Elli yılı geçen uzun bir zamandan beri gençliği iyi yetiştiremiyoruz. Bu bir hüküm cümlesidir ve hükmümde ısrarlıyım. Gerekçelerini de madde madde sayabilirim.

(1) Bir eğitim sisteminin vazifesi biraz bilgi ve kültür vermekten ibaret değildir. Millî eğitimin üç ana gayesi vardır: Birincisi bilgi; ikincisi ahlâk ve karakter terbiyesi; üçüncüsü estetik ve güzellik boyutu kazandırmak. Bizde birinci madde son derece güdük ve yetersizdir. İkinci ve üçüncü gayeler ise hiç yoktur. Böyle bir eğitim sistemi bir ülkeyi batırır, geleceğini karartır. Nitekim manzaraya bakınız. Türkiye’yi bu hale getirenler bu eğitim sisteminin yetiştirdiği nesillerdir.

(2) Eğitimde eşitlik olmaz. Otuz beş kişilik bir lise sınıfında üç beş süper ve parlak öğrenci, on kadar iyi öğrenci, on beş kadar zayıf öğrenci, beş kadar da dökülen öğrenci olur. Bizdeki seviye, zayıf ve dökülen öğrencilere göredir. Halbuki asıl yatırımın parlak, iyi, çalışkan, istidatlı öğrencilere yapılması gerekir. Çünkü ileride Türkiye’yi yükseltecek, hizmet edecek kadrolar onlardan müteşekkil olacaktır.

(3) Ondokuzuncu asırda ve yirminci asrın ilk yarısında İngiltere’yi bir cihan imparatorluğu yapan faktörlerden biri, İngiliz okullarında ahlâk ve karakter terbiyesi verilmesidir. Genç nesillere ahlâk ve karakter terbiyesi veremeyen bir eğitim sistemi kendi ülkesini, kendi halkını, kendi devletini yiyen, bitiren canavarlar ve asalaklar yetiştirir.

(4) Atalarımız ondördüncü, onbeşinci, onaltıcı asırlarda Roma İmparatorluğu çapında Osmanlı devlet-i edeb-müddetini yüksek ahlâkla, yüksek karakterle, tasavvufla, faziletle, üstün hasletlerle kurmuşlardır. Osmanlı devleti, en kötü zamanında, batışından önceki yıllarda bu ahlâk ve faziletle yedi düvelle, yedi cephede tam dört yıl savaşabilmiştir. Osmanlı devletini yücelten, güçlendiren, ayakta tutan mânevî, sosyal, kültürel değerler listesinin başında fütüvvet ahlâkı, ahîlik, lonca teşkilâtı vardır. Paul Wittek’in Osmanlı devletinin kuruluşu ile ilgili küçük kitabını okursanız, devletimizin ve gücümüzün ana temelinin ahlâk, tasavvuf ve fazilet olduğunu anlarsınız.

(4) Türkiye’nin, Türkiyelilerin bir müşterek ve temel kimliği vardır. Bu ülke, bu halk, bu devlet bu kimliği benimseyerek, buna sarılarak, bunu koruyarak, bunu yücelterek, bunu yaşatarak selamet bulur, yükselir ancak. Bu kimlik baltalanırsa, darbelenirse batış ve bitiş muhakkaktır. Hiçbir ideoloji, hiçbir yabancı sistem bu kimliğin yerini tutamaz. Japonları Japon yapan, onları ayakta tutan Japonluklarıdır, kendi kimlikleridir. Lisanlarıdır, yazılarıdır, millî tarihleridir, kendilerine mahsus sanatlarıdır, kendi kültürleridir, kendi zihniyetleridir. Yabancılaşan bir toplum dejenere olur ve sonunda istiklalini (bağımsızlığını) yitirir. Biz yıllardan beri genç nesillerimize millî kimliğimizle ilgili kültürü veremedik, vermedik.

(5) Bugünkü okullarımıza, üniversitelerimize bakalım, kopya çekmek maalesef yaygındır. Halbuki kopya çekmek ahlâksızlıktır, hırsızlıktır, faziletsizliktir. Çocuk ve delikanlı iken kopya çekmeye alışanlar, kopya çekmeyi ahlâksızlık olarak görmeyenler, ileride hayata atıldıkları vakit başka hırsızlıklar, büyük yolsuzluklar da yapabilirler.

