Gerçek Âlim Yetişmezse
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cumartesi
Müslüman bir toplumda gerçek âlimler, ârifler, havas (seçkinler), kâmil insanlar ışık kaynağıdır. Onlar mâneviyat âleminin güneşleri, ayları, yıldızlarıdır. Ümmet bunlardan mahrum kalırsa etrafı karanlıklar sarar. Bugün olduğu gibi.
Türkiye Müslümanları uzun yıllardan beri hâfız yetiştirmek için çırpınıyor. Sırf hâfızlıkla halkı, toplumu aydınlatmak mümkün değildir. Hâfızlık başka, ilim ve irfan başkadır.
Devlet kontrolundaki İmam-Hatip mekteplerinden ve İlahiyat fakültelerinden de gerçek âlimler, ârifler, mürşidler yetişmemiştir. Evet, o okul ve fakültelerden az buçuk dinî bilgisi olan inançlı kimseler yetişmiştir ama toplumun din nurlarıyla aydınlanması için yeterli olmamıştır.
Şu anda Türkiye’de büyük bir karanlık hüküm sürmektedir. İslâmî hizmet ve faaliyetler çıkmaza girmiştir. Müslümanların ilim, irfan, kültür, medeniyet, araştırma, sanat müesseseleri, mektepleri, merkezleri yoktur. Müslümanların ciddî tebşir
tebliğ, dâvet müesseseleri mevcut değildir. Müslümanların bilgi bankaları, stratejik araştırma enstitüleri yoktur.
Câhillik, yetersizlik karanlık demektir.
Kırsal kesim, gecekondu, köylü, taşra, varoş kafalıların yüksek tabakayı, şehirlileri irşad etmeleri, hidayetlerine vesile olmaları mümkün değildir. Hâfızlarla Bağdad caddesindeki, Ataköy’deki, Bebek’teki, Etiler’deki, lüks sitelerdeki halkı ve gençliği İslâm’a çağırmak mümkün bir iş değildir.
Müslümanların başındaki adamlar yıllardan beri plansız programsız, hesapsız kitapsız, stratejisiz çalışmalar yaptılar. İslâmî hizmet ve faaliyetler için milyarlarca dolar toplayıp harcadılar. Lakin kurtulamadık. İçinde bulunduğumuz kötü durumun sorumlusu masonlar, ateistler, dinsizler değil, Müslüman halkın başındaki din baronlarıdır.
Seyahat hürriyeti insanların temel haklarındandır. Bizde bu hak ve hürriyet çok şükür vatandaşlara tanınmıştır. Ancak bir istisnası vardır, o da hacca gitmektir. Hac konusunda tam devletçi, diktatörce bir uygulama mevcuttur. Bu sene bazı vatandaşlar hacca gitmek istemişler, bunun için Suudî Arabistan vizesi almışlar, fakat kendilerine izin verilmemiş, imkân tanınmamıştır. Tanıdığım bazı kimseler Arabistan’a komşu ülkelerden, Almanya gibi Avrupa ülkelerinden gitmek istemişler, bunun için gerekli pasaporta ve vizelere sahip olmuşlar, fakat, pasaportlarında Suudî Arabistan vizesi bulunduğu için havaalanlarından, sınır kapılarından dışarıya çıkartılmamışlardır.
Türkiye Müslümanlarına hac konusunda çıkartılan zorluklar hukuka, insan haklarına, adalete, eşitliğe, insafa aykırı bir uygulamadır. Roma’ya, Kudüs’e, Paris’e gitmek serbesttir. Pasaportunu alır, vizeni çıkartır, canının istediği uçağa biner ve gidersin. Hacca gitmek böyle değildir. Komünist rejimlerde, diktatörlük düzenlerinde olduğu gibi bir sürü engel, formalite, güçlük çıkartılmaktadır. Birtakım seyahat firmalarına bu yolla trilyonlar kazandırılmaktadır. Haccetmek isteyen Müslümanlara ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi muamelesi yapılmaktadır.
Böyle diktatörce uygulamalar, temel hak ve hürriyetleri kısıtlamalar, dindar vatandaşlara eziyet etmeler, güçlük çıkartmalar hiç kimseye şeref kazandırmaz.
Gelelim ince bir meseleye: Müslümanlar bu muameleye layık mıdır? Elbette layıktır. Çünkü Peygamber-i zişan efendimiz (Salat ve selam olsun ona), “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyurmuşlardır. Paramparça olmuş, bin hizbe ve cemaate bölünmüş, kırsal kesim ve gecekondu kültür ve zihniyetine saplanmış, hem İslâm’ın hem de çağın gerisinde kalmış Müslümanlar demek ki, böyle bir muameleye layıktır.
İyi ve güzel bir Müslüman olmak için mutlaka okumuş, çok bilgili, tahsilli olmak gerekmez. Okuma yazma bilmez bir kimse de iyi ve güzel bir Müslüman olabilir. Temiz, bozulmamış, saf, iyi kalpli bir bedevî düşünelim. İçinde fitne ve fesat yoktur. Misafirperver ve mürüvvetlidir. Güler yüzlüdür, sevgi doludur. Ekmeğini ve katığını yabancılarla, gariplerle paylaşır. Misafirlerini çatısı altında seve seve barındırır. Âbiddir, zahiddir, şâkirdir. Haddini bilir. Aç gözlü değildir. Kötülüğe aklı ermez… Böyle bir adamı, yüksek âlimler, gerçek aydınlar da sever ve takdir ederler. Ona hayranlık duyarlar.
Sadece kuru ilim kişiyi iyi ve güzel Müslüman yapmaya yetmez. İlmin yanında aşk, muhabbet, ahlâk, fazilet de olması gerekir. Bunlar da kâfi gelmeyebilir. İlâveten hikmet-bilgelik bulunması icab eder.
Benlik en büyük belâdır. Ben ben ben diyen Mevlâsını nasıl bulur?
İnsanları kazanmak, kendisini onlara sevdirmek için bazen bir tebessüm bile yeterlidir. Bir gönül alma, küçük bir dostluk tezahürü kalpleri fethedebilir.
Sevgi, şefkat, merhamet ne büyük güçlerdir.
Müslümana en yakışmayan şey kin ve intikam beslemektir. “Kimde kin varsa ondan din yoktur” buyurulmuştur.
Kendini dev aynasında görenler cücedir.
Dini imanı para ve menfaat olanlar nasıl Müslüman olabilir?
Riyâset, şöhret, mal ve cah peşinde koşanlar ne kadar beyinsiz mahluklardır. Onların yaptığını köpekler yapmaz.
Karıncalar, diğer bazı böcekler yiyeceklerini biriktirir. Yiyeceğinden fazlasını yığmak, kenz etmek ne kadar büyük bir aptallıktır.
Peygamber insanların en akıllısı, en hikmetlisi idi. O, mal ve para topladı mı? Hangi kâmil insan, bilge kişi maddeye, mala, dinar ve dirheme bende olmuştur? Bunların bendeleri tezek böceklerinden daha âdidir.
Akıllı kişi, ebedî saadetini fânî kuruntulara feda etmez. Müslüman mısın, o halde iyi ve güzel bir insan olmak için çalış. İyi ve güzel insan olmaksızın Müslüman olunmaz. 28 Mart 1999