1912’de ilk yolculuğunda, “Bu gemi batmaz, bu gemiyi Allah bile batıramaz…” dedikleri Titanic transatlantiği buz dağına çarpar, geminin projesini hazırlayan mühendis açılan 70 metrelik deliği görür, hesaplarını yapar ve Titanik’in bu yara ile kurtulmasının imkânsız olduğunu, geminin birkaç saat sonra dibi boylayacağını söyler.

Yolcuları paniğe düşürmemek için bu acı hüküm hemen duyurulmaz. Orkestralar daha saatlerce çalar, lüks pistlerde danslar edilir, yeşil çuhalı masalarda kumarlar oynanır, nadide içkiler içilir. Lüks ve birinci mevkilerdeki hanımlar, beyler en şık elbisilerini giymişlerdir. Mücevherler ışıl ışıl parlamaktadır. Gülücükler, kahkahalar, gerdan kırmalar, füsunkâr bakışlar, iştihalı nazarlar, kibarlıklar gırla gitmektedir.

Nihayet gerçek duyulur, bilinir, herkes can derdine düşer ama ne çare. Geminin yapımcıları ve kumpanyası onun sağlamlığına ve batmazlığına o kadar inanmışlardır ki, yeterli sayıda can filikası koymamışlardır. Binden fazla yolcu ve gemi personeli Atlantik’in derin ve buzlu sularında can verir.

Aman yolcular paniğe kapılmasın, aman halk tedirgin olmasın, aman kütleler telaşa düşmesin diyerek acı, feci, katı gerçekler ve tehlikeler saklanıyor.

İstanbul’da beklenen büyük zelzele konusundaki felsefe bu değil midir? Böyle bir facia gerçekleştiği takdirde bu şehrin, bu halkın durumu ne olacaktır?

Uzmanlar geminin iktisadî, mâlî bakımdan dibe vurduğunu, vaziyetin gerçekten çok vahim olduğunu söylüyor. Titanic batarken orkestra en son “Tanrım bizi koru” ilahisini çalmış. Bizde Allah’a sığınmak da yasaktır, çünkü laikliğe aykırı olur.

İstanbul’daki eğlence, sefahat, fısk, fücur, fuhuş yerleri adam almıyor. İçki seller gibi akıyor. Seks azgınlıkları son haddinde. Hedonizm, materyalizm, fuhşiyat, azamî haz ve zevk alma hırsı son haddine varmış.

Ülke kazan gibi kaynıyor. Hapishanelerin durumuna bakmak yeterli fikir verir. Hapishaneler devlet içinde devlet olmuş. İktidar âciz vaziyette kalmış. Memlekette kanun korkusu kalmamış. Adam öldüren birkaç sene sonra çıkıyor.

İçişleri bakanının şu sözünü levha yaptırıp her yere asmalı: “Medyaya akseden pislikler, mevcut pisliklerin binde biri bile değildir!”

Ünlü, kodaman, kocaman bir adam vardı. Yüksek makam ve mevkilerde bulunmuştu. O da kaç banka batırdı, kaç katrilyon götürdü? Şimdi ne yapıyor? Yan gelmiş keyfine bakıyor, götürdüklerini çıtır çıtır yiyor.

Bu memlekette soygun, talan, eşkiyalık, haramilik, hortumlama olmasa, bütçe ülke ve millet için harcansaydı, yollar oniksle (yeşil mermer) döşense bile geriye yine para artardı. Birtakım domuzlar yediler, yediler, yediler. Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yediler. Ülke kara-haram para ile doldu. Çivisi çıkmadık müessese kalmadı.

Millî kimliğe, dinî ve ahlakî değerlere, evrensel ve temel fazilet prensiplerine savaş açtılar. Bolşeviklik zamanında Rusya’da olduğu gibi Allah’la savaşa yeltendiler ve memleketi batırdılar. Hâlâ da akıllanıp uslanmış değiller. Zulümlerinde, küfürlerinde, azgınlıklarında, gaddarlıklarında bir azalma yok.

Eğitimi bitirdiler, üniversiteleri resmî ideolojinin ve bozuk düzenin fidelikleri haline getirmek istediler.

