20 Aralık 1998 Pazar günlü yazı çıkmamıştır..

 

Tâhirülmevlevî (Tahir Olgun) merhum “Mesnevî Dersleri” adlı değerli eserinin birinci cildinin üçüncü kısmında (1950, sayfa: 1078) şöyle yazıyor:

“Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimize ve ehl-i beytine sadaka ve zekât almak haram kılınmıştı. Fakat hediye kabul eder ve mukabilinde bulunurdu (karşılığında hediye verirdi). Bu sünnet-i seniyyeye ittibâen mevlevilikte de sadaka almak memnu’ (yasak) idi. Bir mevlevî dervişi üç gün aç kalmayınca kimseden bir şey isteyemezdi. Yalnız “niyaz” dedikleri hediyeleri alırlardı.

Sultan Abdülaziz devrinde Galata Mevlevihânesi neyzenlerinden İsmail Dede nâmında zârif bir derviş varmış. Zarafeti dolayısıyla vükelânın ma’lumu ve sevgilisi imiş. Bir Ramazan günü Bayezid camiinde oturuyor, “Bayram yaklaştı. Çoluk çocuk öteberi ister” diye düşünüyormuş. O sırada Sadrıazam Âli Paşa camie gelmiş. Dedeyi düşünceli görünce uşağının eline birkaç altın vermiş, “Şunu Dedeye götür de Paşa’nın zekâtı imiş, kabul etsin diyor” demiş. Uşak götürmüş. Dede bir altınlara, bir de uşağın yüzüne bakmış, “Oğlum, Paşa’ya dualar ederim. Şunların adını değiştirsin de göndersin” demiş. Paşa bu temenniyi işitince gülmüş, “Hadi tekrar götür de, niyazı imiş de” emrini vermiş. Dede efendi de bu niyazı, yâni hediyeyi kabul etmiş.”

Eski olgun Müslümanların, kâmil mürşidlerin, hakikî şeyhlerin, sahici dervişlerin bu gibi menkıbelerinden alacağımız çok dersler, ibretler vardır.

“Bir mevlevî dervişi üç gün aç kalmayınca kimseden bir şey isteyemezdi” deniliyor. İşte dervişlik böyledir. Cerrarlık, dilencilik yapanlar, halkın parasını toplayanlar, mukaddesat vergisi kesenler, saf Müslümanları kaz gibi yolup inek gibi sağanlar nasıl mutasavvıf olabilir?

Tasavvuf yoluna girenlerin gönülleri zengin olmalıdır. Dini, imanı, şeyhliği, dervişliği, Şeriat’ı, tarikat’ı, islâmî hakikatları âlet, istismar, vasıta kılarak para toplayanlar ne kadar kötü bir yoldadır.

Yukarıda adını verdiğimiz eserin aynı cildinin 964’üncü ve onu takip eden sayfalarında Hazret-i Mevlânâ sahte şeyhleri şöyle tasvir ediyor:

“Kendisinde ilahî bir râyiha ve bir eser yokken halkı irşad hususunda Şit ve Âdem aleyhimesselâmdan ileri gider.

Derviş sözlerinden birçoğunu çalmış ve ezberlemiş, kendisini adam yerine koydurtmak için onları tekrarlayıp duruyor.

Bâyezid-i Bistamî’nin yanlışını bulmaya çalışır. Fakat onun iç yüzünden Yezid bile hayâ eder.

Semavî sofradan ve ekmekten nasibi yok. Cenab-ı Hak onun önüne bir kemik bile atmamış.

“İrşad sofrasını açtım, nâib-i ilahiyim ve halife zâdeyim” diye bas bas bağırıyor.

İleride olgunlaşmak vaadiyle birçok kimse yıllarca onun etrafında toplanır ve vaad ettiği yarınlar bir türlü gelmez.”

İşte Hazret-i Mevlânâ Celalüddin Rumî kaddesallahu sırrehussami efendimiz sahte şeyhleri, yalancı mürşidleri böyle tavsif etmektedir.

