Müslümanlar dinî konularda iki ana gruba ayrılmıştır: Devamlılık çizgisinde yürüyen gelenekçi ehl-i sünnet camiası ile yenilikçi cereyan mensupları. Yenilikçiler kendi aralarında bir sürü hizbe, fırkaya, görüşe ayrılmıştır.

Ehli sünnet dairesi içinde olan gelenekçilerin özellikleri nelerdir?

1. İtikadda İmam Eş’arî ile İmam Matüridî’ye bağlıdırlar.

2. Amelî hükümlerde, fıkıhta dört mezhebi kabul ederler. Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik, Hanbelîlik.

3. Mezhebsizliği, telfik-i mezâhibi reddederler, zararlı bulurlar.

4. İslâm dininin hükümleri ilâhî ve evrensel olduğu için dinde reform yapılmasına karşı çıkarlar; din ahkâmını bir bütün olarak kabul ederler.

5. Türkiye Sünnîleri, Osmanlı İslâm uygulamasına sahip çıkar, bu uygulamayı esas itibarıyla başarılı ve aslına uygun bir uygulama olarak kabul ederler.

6. Gelenekçi Sünnîlere göre İslâm her şeyden önce ilahî bir dindir. İslâm’ın siyasî boyutu vardır ama bu boyut dinî boyutundan önce gelmez. Onlar İslâm’ın beşerî bir ideoloji, bir aktivizm olarak algılanmasını kabul etmezler.

7. Gelenekçî Sünnîler genelde İslâm’ın tasavvuf, tarikat, zühd boyutunu kabul ederler; Şeriat hükümlerine aykırı olmamak şartıyla Tarikat’ı ve Tasavvufu meşru görürler.

Yenilikçi cereyana gelince: Onların belli başlı özellikleri şunlardır:

(1) İtikad konusunda genellikle kendilerine Selefî derler. Selefîlik onlara göre Selef-i Sâlihînin itikadına sahip olmaktır ama fikir ve görüşleri incelendiğinde İbn Teymiye’den, Muhammed ibni Abdülvehhab’tan etkilendikleri görülür.

Onların Selefîliği Teymiyeciliktir.

Kimisi Ehl-i Sünnet’in

Tevhid ve Tenzih

anlayışından kayarak tecsim, antropomorfizm vartasına düşer. Kendileri gibi inanmayan mü’minleri bazısı küfür ve şirkle suçlar.

(2) Fıkıh hükümlerinde mezhepleri kabul etmezler. Bazısı yüzde yüz mezhepsiz, bazısı telfik-i mezahib taraftarı, bazısı mezheplerin işlerine gelen ahkamını kabul, gelmeyenini red temayülündedir.

(3) İslâmî model ve örnek olarak genellikle Osmanlı’yı benimsemezler. İbn Teymiye Selefîliğini, Muhammed ibn Abdülvehhab uygulamasını, Arap ve Pakistan modellerini örnek kabul ederler.

(4) İctihad hususunda geniş meşrebli ve mübalâsızdırlar. Tabakat-ı fukahanın müftü derecesinde bile olmayan bazı yenilikçi ilâhiyatçıların müctehid postlarına büründüğü görülüyor.

(6) Hepsi olmasa bile bir kısmı bazı kesin din hükümlerinin değişebileceği görüşündedir.

(7) Siyasî baskıların tesiriyle bazısı din hükümlerinde tâviz vermekte, nabza göre fetvalar sunmaktadır.

Bundan bir asır önce Rusya Müslümanları arasında da Cedidçilik cereyanı vardı. 1917 Oktobr ihtilâlinden sonra ne gelenekçi kaldı, ne Cedidçi.

Bizdeki yenilikçilerin bazısı Cemalüddin Afganî’yi bir kurtuluş önderi, yolundan gidilecek büyük ve örnek bir Müslüman olarak görür ve gösterir. Afganî’nin Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermesini, İranlı olduğu halde Afganistanlı göstermesini tevil etmeye çalışırlar. Bu zatın azılı bir Farmason olduğu hususunu ise görmezlikten gelirler veya te’vile yeltenirler. Afganî ile birlikte Mısırlı sarıklı Farmason Muhammed Abduh’u, reformcu Reşid Rıza’yı da imam ve önder kabul ederler.

