı yavrumuzun eline

1908’de basılmış bir Fuzuli Divanı verelim.

Ne yapacak? Sanki, ona

Çince yahut Tibetçe bir kitap vermişiz gibi şaşkınlık ve hayret içinde kalacak,

“Aaa bu ne biçim kitap”

diyecek…

Fransa’da bir gence Moliére’in bir piyesini versek, yahut İngiltere’deki bir kolej çocuğuna

Shakespeare’in Hamlet’ini, bir İspanyol gencine Cervantes’in Don Quichott’unu, bir İranlı öğrenciye Hafız Divanı’nı…

Onların hepsi ellerine tutuşturulan kendi millî edebiyatlarının şaheserlerini hem okurlar hem de

(sınıfın pek döküntü öğrencileri değilse)

manasını anlayabilirler. Hatta parlak öğrenciler, metin şerhi de yaparlar.Fransa’da her sene lise bitirenler için

bakalorya

imtihanı yapılmaktadır.

O imtihanlarda öğrencilere yöneltilen edebiyat, felsefe, kompozisyon sorularını görseniz Türkiye eğitiminin haline benim acıdığımdan çok daha fazla acırsınız.

(7) En korkunç tahribat

din kültürü, dinî ahlak ve dinî uygulama sahasında

olmuştur. Din, bizim millî kimliğimizin en büyük temeli ve unsurudur. Yıllar boyunca dinle savaşılmış, bir nev’i Bezbojniklik yapılmış ve sonunda sosyal ve millî yapımız temellerine kadar sarsılmıştır. Şu anda yüzde yüz olmasa bile bir miktar din hürriyeti vardır. Vardır ama dini hizmet ve faaliyetlere taşra ve gecekondu zihniyeti hâkim olmuştur.Bu zihniyetle köy olmaz kasaba olmaz. Medreselerin, tekkelerin, loncaların, fütüvvet teşkilatının, ahîlik zihniyetinin yerine bir şey konamamıştır. Din denilince cami hoparlörü, cami kaloriferi, cami kliması, bol şerefeli uzun minare, cami halısı, cami meşrutası düşünenler dini anlayabilirler ve hayata uygulayabilirler mi? İslâm sadece din değildir, bir hayat tarzıdır, bir medeniyettir, dünyaya ve varoluşa en doğru ve isabetli bakıştır. Bunlar kırsal kesim, varoş kültürü ile olmaz. Yüksek kültür ister, yüksek medeniyet ister, olgun ve vasıflı hizmet kadroları ister.

Sanırım yine bazılarını üzecek şeyler yazdım. Şair ne demiş:

“Az çok hayalden gelir insana tesliyet/Pür iğbirardır yüzü gülmez hakikatın.”

22 Temmuz 2006