Salı

Sultanahmet camiinde, bir Avrupa ülkesinde çalışıp oradan emekli olmuş bir Müslüman ile tanıştım. Yanındaki arkadaşlarıyla birlikte civardaki bir çayhânede oturup sohbet ettik. Avrupa görmüş, eline biraz para geçmiş, islâmî hizmet ve faaliyetlere katkıda bulunmuş olan vatandaşımız çok şikâyetçiydi. Din rantçılığı, din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı hakkında çok şeyler biliyor, çok şeyler seziyordu.

Maalesef din rantçıları islâmî hareketi kirletmişler, mıncıklaya mıncıklaya bugünkü hale getirmişlerdir.

Din rantçıları kimlerdir? Hangi şahıslar, hangi gruplar, hangi kliklerdir?

Din rantçısının dini imanı para, menfaat, servet, şöhret, riyâset, benliktir. Onların lisanlarındaki “Din, iman, Müslümanlık…” gibi mukaddes lâfızlara aldanmayınız. Herifler, “Biz kendimiz için para topluyoruz, biz kendi enâniyetimizi tatmin için çalışıyoruz” diyecek değiller.

Ben 1933 doğumluyum. Osmanlıdan kalan büyük ve hakikî din âlimlerine, büyük ve hakikî tarikat şeyhlerine, gerçek Müslüman münevverlere (aydınlara), sahici hocaefendilere ve beyefendilere yetiştim, onları gördüm, bazılarını yakından tanıdım. Onların dini imanı para değildi. Aşkla, şevkle, ihlasla, istikametle (doğrulukla), sabırla, ücretlerini Allah’tan isteyerek hizmet ederlerdi.

Bediüzzaman hazretleri bir ihlas, ahlâk, fazilet kahramanıydı… Tehlikeleri göze alarak, icabında zindanlara düşmeyi kabul ederek kıyıda köşede, evlerinde talebe okutan eski dersiâmlar, müderrisler, icâzetli ve âmil âlimler Muhammedî ahlâkla hizmet görürlerdi. Öyle yaşlı âlimler vardı ki, yemek olarak tarhana çorbası, bulgur pilâvı, tatlı olarak üzüm hoşafı ile iktifa ederler (yetinirler), bunları da bulamazlarsa kuru ekmekle karınlarını doyururlar, çürük çarık kira evlerinde otururlar, lakin asla ve asla din ticareti, mukaddesat bezirgânlığı yapmazlardı. Merhum ve mağfur üstadımız Mahir İz beyefendi öğretmenlik yapardı. Her ay maaşını alır almaz, kırkta birini zekat olarak ayırır ve fakirlere dağıtırdı. Fıkıh kurallarına göre, yeni alınan bir maaşın zekatının verilmesi gerekmezdi ama o yine verirdi.

Eski üstadlarımız, hocalarımız, şeyhlerimiz, büyüklerimiz, mürşidlerimiz şüpheli, bulaşık, haram, şâibeli para ve gelirlerden, ateşten korktukları ve kaçtıkları kadar korkar ve çekinirlerdi.

Şimdi namussuz, şerefsiz, rezil, arsız, hayâsız, utanmaz, doymaz, haddini bilmez birtakım adamlar çıktı ve bunlar, şeytanî makinalarının bir tarafından din, iman, İslâm, mukaddesat, hizmet, kurtuluş, halâs, selâmet edebiyatı koyuyorlar ve öbür tarafından çuval çuval, torba torba, sandık sandık dolar, mark, altın, gümüş, dinar, dirhem elde ediyorlar. Bu adamlar daha fazla zengin olmak için faizcilik bile yapıyorlar. Kur’an-ı Azimüşşan “Faizciler Allah’a ve Resûlüne savaş ilân etmişlerdir” dediği halde. Bu adamlar yıllardan beri Müslümanları aldatıyor, afyonluyor, oyalıyor, sersemletiyor. Bunların işleri güçleri yalandır, emânete hıyânettir. Bunlar yapamayacakları şeyleri yapacağız derler, vaad ederler. Bunlar kendilerine taparlar.

Bu din rantçıları, bu mukaddesat sömürücüleri, bu trilyon götürücüleri davâmızın önündeki büyük engellerdendir.

Gençler

Üniversitede eğitim görevlisi bir dostum var. Çevresi geniştir, teşkilatçıdır, öğrencileriyle yakından meşgul olur. Kendisinden zaman zaman, ücretli olarak fakat hevesle, zevkle çalışacak öğrenciler tavsiye etmesini isterim. Yayıncılık, tashih gibi işlerde, çeşitli yardımcılıklarda. Bana verdiği cevap şudur:

– Erkek öğrencilerin kalitesi çok düşmüştür. İçlerinde iyi, temiz çocuklar var, lakin bir işe yaramazlar. Çalışkan, azimli, tuttuğunu kopartır, iş bitirir, iş becerir vasıflı genç hemen hemen kalmadı. Kız öğrenciler bu konularda daha başarılı oluyor. Arzu ederseniz onlardan bir kaçını tavsiye edebilirim.

Benim şu sıralarda çevrem o kadar geniş değil ama, aynı kanaatteyim. Cemaatçilik ruhu, birkaç yerden burs almak Müslüman gençlerin ahlâkını bozdu. Genellikle herkes avanta peşinde. Benden resmî bir müessesede maaşlı iş bulmamı isteyen bazı gençlere müstehzi bir şekilde “Bari sizi Belediyede bir danışmanlığa tâyin etsinler” diyorum.

Gençlerimizin genel kültürü yeterli değil. Güçlü bir ahlâk ve karakter terbiyesi de alamıyorlar. Yirmi yirmi beş yaşındaki gençlerin sık sık “Bana göre, benim görüşüme göre…” şeklinde sözler sarfettiklerini işitiyorum. Genç, yetişmemiş, pişmemiş, birikim sahibi olmamış bir genç için böyle konuşmak ne kadar ayıptır. Cahilliklerinden dolayı her konuda kendilerini mutlak müctehid gibi görüyorlar. Bir din baronuna intisap etmiş gençler, o intisabın kendilerini kemale erdirmiş olduğunu, din baronunun eteğine yapışarak Mevlâ’yı bulduklarını; başkaca ilme, irfana, edebe ihtiyaçları bulunmadığını sanıyorlar.

Bu satırları gençlerimizi üzmek, onları hafife almak için yazmıyorum. Faydalı olmak, ikaz etmek (uyarmak) için kaleme alıyorum. Kendilerini islah etsinler, var güçleriyle yararlı adam olmak için çalışsınlar. 28 Temmuz 1999