PazarBir toplantıda iki genç yanıma gelip hal hatır soruyor. Büyük bir islâmî cemaate mensupmuşlar. Biri üniversiteye devam ediyormuş, diğeri giriş imtihanlarına hazırlanıyormuş. Yârenlik esnasında soruyorum:

– Türkçe okuma yazma biliyor musunuz?.. Şaşırıyorlar, sonunda bilmedikleri meydana çıkıyor. Türkiyeli bir aydın ve okumuş olabilmek için sadece latin harfleriyle okumak ve yazmak yetmez. Bu millet edebî ve yazılı lisanını bin yıl boyunca İslâm-Kur’an harfleriyle kaydetmiştir.

Gençlere başka bir sual yöneltiyorum:

– Evinizde şahsî kütüphaneniz var mı? Varsa kaç kitaba sahipsiniz? Samimiyetle “Kütüphanemiz yok” cevabını veriyorlar. Birinin onbeş kadar kitabı varmış…

Büyük islâmî cemaatler maalesef kendilerine bağlı gençleri iyi yetiştiremiyorlar.

1. Yüksek tahsil yapan, ileride bu ülkenin aydın, okumuş, diplomalı sınıfının bir parçasını teşkil edecek olan dindar, inançlı, yüksek tahsilli gençlerin mutlaka edebî-yazılı Türkçeyi bilmeleri gerekir. Bu da, Osmanlıcayı bilmekle olur. Osmanlıca iki şekilde bilinir: Birincisi İslâm-Kur’an yazısıyla okuyabilmek. İkincisi, zengin Türkçede mevcut olan binlerce, hatta onbinlerce kelimeyi ve terimi bilmektir.

2. Yüksek tahsil gençlerinin kendi özel kütüphanelerini kurmaya başlamaları gerekir. Rastgele kitap toplamakla kütüphane kurulmaz. Lügat (sözlük), ansiklopedi gibi kaynak kitaplar olacak; tarihe, edebiyata, din kültürüne, sanata ait eserler bulunacaktır. Üniversiteyi bitirmiş bir gencin en az bin kitaplık bir kütüphanesi bulunmalıdır.

Bir münevver veya adayı için kitap ve kütüphane yeme içme, giyim, barınma, para kadar önemlidir.

3. Bazı büyük dinî cemaatler, kendilerine bağlı gençleri hür Müslümanlar olarak değil, robotlar, zombiler, şartlı refleksli mahluklar olarak yetiştiriyor. “Kitap okuma bozulursun… Bizden olmayan, başka meşreblere mensup Müslümanlarla görüşme bozulursun…” Zihniyet budur ve bu çok kötü bir zihniyettir.

4. Bazı büyük cemaatler kendilerine mensup gençleri kasıtlı olarak cahil bırakıyor. “Hazretimize bağlan, başka bir şeye karışma…” Bu kafa ve zihniyetle aydın Müslüman yetişmez. Müslüman gençlere sanat kültürü verilmiyor. Üniversite son sınıfa gelmiş, beş vakit namaz kılan gence soruyorum: “Hilye ne demektir?” Şaşkın şaşkın bakıyor. Hilyenin ne olduğunu hiç duymamış.

5. Laik, çağdaş, dinsiz, resmî ideoloji cephesi yarı aydınlar yetiştiriyor. Onların aydınları ne millî kimliği ve kültürü biliyor, ne çağdaş seviyede genel kültürleri var. Maalesef Müslüman cephede de birtakım büyük cemaatler, hizipler, gruplar, tarikatlar yarı aydın Müslüman yetiştiriyor. Mimarlık hakkında hiçbir sağlam bilgisi ve kültürü yok. Sülüs yazı ile tâlik yazı nedir bilmiyor. Türk evi ne demektir, nasıl olur, haberi yok. Beş vakit namaz kıldığı halde namazın vaciplerini say deseniz sayamaz. Bırakın namazın vaciplerini, Allah’ın sıfatlarını bile öğrenmemiştir. Az da olsa sosyoloji, felsefe, antropoloji, hukuk kültürü yoktur… Bildikleri mi? Onun hocası çok yüksekmiş, öteki hocaların kıymeti yokmuş… Onun tarikatı veya hizbi hakmış, ötekiler berbatmış… Zavallının kafasında islâmî çeşitlilik hakkında ufacık bir bilgi bile yoktur. Gripin tarifesi kadar küçük, ucuz kolay bir kurtuluş reçetesi… Bol bol gurur, kibir, kendini ve cemaatini beğenme… Fransızların “imbecile heureux” dedikleri mutlu salaklar…

