Geleneksel Sanatlar Üniversitesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Çarşamba
Son birkaç hafta içinde bir yığın yerli ve yabancı geleneksel el sanatı eşyası aldım. Görenler kaça aldığımı soruyorlar, ben verdiğim parayı söylüyorum, “Aaa!.. Bedavaya almışsın” diyorlar. Hiç de bedava değil, para ile alıyorum.
Afganistan’da yapılmış, bakırdan, üzeri çok ince işlemelerle süslü büyük bir çaydanlık. Gerçekten hayli emek verilmiş, güzel bir sanat eseri işlemeler kabartma, hiç boş yer bırakmamışlar, buna 35 YTL. verdim. Altında lehim veya kaynak yapılacak yerleri var.
Yine bakırdan üzeri işlemeli bir Afgan tepsisi, yanında işlemeli bir Afgan ibriği, üzeri işlemeli madeni büyük bir bardak, bunların üçüne 100 YTL. ödedim.
Japon işi 70-80 senelik porselen bir çaydanlık, üzerindeki boyalar, nakışlar el işi 20 YTL.
Çin malı, üzeri elle boyanmış ve çiçeklendirilmiş porselen bir vazo, yeni değil, 30 YTL.
İç içe giren, kalın topraktan, üzerleri kırılmış yeşil emaye, dikdörtgen üç tepsi üçü birden 20 YTL
Beyaz üzerine kobalt mavisi süsler bulunan 25-30 cm (yanımda cetvel yok) yüksekliğinde kapaklı porselen bir ibrik, yanında yine kapaklı kocaman çorba servis kabı gibi porselen bir kap. İkisi birden 40 YTL
Bir eskiciden iki tarafında kulp bulunan üzeri kararmış oldukça büyük mâdenî bir kap aldım, üzeri parlatılınca gümüş kaplama olduğu anlaşıldı. Kaba 2 YTL, parlatmasına 5 YTL. verdim.
Daha porselen, madenî bir sürü eşya aldım ama liste uzayacağı için anlatmıyorum.
Kimseden bir vazife falan istediğim yok. Zaten vazife istenmez, verilir. Hayal ediyorum: Türkiye’de geleneksel, Millî-İslâmî sanatları canlandırmak, geliştirmek, yaygın hale getirmek, ilerletmek için bir teşkilat ve bütçe bana verilse acaba neler yaparım? Bu hayallerimi de özet olarak anlatmaya başlayayım. İnşaallah başınızı ağrıtmam.
Madde 1: Bu işin bütçesinden hak etmeyenlere bir kuruş yedirtmem. Nerede bir bütçe, bir fon, bir para varsa haşarat oraya üşüşür. O haşarata bir zerre kadar haksız ve yersiz kazanç sağlanmamalıdır.
Madde 2: Teşkilata ehliyeti ve riyakati olmayan bir tek adam ve kadın almam. Yok filanca falan büyüğün bacanağıymış dünürüymüş, askerlik arkadaşıymış, hemşehrisiymiş, hiç birine yüz vermem.
Madde 3: Büyük bir arazide “Türkiye geleneksel sanatları tatbikat üniversitesi” adında bir müessese kurarım ve burada ülkenin 260 geleneksel sanat ve zenaatini öğretmeye başlarım. Ayrıca başka ülkelerden 140 çeşit başka sanatı öğretmek üzere hocalar, ustalar, üstadlar getirttiririm; yekûn olarak 500 çeşit sanat ve zenaat olur.
Madde 4: Bu üniversitede biz Türkiyelilerin çok iyi bildiğimiz ve becerdiğimiz “havanda su döğmek” metodu ile öğretim yapılmaz. Derslere başlandıktan 6 ay sonra 500 konuda üretim başlar, bunlar üniversitenin satış mağazalarında, başka yerlerde, bilhassa turistlerin dikkatine arz edilir, satışlar başlar. Ürünlerin bir kısmı da ihraç edilir.
Madde 5: Bu üniversiteye seçilerek elenerek öğrenci alınır. Aranacak ilk iki şart şudur: Birincisi becerikli, çalışkan ve başarılı olmak, ikincisi müteşebbis ve azimli olmak.
Madde 6: Bu üniversitede öğrencilere fütüvvet ahlâkı aşılanacaktır.
Madde 7: Üniversitenin el yapımı kağıt ve yazı malzemesi bölümünde neler öğretilecek ve üretilecektir? 100 çeşit el yapımı kağıt. Bu iş için Çin’den, Hindistan’dan, dünyanın başka yerlerinden kağıt ustaları getirilecektir… Çeşit çeşit parşömen… Bizde papirüs yetişmiyor, onun yerini tutacak bitkisel hammaddelerden yapılan yazı malzemeleri…
Madde 8: Türkiye ve dünya müzelerindeki Türk- İslam bakır sanatı eşyalarının replikaları yapılacak, bunların altına veya arkasına küçük plaketler ve mühürler koyulacaktır.