(6) Gençliğin hiç olmazsa bir kısmına fütüvvet ahlâkı aşılanmalıdır. Fütüvvet, Arapça’daki feta, yani yiğit, delikanlı kelimesinden türeyen bir kavramdır. Gençlerimizin mânevî bakımdan ruh soyluluğuna, bir nevi şövalyeliğe, asalet ve necabete, mürüvvet ve hamiyete sahip olmaları gerekir. İnsanı insan, Müslümanı Müslüman, Türkü Türk yapan bu gibi hasletlerdir. Fütüvvet ahlâkına sahip genç kopya çekmez, terbiyesizlik ve edebsizlik yapmaz, itlik uğursuzluk ondan sadır olmaz. Böyle bir genç acından öleceğini bilse hırsızlık yapmaz, sınıfta kalacağını bilse kopya çekmez.

(7) Türkiye’yi batırmak, esarete düşürmek isteyen sinsi düşmanlarımız ve onların yardımcı ve yardakçıları genç nesillerimizi şehvet ve seks bataklığına düşürmüşlerdir. Okullarda uyuşturucu kullanma yaşı 13’e kadar inmiştir. Zaman zaman gazetelere akseden, televizyonlarda teşhir edilen iğrenç skandallar durumun vehametini gözler önüne sermektedir. Sadece kuru bilgiyle, kuru uzmanlıkla, adına diploma denilen bir kâğıt parçasıyla iş bitmiyor. Son yıllarda öyle itler yetişti ki, en parlak Amerikan üniversitelerinden diploma almışlar ama büyük hırsızlık ve yolsuzluk yapıyorlar, yüz milyonlarca dolar çalıyorlar. Bunların diplomalarını o utanmaz yüzlerine tükürükle yapıştırmak gerekir.

(8) Bizde, bütün okullarda din ve ahlâk dersi var ama bunlar bir aldatmacadan ibarettir, son derece yetersizdir. Zaten din dersi kitaplarının müfredat listesine bakarsanız gerçeği anlarsınız. Türkiye bu topraklarda din ve ahlâkla kurulmuş, din ve ahlâkla yücelmiş ve bugüne kadar gelmiştir. Aradan din ve ahlâk çıkarsa Türkiye de yok olur. Hikmet-i vücudunun (varoluşunun) ana sebebi din olan bir ülkede dinle savaşmak, dini yıkmaya kalkışmak o ülkenin ve orada yaşayan halkın yok olmasına çalışmak demektir.

(9) Eğitimin, kültürün, millî kimliğin temeli yazılı-edebî lisandır. Türk lisanı uzun yıllardan beri sinsi bir sabotaja mâruz kalmıştır. Bugünkü genç nesiller artık zengin ve geniş ufuklu edebî-yazılı Türkçeyi bilmiyor, birkaç yüz kelimelik bir konuşma ve iletişim dili ile meramlarını anlatmaya çalışıyor. Bu zayıf, fakir, arı duru, kuşa dönmüş, kolu ve kanadı kırılmış öz Türkçe ile ayakta kalmak mümkün değildir. 1920’lerin zengin ve gelişmiş Türkçesine dönülmedikçe kurtulamayacağız. Kurtuluş anayasa değiştirmekle, yeni seçimlere gitmekle, birkaç kanunda rötuş yapmakla olmaz. Bir ülke yazılı-edebî lisanını kaybederse geriler, çöker, dejenere olur.

(10) Eğitim, lisan, kültür, sanat, mimarlık, şehircilik meseleleri Türkiye’nin ana meseleleridir. Halbuki bizim aydınlarımız ve halkımız bunlarla meşgul olmuyor, gündemimizde bu maddeler ve konular yer almıyor. Yapıcı olarak bu konular tartışılmalı, müzakere edilmeli, çare ve çözüm üretilmelidir. Bu eğitimle, bu üniversitelerle halkın yüzde doksanını üniversite mezunu yapsak yine selamete çıkamayız. 21 Mayıs 2002