Gelecek Pembe mi, Kara mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Salı
Saf ve cahil bir vatandaşla biraz tartıştık. Memleketin ve devletin durumunun çok iyi olduğunu, işlerin her gün daha iyiye gittiğini iddia ediyordu. Delilin ne dedim,
dedi ve gözünden birkaç damla yaş akıttı. Vah zavallı! Din elden gitmiş, can düşmanlarımız içimize girmiş, varlığımız temelinden çökertiliyor ve o sadece ezan okunmasıyla iyiye gittiğimizi sanıyor. Bu zatı ikna etmek mümkün müdür? Maalesef… Ona ne söyledimse nafile…
deyip durdu.
Din elden gitmiş… Milyonlarca dindar Müslüman kız çocuklarını başörtüsü ile okutamıyor. Dünyanın bütün medenî, ileri, hukuklu, insan haklarına saygılı, demokrat ülkelerin (Fransa dahil!) üniversitelerinde başörtüsü serbest, bizde yasak… Yaz tatilinde bir hoca, bir iki çocuk toplayıp din ve Kur’ân dersi verse, o mâsumların yaşları 12’nin altındaysa hoca tutuklanıyor, mahkemeye veriliyor… Din ve dindarlık birtakım hakim kişiler ve gruplar tarafından devlet ve Cumhuriyet için büyük tehlike ve tehdit olarak görülüyor… Hıristiyanlık propagandası almış yürümüş… Misyonerler alabildiğine hür ve serbest çalışırken, onlara her türlü kolaylık gösterilirken Müslümanların kendi dinlerini, kimliklerini, mukaddesatlarını savunmak ve yaymak için dernek kurma hakları yok… Daha bunlar gibi yüzlerce olumsuzluk içinde bizim saf ve câhil dindar vatandaşımız
diyebiliyor.
Ah, her hastalığın ilâcı ve çaresi var ama ahmaklığın yoktur. Tevekkeli Hazreti İsa aleyhisselam “Ben Allah’ın izni ile ölüleri dirilttim ama ahmaklara yapacak bir şeyim yoktur…” dememiş. Günde beş kere değil kırk kere ezan okunsa ne olacak? İslâm, İslâmî hayat, Müslümanların izzeti sadece ezan okumakla bitiyor mu? Hani hakikî, icazetli, ‘âmil ulema yetiştiren Dârü’l-ulûmlar? Hani, vatandaşları olgunlaştıran, iyi insan, iyi Müslüman, iyi Türkiyeli yapan Tasavvuf Ocakları?
Zavallı Müslümanlar o kadar câhil kaldılar, câhil bırakıldılar ki, binde 999’u atalarının ve dedelerinin mezar taşlarını bile okuyamıyorlar. İşler o hale geldi ki, farz-ı muhal Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde hanım dirilse bugün nice resmî binaya, giremeyecek. O’na
diyecekler.
Misyonerler cayır cayır kilise açıyor. Ben bir Müslüman olarak bir yere bir cami ve yanına bir zikirhâne yaptırsam, başına da meselâ Ezher mezunu gerçek bir hocayı imam, hatip ve mürşid olarak geçirsem, izin verirler mi? Vermezler, vermezler, vermezler… Kilise açmak gericilik olmaz ama benim zikirhâneli mescid açmam olur. Vah vah, çok yazık çok yazık, eyvah, efsûs ki efsûs…
Bu memlekette yaşayan on milyonlarca Müslümanın hiçbir derdi, hiçbir sıkıntısı olmasa, sadece Ayasofya’nın ibadete kapalı olması bile onlara dert olarak, ıstırap olarak, kâbus olarak yetişmez mi?
Bu ülkede birtakım güçler dindar Müslümanların okumalarını, kültürlü ve etkili olmalarını istemiyor. İstemedikleri için de dindar kızların tahsil yapmalarını, İmam-Hatip mekteplerinden diplomalı gençlerin üniversiteye girmelerini istemiyorlar, engelliyorlar. Bütün Müslümanların, “Türkiye’de her şey iyidir, gürül gürül ezan okunmaktadır, bu gidişle geleceğimiz pek parlaktır…” diyen câhiller, saflar, ahmaklar gibi olmasını istiyorlar.
Aklı, firâseti, fetâneti, hikmeti, az buçuk zekâsı, şuuru, vicdanı, irfanı olan Müslümanlara hitap ediyorum: İslâm toplumunu, Ümmet-i Muhammed’i ayakta tutan bütün direkler eğrilmiştir. Dinin ana direği ve sütunu olan beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilmiştir. Peygamberi Zişân efendimiz (Salât ve Selâm olsun ona) ne buyuruyorlar: “Namaz dinin (temel) direğidir. Onu ayakta ve sağlam tutan, dinini sağlam tutmuş olur. Onu yıkan dinini yıkmış olur…” Bu hadîs bizi uyarmıyor mu? Kur’ân-ı Azimüşşan’da ne buyuruluyor? “Onlar namazı terk ettiler, şehvetlerine uydular…” Bunca uyarı, bunca ihtar karşısında hâlâ uyuyacak mıyız?
