Cuma

Aydıncıklar, yarı aydınlar, çeyrek aydınlar, aydınımsılar var ama sanırım bu memlekette gerçek aydın çok az. Türkiye’de yeterli sayıda gerçek aydın olsaydı ülke bu hale gelmezdi.

Aydın olmanın şartları var:

Bir kere çağdaş seviye ve standartlarda genel kültür sahibi olacak. Bu da güçlü bir lise tahsili ile mümkün olur. Bizde lise var mı? Kocaman beton binalar yapmışlar, kapılarına lise yazmışlar ama bunlar kesinlikle lise değil.

Türkiyeli bir aydının millî kimliğe bağlı olması, millî kültürü de bilmesi gerekir. Yazılı ve edebî Türk lisanı, Türk edebiyatı, Türk tarihi, Türk sanatları, Türk mimarîsi. Mimarlık bakımından Fındıklı Camii ile Dolmabahçe Camii arasındaki farkı bilmeyen, anlamayan biri nasıl aydın olabilir?

Kişinin aydın olması için yüksek ahlâka, yüksek karaktere sahip olması gerekir. Şecaat, hikmet, mürüvvet, firaset, cesaret, azim, sabır, teenni, itidal… daha nice güzel sıfat ve hasletlerle bezenmiş olmalıdır gerçek aydın.

Bizde gerçek aydın olsaydı, son otuz kırk yıl içinde Türkiye de, Nelson Mandela’lar, Rahibe Tereza’lar yetiştirmiş olurdu.

Türkiye yakın tarihinde niçin Albert Schweitzer gibi bir adam yetiştiremedi?

Ülkeyi pislik tufanları götürüyor. Bu felaketle öncelikle gerçek aydınların mücadele etmesi gerekir.

Büyük medyada sözde temizlik kavgaları yapılıyor. A gazetesi B gazetesinin pisliklerini ortaya çıkartıyor; B de A’yı karalıyor. Tencere dibin kara, seninki benimkinden kara…

Gerçek aydın kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Kendi kardeşi yolsuzluk yapsa onu da tenkit eder.

Peki İslâmî kesimde yeterli sayıda gerçek aydın var mı? Bunca başarısızlık, aksaklık, karışık iş var da kaç kişi özeleştiri yapıyor, sorguluyor?

İslamî kesimde yeterli sayıda gerçek ve güçlü aydınlar olsaydı, Başbağlar Köyü katliamı dosyası kapatılabilir miydi? Sarp dağlarla çevrili bir Müslüman köyünde camiden çıkan otuz küsur zavallı, mâsum, suçsuz vatandaş gözü dönmüş hainler ve câniler tarafından kurşuna dizilerek şehid ediliyor ve katiller bulunamıyor, şehitlerin kanları yerde kalıyor. İslâmî kesime bu ayıp yeter de artar.

Sivas’ta halkı kışkırttılar; Aziz Nesin denilen militan, saldırgan, provokatör din düşmanı Müslüman halkı öfkelendirmek, üzmek, tahkir etmek için elinden geleni yaptı. Bu kışkırtmalar sonunda üzücü hadiseler oldu, bir otelde çıkan yangında dumandan otuz küsur kişi öldü. Hadiseyi müteakip yakalananlardan otuz küsur kişi idama mahkum edildi. Bu memlekette eşitlik olsaydı Sivas hadiseleri ile Başbağlar katliamı arasında ayırım yapılmaması gerekmez miydi?

İslâmî kesimde yeterli sayıda güçlü, vasıflı, hakikî aydın olsaydı yıllardan beri süren başörtüsü yasağı ve terörü bugünkü vahim seviyeye gelir miydi?

Gerçek aydın olabilmek o kadar kolay mı sanılıyor? Aydın olmanın nice şartı var:

1. Bütün kötülüklerle mücadele edecek. Bu konuda ayırım yapmayacak.

2. Evrensel temel insan haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine saygılı olacak. Kendisi ateist de olsa, dindar vatandaşların din, inanç, inandıkları gibi yaşama hak ve hürriyetlerini koruyacak.

3. Çok okumuş, önemli diplomalara sahip olmuş, zeki, kültürlü bir insan sapık ve çürük bir ideolojiye din gibi bağlanmışsa o da gerçek aydın değildir. Stalinci, Maocu bir adama aydın denilebilir mi?

4. Müslüman aydın olabilmek için doğrudan doğruya ve dolaylı olarak hiçbir şekilde din sömürüsü, din ticareti yapmamak gerekir. Din rantı yiyen, din yoluyla servet edinen adam Harvard mezunu da olsa aydın olamaz.

5. Gerçek aydın bütün iyi şeyleri destekler, bütün kötülüklerle de mücadele eder.

Türkiye’de her kesime mensup yüz kadar gerçek, güçlü, vasıflı, üstün aydın olsaydı, şimdiye kadar memleketin hakkında bu seçkin vatandaşların bir bildiri, bir manifesto yayınlayarak kötüleri ve hainleri protesto etmeleri, çare ve çözümler göstermeleri, teklifler getirmeleri gerekirdi.

Gerçek aydınlar hiçbir baskıdan yılmazlar. Gerçeğe, ülkesine, insanlığa hizmet uğrunda gerektiğinde canlarını bile vermeye hazır olurlar.

Medeniyet asfalt yollar, uçaklar, elektrik, konfor ve lüks, modern cihazlar, beton binalar, maddî zenginlik değildir. Medeniyetin asıl temelleri ilimdir, irfandır, kültürdür, bilgeliktir, adalettir, hukuktur, sanattır, güvenliktir. Bütün bunlar aydın kişilerle vücut bulur.

Aydınlar bir ülkenin beyni ve kalbi gibidir. Beyinsiz ve kalpsiz bir memleket ölmüş demektir.

Yıllardan beri temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp ortaya çıkartılan kuruntular, yalanlar var. Din bu ülke için büyük tehdit ve tehlikeymiş… Şeriat tırmanıyormuş… Başörtüsü siyasal İslâm’ın simgesi imiş… Bu memlekette gerçek aydın olsaydı, bu yalanlar ve kuruntular revaç bulabilir miydi?

İnsanlığın ve bilhassa bu ülkenin en büyük değeri ve olgusu olan din ile kıyasıya mücadele eden küçük adamlar her şey olabilirler ama asla aydın olamazlar.

Amerika’da devlet başkanı 250 dolardan daha kıymetli bir hediye kabul etse onu hemen alaşağı ediyorlar. Bizde birtakım devletliler Hindistan filini üzerindeki kulübe ile birlikte yutuyor da, onlara hiçbir şey yapılamıyor.

Bir memlekette gerçek aydın yoksa orada çok büyük, çok vahim, çok korkunç bir eksiklik var demektir. Gerçek aydının olmadığı yerde eğitim, üniversite, basın, hukuk öksüz kalmış demektir.

Yazık ki, beyin ithal edilebiliyor ama gerçek aydın ithal edilemiyor. 05 Eylül 2001