Onların içleri kirli ve karanlık, dışları parlak ve şaşaalıdır. Etraflarına bir sürü câhil, safdil, çabuk kanan adam toplarlar. Yıllarca onları oyalar, aldatır, afyonlarlar. Sizi irşad edeceğiz, sizi olgunlaştıracağız diye Ümmet-i Muhammed’ten büyük paralar toplarlar. Sonunda ne fütuhat olur, ne kemâl bulunur.

İnsan bir âlime, bir şeyhe, bir mürşide bağlanmadan önce araştırma yapmalı; onun hakikî âlim, şeyh, mürşid olup olmadığını kontrol etmeli. Şeriat’a uymayan kişiden ne âlim olur, ne şeyh, ne de mürşid. Resûlullah efendimizin muhkem ve müekked sünnetine zıt halleri, davranışları olan kişiler de âlim, şeyh, mürşid olamaz.

Peşine takılan saf, câhil, çabucak inanıp kanıveren Müslümanların paralarını devşiren adamlarda hayır yoktur.

Eskiden Mevlevi dervişleri, üç gün aç kalmadıkça kimseden bir şey istemezlermiş. Derviş böyle olursa şeyhin derecesini, yüksekliğini siz düşününüz.

Zamanımızda şeyhlik, dervişlik, mürşidlik, hazretlik taslayan bazı şarlatanlar var ki, dini, imanı, Şeriat’ı, tarikatı, mukaddesatı âlet ve istismar ederek Karun gibi zengin olmuşlardır. Bu adamlar tarihin eski çağlarında yaşamış Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar gibi tantanalı, şaşaalı, israflı, bid’atli, isyanlı, günahlı bir hayat sürmekte; Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) kurtarıcı sünnetine tamamen zıt lüks meskenlerde yaşamakta, su gibi para harcamakta, pahalı dabbelere binmekte, artist gibi giyinmekte, mükellef sofralarda racalar ve mihraceler gibi tıkınmaktadır. Vah bunların peşine düşen zavallılara!

Muteber hâdis kitaplarında yazılıdır. Bizim sevgili Peygamberimiz vefat ettiklerinde zırhı, birkaç ölçek buğday (başka bir rivayette birkaç ölçek arpa) mukabilinde Medineli bir Yahudide rehin bulunuyormuş. İşte biz böyle bir Peygamberin ümmetiyiz. O Peygamber bazen aç kalırdı da kimseden bir şey istemezdi.

İslâm, bağlılarına kanaati, tevazuu, alçakgönüllülüğü, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı emretmektedir. Lüks, israf, aşırı ve gösterişe yönelik tüketim, tenperestlik, rahat ibtilâsı şeytanın işleridir. Böyle şeyler akıllı, vicdanlı, şuurlu Müslümanlara yakışmaz.

Evlerindeki banyoların, tuvaletlerin musluklarını ve madenî aksamını altınla kaplatan, mücevher dükkanı gibi mutfaklar yaptıran Müslümanlar; âhiret işleri, ibadet ve taat konusunda pek gevşek, pek ihmalkâr, pek tembel olmuşlardır. İçinde bulundukları hal onları selâmete ulaştırmaz. Bunu iyi bilsinler.

Bu satırlarıma bakıp da beni tarikat, tasavvuf, şeyh karşıtı sananlar hatâ etmiş olurlar. Ben hakikî şeyhlere, hakikî mürşidlere, hakikî dervişlere büyük hürmet, sevgi besleyen bir Müslümanım. Tasavvufa taraftarım. Lakin bu ulvî ve mukaddes müesseselerin birtakım sahtekâr, alçak, din sömürücüsü arivistler, üç kâğıtçılar, riyâkârlar, müteşeyyihler (şeyh taslakları) tarafından şahsî menfaatlere âlet edilmesine, dünyevî ihtiraslara vasıta ve vesile kılınmasına şiddetle karşıyım.

Hakikî şeyhlerin, dervişlerin, tarikatlıların (tarikatçıların değil!) ellerinden değil, ayaklarından bile öperim.

Müslümanlar! Bağlanacaksanız Kitabullah’a, Sünnet’e, Şeriat ve fıkıh ahkâmına uyan, Sâlih seleflerin yolundan giden, din ve mukaddesat bezirgânlığı yapmayan gerçek şeyhlerin, kâmil mürşidlerin eteklerine yapışınız. 21 Aralık 1998 Pazartesi