Gerçek Büyükler, Sahte Büyükler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Pazartesi
Dünyada büyüklük, güç ve şöhret (ün) birkaç çeşittir ve bunlar birkaç yoldan kazanılır. Para ile kazanılan büyüklük ve güçtür. Bu büyüklük gerçek ve kalıcı bir büyüklük değildir. Büyük kişi parasını, zenginliğini, malını yitirince büyüklüğü de, gücü de gider. Bunları ölümüne kadar elde tutsa bile ölümden sonra gider. Yakın tarihimizde ülkemizin ehl-i dünya kesiminde çok büyük insanlar vardı. Öldüler, büyüklükleri bitti. Biraz şöhretleri kaldı o da bitecek.
Şöhret birkaç türlüdür. Birincisi yalancı şöhrettir. Eskiden buna şöhret-i kâzibe denirdi. Şöhretin yalan olmayanı bile âfettir. Yalan ve sahtesi ender âfettir. Gerçek büyüklük, âfet olmayan gerçek şöhret, sayıları çok az olan hayırlı kimselerde bulunur ve onlara zarar vermez. Gerçek büyükler büyüklüğe, güce, şöhrete asla tâlip olmazlar. Bunlara mâruz kalırlar, yâni onlar istemez ama bunlar kendilerine gelir.
Başlangıcından sonuna kadar tarihin en büyük insanı Son Peygamber Hz. Muhammed aleyhisselâmdır. O’nun büyüklüğü para ile, mal ile, servet ile elde edilmiş bir büyüklük değildir. Allah tarafından seçilmiştir ve insanlara “en güzel bir örnek ve model olarak” gösterilmiştir. (Kur’ân’da bu meâlde âyet vardır.)
Ondan sonra diğer peygamberler büyüktür. Peygamberlerden sonra insanların gerçek ve hayırlı büyükleri peygamberlere dost, yardımcı ve havari olan mü’minlerdir. Bunların en hayırlıları da bizim Peygamberimizin Ashabıdır. Peygamber “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine bakarsanız doğru yolu bulursunuz.” buyurmuşlardır.
Ashabdan sonra, insanların en hayırlıları, Peygamberi görmeyip ashabı görmüş olan Tâbiîndir. Sonra Tebe-i Tâbiîn… İlk üç kuşaktaki yüksek ve hayırlı Müslümanlara Selef-i Sâlihîn denir.
İslâm’da fıkh mezhepleri vardır… Tasavvuf tarikatleri vardır… Kur’an’a, Sünnete, Şeriata uygun olmaları şartıyla bunlar haktır. Bir de ‘fırka’ denilen topluluklar bulunmaktadır. Bunlar az veya çok Kur’ân’dan, Sünnetten, Şeriattan ayrılmışlardır. Kimisi bid’attir, kimisi sapıktır, kimisi küfürdedir.
İslâm dininde ve kültüründe cemaatçilik, cemaat asabiyeti, cemaat fanatizmi yoktur. Dinî hizmet ve faaliyet yapmak için dernek, vakıf elbette kurulabilir, bir cemaat oluşturulabilir. Lâkin bu derneklerin, vakıfların, cemaatlerin din içinde ayrı bir din haline gelmeleri doğru değildir. Zamanımızda öyle cemaatler, fırkalar, hizbler var ki kendilerini yüce İslâm dini ile özleştiriyorlar. Yani bütünü parçanın içine sığdırmaya çalışıyorlar. Yanlış!..
Sultanlık iki türlüdür; Dünya sultanlığı… Gelir geçer. Mâneviyat sultanlığı: O gerçek sultanlıktır, kalıcıdır. İbrahim bin Edhem Hazretleri önceleri Belh sultanıydı, sonra bir gün derviş elbisesi giyerek sarayın arka kapısından kaçtı, gitti, kayboldu… İşte bundan sonra maneviyat âleminin sultanı oldu. Bir lokma ekmek alacak parası bile bulunmazdı. Soğuk gecelerde hamam külhanlarında kül, toz, toprak içinde yatardı. Dünyevi bakımdan bir hiç olmuştu. Bu hiçlik ona hepi buldurmuştu.