İyi yetiştirilmeyen; bilgi, aksiyon (ahlâk) ve estetik boyutları geliştirilmeyen; vasıflı, güçlü ve üstün Türkiyeliler haline getirilmeyen gençlerin vebali, bağlı bulundukları cemaatlere, din baronlarına aittir.

“Bize bağlı gençler pırlanta gibidir…” demekle iş bitmiyor. İslâm’ın, Türkiye’nin ham pırlantaya ihtiyacı yoktur. Bu ülke, bu din, bu dâva adam istiyor, beyin istiyor.

Efendi hazretlerine veya din baronuna tam bir teslimiyetle bağlıymış. Şeyhini zamanın gavsi, kutbu, yegânesi sanıyormuş. O, öl dese ölürmüş. Cemaati, tarikatı, hizbi için her fedakarlığı yaparmış… Bu gibi, kendilerinden menkul kerametlerin kıymet-i harbiyesi yoktur.

Tenkit ettin mi, münafık ve bozguncu damgasını yersin. Çünkü hazretler, doğru da olsa tenkitlerden nefret ederler; yalan da olsa övgülere ve pohpohlara bayılırlar.

Elli senedir bu memlekette, dine hizmet etmeleri için milyonlarca hafız, hoca, mürid, ilahiyatçı, yüksek tahsilli , okumuş kimse yetiştirildi ama hâlâ birinci ligte gazete çıkartacak, televizyon kuracak uzmanlarımız yok. Kaç tane büyük eğitimcimiz, büyük medyacımız, büyük hukukçumuz, büyük mimarımız, büyük edibimiz, büyük tarihçimiz, büyük aydınımız var? Eserleri İngilizce, Fransızca, Almanca gibi Batı dillerine çevrilen kaç yazarımız var?

Bin dört yüz yıllık İslâm tarihi boyunca, hâfız yetiştirerek hayata hâkim olmuş bir Müslüman topluluk var mıdır?

Beş yüzden fazla betonarme İmam-Hatip mektebi yaptırıp resmî ideolojili sisteme teslim ettik, “Biz betonarme binayı yaptık, siz de buralarda İslâm’a hizmet edecek aydınlar yetiştiriniz” dedik. Sonunda bu hallere düştük.

Tanıdığım bir genç var. Yedi yıl İmam-Hatip mektebinde Arapça okumuş, ayrıca cumartesi pazar günleri bir derneğin lisan kurslarına gitmiş, bu yetmiyormuş gibi özel bir hocadan eski usul sarf ve nahiv dersleri almış. Bunca tahsilden sonra elifi görse mertek sanıyor. Yahu, insan bu kadar yıllık çabadan sonra Çinceyi bile iyi öğrenir.

İşte bizim bütün işlerimiz bu Arapça öğretme ve öğrenme işimiz gibidir. Başarılı olamıyoruz.

Müslümanların hem kendilerine, hem dine, hem de ülkeye hizmet edebilmek için gerçek aydınlara, büyük beyinlere ihtiyacı vardır. Bunlar lafla, cemaat militanlığı ile, futbol kulübü tutar gibi tarikatçılık yapmakla, olmayacak dualara âmin demekle yetişmez. 28 Ağustos 2000