Birtakım namussuz, şerefsiz, alçak, vicdansız, rezil, bayağı, pespaye adamlar kendi küçük menfaatleri için, ihtiyacın üç misli memur tâyin ettirdiler. Bütçe bunların maaşlarını ödemeye yetmiyor.

Ülkeyi, altından kalkamayacağı iç ve dış borçlara soktular. Devlet bunların faizlerini ödemekten âciz kaldı. Borç alınan paralar ne oldu? Onlarla gelecek nesillere ne gibi müesseseler, işletmeler bıraktılar?

Uğursuz, meş’um, meymenetsiz bir zihniyet ve felsefe memleketi kuruttu. Tahıl ambarı olan, dışarıya buğday ihraç eden Türkiye şimdi ekmeklik buğdayını dışarıdan getirtiyor. Pirinç, fasulya, nohut bile ithal ediliyor.

Dini imanı para olanlar, nefs-i emmarelerine put gibi tapanlar; şehvet ve içki kurbanları, kalpleri mühürlü imansızlar güruhu memleketi batırdı, bitirdi. Şimdi harabeler üzerinde baykuşlar gibi ötüyorlar.

Yakın tarihimizin nice önemli kişisini, kodamanını tarihin yüce divanına vermek lazım. “Türkiye niçin bir Japonya, bir Güney Kore, bir Taiwan, bir Singapur gibi zenginleşemedi, sanayi kuramadı, kalkınamadı; şimdiye kadar niçin bir tek Nobel bile kazanamadı?..” Ülkemizin geri kalışının, batışının sorumlusu elbetteki halk değil, idarecilerdir.

Dünyanın hangi medenî, hukuklu, ileri, oturmuş, sağlıklı ülkesinde bizdeki gibi din düşmanlığı yapılıyor? Stalin, Mao, Enver Hoca, Pol Pot zihniyetli birtakım adamlar, Don Kişot’un yeldeğirmenlerine saldırması gibi Allah’a, Resûlüne, Kur’an’a, İslâm’a, Şeriat’a savaş ilân etmişlerdir. Pol Pot kâfiri Kamboçya’da, altıbuçuk milyon nüfusun yarısının canını katlettirdi de ne oldu? Başarabildi mi? Enver Hoca, 1966’dan itibaren dinleri, ibadet etmeyi, inanmayı yasaklamıştı? Sonunda ne oldu? Kendisi geberdi gitti, kızıl rejimi yıkıldı. Arnavutluk’a hürriyet geldi ama korkunç tahribat olmuştu.

Bizde birtakım dinsizler, dindarları ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Asıl ortaçağ zihniyetliler onlardır. Ortaçağ Avrupasında din taassubu varmış, bizdeki fanatiklerde ise küfür, dinsizlik taassubu var.

Batırılan bankalar yüzünden devlet şimdiye kadar seksen milyar dolar ödemiş. Bunun hesabını kim soracak, kim verecek? Bizdeki bazı adamlar kendilerini ondördüncü Louis gibi görüyor, “Devlet benim” diyorlar.

Vaktiyle bundan yirmi beş yıl kadar önce bin bir türlü dalavere ile on bir milletvekili satın alınmış, bunlarla iktidar olunmuştu. Sonra bu satın alınan onbirlerden ikisi yüce divana verilmiş, hapse mahkum edilmişti. Başa geçmek için adam satın alan zihniyetten bu ülkeye, bu halka, bu devlete ne hayır gelir.

Müslümanlara yakın tarihimizde nefes aldırmadılar. İslâm’ın ve Müslümanların bütün eğitim müesseselerini, okullarını, medreselerini, üniversitelerini, akademilerini kapattılar. Müslümanların güçlü bir aydınlar sınıfı yetiştirmesini engellediler. Dindar kesim içine birtakım casuslar, ajanlar, provokatörler, ajitatörler soktular. Çoğunluğu teşkil eden dindarları cahil bıraktılar. Böylece, bozuk düzenin alternatifini de yok ettiler, dejenere ettiler.

Şimdi kurtulmak için Avrupa Birliği’ne girmeye çabalıyorlar. Nafile, siz bu kafa ve vicdan ile Avrupa Birliği’ne dahil olursanız, orayı da batırır, bitirirsiniz.