Oy verdiği zatın hanımı, başı örtülü olduğu için bazı yüksek tepelere çıkamıyor, bizim saf Müslüman hâlâ “Oh memleketin hali ne iyi, oh istikbal ufukları ne pembe…” diye sayıklayıp duruyor. Vah zavallı! Efendiler! İstikbal maalesef pespembe değil, kapkaranlıktır.
Âhir zamanda vukua geleceği Muhbir-i Sâdık (Söylediği, bildirdiği her şey doğru olan) zat tarafından haber verilmiş olan büyük hâdiseler, dehşetli melhâmeler (Melhame-i Kübra), akılları durduracak dehşetli hercümerçler yaklaşmaktadır.
Amik Ovası’nda cereyan edecek korkunç savaşın toz dumanını şimdiden görür gibiyim.
Keferei fecere, Müslümanları, amansız bir örümceğin avını sımsıkı bağlaması gibi bağladı.
Her taraftan kuşatılmış vaziyetteyiz. Şeytan ve Deccal harim-i ismetimiz olan hanelerimize girmiştir. Mavimtrak ışıklar saçarak herkesi ifsad eden kutuları görmüyor musunuz?
Ne hallere düştük. Şu gökkuşağı renklerine bürünmüş kadın ve kızlara bakınız. Pembenin en cırtlağı, mavi, yeşil, kırmızı, mor, eflâtun, cam göbeği, kavun içi… Başlarında yine rengârenk bir örtü ve saçları deve hörgücü gibi. Resûl böyleleri için ne demişti? “Âhir zamanda saçlarını deve hörgücü gibi yapacak kadınlar zuhur edecektir. Onlar cennetin kokusunu duyamayacaklardır…” Ey gafiller, ey câhiller, ey kaprislerinin kurbanı olmuşlar! Sizin, Resûlün haberinden ve uyarısından haberiniz yok mu? Ey Müslüman ve dindar geçinerek haram yiyen, ihalelere fesat karıştıran, 5 milyar alıp 500 milyon makbuz verenler, ey rant-horlar (rant yiyiciler), ey saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyenler, ey fâsıklar, ey fâcirler, ey bunca günahı irtikâb edip sonra umreye gitmekle hepsini affettireceklerini ve zemzemle yıkanmış gibi tertemiz olacaklarını sanan münafıklar güruhu… Ey gürûh-i lâ yüflihûn… Sizin istikbaliniz pembe değil, zifirî karadır.
Âhir zamanla ilgili olarak Peygamber şu haberi vermiştir: “Fırat nehri kuruyacak, yatağında altınlar çıkacak. Sakın o altınları almaya kalkmayınız, helâk olursunuz…” (Meâlen) İhalelere fesat karıştıran, saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyen azgın rantçılar, hiç Fırat’ın kurumuş yatağındaki altınlara rağbet etmez mi? Deliler gibi, çılgınlar gibi, kudurmuş köpekler gibi bunlara saldıracaklar ve belâlarını bulacaklardır.
Ana baba namaz kılıyor, oğulları kızları kılmıyor ve sonra bu ana baba “Memleketin durumu iyidir, gelecek ne kadar pembedir…” diyorlar. Bunlar geri zekâlı mıdır? Senin canın ciğerin olan evlâdın ne demektir? İstikbal demektir. Onlar târik-ı salat olursa istikbal nasıl pembe olacaktır.
Şahsî ihtirasları, şahsî nüfuz ve riyasetleri, şahsî menfaatleri için İslâm’ın en azılı düşmanlarıyla ittifak yapanlar, gittiğiniz yol sizi nereye götürür biliyor musunuz? Cehenneme, Cehenneme!
Ben ben ben ben demekten başka bir şey bilmeyen kahrolasıcalar!.. Biraz da sen, o, biz, siz, onlar desenize…
Para için, makam ve mevki için, benlikleri için her haltı yiyen heriflerle birlikte nasıl ulaşacağız şu pembe ufuklara? Bir bilen varsa, bu işin nasıl gerçekleşeceğini bana gerekçeleriyle birlikte anlatıversin…
Şu aklı hafiflere bakın, “Biz Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz” diyorlar. Yahu aynaya baksanıza biraz. Sizin dinî uygulamanız, ilminiz, ahlakınız, karakteriniz, takvanız, dindarlığınız, veranız böyle söylemenize müsait midir? Siz neredesiniz, Asr-ı Saadet nerede? Haya edin biraz. Asr-ı Saadet geri gelmez. Çünkü o asrın saadet asrı olması Resûl-i Kibriya efendimizin varlığıyla olmuştur. Biz şimdi Asr-ı Saadet’i geri getiremeyiz, sadece onu örnek, model olarak alırız ona yaklaşmaya, ona benzemeye çalışırız.
Ahir zaman gelmiş, dünya ve Türkiye kara bulutlarla sarılmış, fitne fesad korkunç şekilde çoğalmış, bizimkiler hayal peşinde koşuyorlar. Asr-ı Saadet geri gelirse birçok sahte kahramanın, sahte mücahidin çolak kalacağını bilmiyor mu bu adamlar. 13 Ocak 2006