İstanbul’un iki vâlisi vardır. Biri vilayet konağında oturan devletin valisi. Onlar gelir geçer. Lütfü Kırdar… Fahrettin Kerim Gökay… Haydar Bey… Falan Bey… Filan Bey… Feşmekan Beyefendi… İstanbul’un manevi valisi, ruhaniyet aleminin büyüğü Eyüb’tedir. Peygamberin mihmandarı, Ashabın büyüklerinden Ebu Eyyub el-Ensarî Radiyallahu anh. Onun valiliği ve büyüklüğü gerçektir. Sayın valimiz bu satırlarımı okurlarsa (okuyacaklarını tahmin etmiyorum…) sakın kırılmasınlar. Doğru söze ne denir…
Müslümanların kurtuluşu gerçek büyüklere tâbî olmaları, onlara bağlanmaları, onları sevmeleri, onların yolundan gitmeleri, onların emir ve öğütlerini tutmalarıyla mümkündür. Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbani Hazretleri “Siz Ashabı Kiramı görmüş olsaydınız, onlara deli derdiniz. Onlar sizi görmüş olsalardı, size Müslüman demezlerdi…” buyurmuşlardır.
Bu devir Müslümanları, para gücüyle sahte büyüklükler ve sahte şöhretler elde eden bir takım kimselere hayran oluyorlar, onların peşlerine takılıyorlar, onları kendilerine imam/önder kabul ediyorlar. Bu ise kendilerini çıkmaz sokaklara sokuyor. Gerçek âlimleri, kâmil mürşitleri, muhterem gerçek/icazetli şeyh efendileri, sâlihleri tenzih ederim. Hayırlı duaları üzerimize sâyeban olsun (Bizi gölgelesin).
Onların ellerinden öperim.
Ancak, zamanımızda halkın bir kısmının maneviyât büyüğü sandığı öyle kişiler var ki, halktan İslâmî hizmet ve faaliyet için topladıkları paralarla kendi şahsi/nefsani propagandalarını yapıyorlar. Hazretim çok büyük… Hazretim en büyük… Hazretim göklerde uçuyor… Daha neler neler… İnsanların en büyüğü olan Resul-i Kibriya Aleyhi Ekmelüttahaya Efendimiz bir kere miraca çıkmışlar, bunlar maşaallah hiç gökten aşağı inmiyorlar, fesubhanallah!..
Namus ve şereflerini koruyarak erdemli bir şekilde politika hizmetleri yapanları da tenzih ederim. Başarılarına dua ediyoruz. Lâkin öyleleri var ki Şeriatın, İslâm ahlâkının, bilgeliğin, hukukun kabul etmediği haram yollarla efsanevî servetler elde ediyorlar ve bunlarla kendilerine büyüklük, şan şöhret, nüfuz, güç satın alıyorlar. Bunlar gerçek büyük değildir.
(mutlaka desteklenmeleri gerekiyorsa)
İslâm tarihine bakalım, gerçek büyükler büyüklüklerini parayla elde etmemişlerdir. Nasıl büyük olmuşlardır? İlimle, irfanla, yüksek ahlâk ve karakterle, faziletle, hikmetle, takvayla, vera ile, cihad ile, tevazu ile, zühd ile…
Büyük imamların, tasavvuf erbabının içinde çok ender olarak dünya malına sahip bulunanlar olmuş, fakat onlar bu zenginliğe rağmen zühd ve fakr içinde yaşamışlardır. Ebu Hanife ve Ubeydullah Ahrar Hazretleri gibi.
Zamane Müslümanları, genellikle, gerçek büyüklerle sahte büyükleri ayırt edemiyor. Bu dikkatsizlik dolayısıyla da nicelerinin ayakları kayıyor. Parayla, yalan dolanla, şeytani propagandalarla büyük olmuş ve gafillerin gönüllerinde taht kurmuş… Böylesine tabî olanlar acaba Mevlalarını mı bulurlar belâlarını mı? 09 Ocak 2008