Madde 9: Böyle bir üniversite 10 sene içinde bir milyon Türkiyeliye iş ve aş sağlayacak; ülkemize dünya çapında prestij kazandıracaktır.
Madde 10: Bu üniversitenin el dokuması kumaş atölyesinde yüzlerce çeşit ipekli, yünlü, keten, pamuklu; nadide ve sanatlı kumaş dokunacak, yüksek kültürlü meraklılara sunulacaktır. Bunlar kimlerdir ve nerede bulunurlar? Böyle kişiler Türkiye’de çok az sayıdadır, dünyada yeterli miktarda vardır.
Madde 11: Çin’le, Hindistan’la, üçüncü dünya ülkeleriyle rekabet edebilmek için sanat ve zenaat ürünleri ucuza mal edilecek, ucuza satılacaktır. Yukarıda fütüvvet ahlâkından bahsetmiştim. Bir öğrenci bu üniversitede bir sanat veya zenaat öğrenecek, kısa zamanda köşeyi dönecek, güzel bir mesken alacak, lüks bir otomobile binecek evini pahalı bir şekilde dayayıp-döşeyecek, Türkan Şoray gibi bir kadınla evlenecek, çocuklarını en pahalı kolejlere gönderecek, falan filan… bir el sanatı veya zenaatı bu kadar ağırlığı çekmez. Fütüvvet ahlâkı insanın aşırı arzu ve ihtiraslarına engel olur.
Bendeniz hayal ediyorum ama Türkiye’de böyle bir şey yapılabilir mi? Mümkün değil yapılamaz. Vaktiyle Almanya’dakine benzer çıraklık sistemi ve eğitimi kurdular da ne oldu. Paralar, imkânlar, ümitler boşa gitti.
Bizde bir kere emanetler, işler, vazifeler ehil, layık ve uzman olan kimselere verilmiyor. Diyelim ki böyle bir üniversite açılması için birkaç yüz milyon dolarlık bir imkân bulundu, bu para ne olacaktır, ehil olmayan haşarat tarafından rantlanacaktır. Paranın yüzde doksan dokuzu yenecektir, çar çur edilecektir, ziyan edilecektir. Geriye kalan yüzde bir ile de bir şey yapılamayacaktır.
Böyle işlerin başına Avrupa’dan, Çin’den, Hint’ten, başka ülkelerden çok ehliyetli, çok liyakatli, tecrübeli, birikimli, başarılı idareciler, uzmanlar ve öğretmenler getirilmelidir.
Bazıları “Efendi! sen neler sayıklıyorsun?” diyebilirler. Ben sayıklamıyorum. Bu memleketin üniversiteleri en parlak zamanlarını, Hitler rejiminden kaçan Alman profesörleri zamanında yaşamıştır. Ne demek istediğimi anladınız mı?….
Eski büyük padişahlarımız feth ettikleri ülkelerden İstanbul’a sanat ve zenaat erbabını getirirlermiş. Ülkemizde 500 çeşit sanat ve zenaat sergilemek istiyorsak, bu işi dışarıdan eleman getirerek gerçekleştirebiliriz.
Ben eminim ki, iyi çalışılır, hizmet ve vazifenin hakkı verilir, namuslu ve haysiyetli olunursa biz Çin’den getireceğimiz ustalarla üç-beş senede Çin porseleni ayarında porselenler üretebiliriz.
Sultan Abdülhamit Han marangozluk yaparlardı. Yıldız sarayında büyük bir marangozhânesi vardı. Onun zamanında İstanbul’da sedefli mobilya sanatı hayli gelişmiştir. Şayet bu sanatı canlandırmak istiyorsak Mısır’dan, Suriye’den, Uzakdoğu’dan sedef ustaları ve öğretmenleri getirmeliyiz. Bu gibi sanatları kendi kendimize, kendi kafamızla öğretemeyiz, ürettiremeyiz.
Hayallerim gerçekleşse, dünya pazarları Türkiye’de üretilmiş 500 çeşit sanat ve zenaat ürünleriyle dolar. Ülkemiz bunlardan yılda yüz milyar dolar kazanır. En az bir milyon vatandaşımız ekmek yer, müreffeh olur.
Bu işler bugünkü ahlâksızlıkla, asalaklıkla, tembellikle, rantçılıkla, geri zekâlılıkla yürümez.
Bir takım gedikli, kaşarlanmış sendika baronları avuçlarını yalasınlar… Bu sanat ve zenaatlar evlerde, küçük atölyelerde, genellikle aile fertleri tarafından yapılacaktır. Bunlar yüksek ücret, toplu sözleşme, aşırı sigorta ve vergi yüküyle birlikte yürümez. Neler konuşup duruyorum… Ben bir vâdideyim, onlar bambaşka bir vâdide. 09 Şubat 2006