Yenilikçi ve reformcu Müslümanlar mütecânis (homojen) bir yapıya sahip değildir. İçlerinde tesettürü inkâr eden, bu konuda kitap yazıp bastıranları olduğu gibi tesettürün kesin ve değişmez bir Şeriat hükmü olduğunu savunanlar da vardır.

Yenilikçiler genelde tasavvufa, tarikatlara, İslâm’ın zühd boyutuna sıcak bakmazlar. Onlarda,

Muhyiddin ibn Arabî

için

“O Şeyh-i Ekber değil, şeyh-i ekferdir

(en kâfir şeyhtir)


diyen

İbn Teymiye

‘nin aşırılığı ve taassubu vardır.

Yenilikçilerin en aşırı, en fazla gulüvve sapmış olanları “Bugünkü ilmihal Müslümanlığı bozuktur. Bizim ortaya çıkardığımız Kur’ân Müslümanlığı doğrudur. İslâm’ın dört kaynağı yoktur. Tek kaynağı Kur’ân’dır. Onun makbul yorumu da bizim yaptığımız yorumdur. Hazret-i Peygamber bir postacı idi. Ölmüş ve işi bitmiştir…” diyenlerdir.

Gelenekçi Ehl-i Sünnet Müslümanları içinde meşreb çeşitliliği olmakla birlikte esasta müttefiktirler. Yenilikçi cereyanlar Arap âleminde, Pakistan’da başarılı olamadı. İlhamlarını ibn Teymiye’den alan Arap selefîleri ne Mısır’da, ne Suriye’de, ne Cezayir’de muvaffak oldular.

Pakistan’daki Mevdudî’nin Cemaat-i İslâmî hareketi de başarısızlığa uğradı.

Yenilikçiler Arap dünyasında, Pakistan’da başarısız olmuş metodları, reçeteleri, sistemleri Türkiye’de denemek istiyor. Başarı şansları var mıdır? Bence gelenekçi Sünnîlerin en kuvvetli tarafı, tarihte başarılı olmuş bir İslâmî uygulamayı model olarak kabul etmeleridir.

Gelenekçi Sünnîler gerek Medrese-Şeriat, gerekse Tasavvuf-Tarikat sahasında büyük adamlar, güçlü kadrolar yetiştiremiyor. Çünkü medreseler kapatılmış, tekke ve zaviyeler seddedilmiştir.

İslâm dünyasının yeni Gazalî’lere, yeni Süyutî’lere, yeni Şâranî’lere ihtiyacı vardır.

İslâm dini Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâmla başlamış bir din değildir. İtikad hükümleri bakımından din Hazret-i Âdem zamanından beri İslâm’dır. Değişen Şeriat hükümleridir. Hazret-i Muhammed’in insanlığa tebliğ etmiş olduğu İslâm Şeriatı Kıyamet’e kadar bakî kalacaktır. Artık onda en ufak bir değişiklik, tadilat, yenilik, yenileştirme yapılamaz. Tecdid ve müceddidlik reform ve değiştirme mânâsına değil, bundan on dört asır önce gönderilmiş evrensel ilâhî ahkamı koruma ve bid’atlerden arındırma mânâsınadır.

Yenilikçiler hayal peşinde koşuyorlar. Kitab, Sünnet ve İcmâ ile kesinleşmiş hiçbir hükümde en ufak bir değişiklik bile düşünülemez. Yenilik, sadece eskiden olmayan hava hukuku gibi yeni konu ve sahalarda olabilir. Bunlar da esasa ve usûle ait değildir, füruattandır.

İslâm dini Allah tarafından kurulmuş ve Allah’ın koruduğu ilâhî bir dindir. Yenilik ve değişiklik kabul etmez. İslâm’ın değişikliğe ihtiyacı yoktur. Müslümanların değişikliğe ihtiyacı vardır. Müslümanların kendilerini değiştirmeleri gerekiyor. Cehilden ilme, isyandan taate, bid’atten Sünnet’e, nifaktan ihlâsa, kesretten vahdete, gafletten uyanıklığa, tezebzübten ittihada ve vifaka yönelinmelidir.

Biz İbrahim milletindeniz. Tarihî devamlılık çizgisinden ayrılmak, yenilik vehimleri peşinden koşmak bize bir şey kazandırmaz, çok şeyler kaybettirir. 13 Haziran 2002