Perşembe

 

19’uncu asırda Kafkasya’da cihad destanları yazan İmam Şâmil hazretleri gerçek bir İslâm büyüğüydü. Üç tarafı vardı. Birincisi icazetli din âlimiydi; ikincisi, yine icazetli tarikat şeyhiydi, Hâlidi Bağdadî’den icazetliydi; üçüncüsü emîrü’l-mü’minîn idi, yâni Müslümanların dünya işleri başkanıydı.

Şeyh Şâmil hazretleri, Peygamber yolundan giden, Resûlullah’ın halifesi ve vârisi olan bir büyük sıfatıyla beş vakit namaza çok önem verirdi. Birgün huzurunda, Rus çarının göndermiş olduğu Alman asıllı bir general elçi olarak bulunmakta ve çarın nâmesini okumaktaydı. Çar bu nâmesinde, “Bize tâbi olursanız size Kafkasya hükümdarlığını veririz, yılda şu kadar altın tahsisat bağlarız…” gibi vaadlerde bulunuyordu. General Rusça nâmeyi okuyor, tercüman tercüme ediyordu. Bir ara, Şeyh Şâmil hazretleri sabırsızlandı ve tercümana hitaben:

– Generale söyleyiniz, namaz vakti geldi, kısa kessin… dedi.

İşte hakikî İslâm büyükleri namaza böyle önem verirler, İslâm’ın eyleme ait bu en büyük emrini hassasiyet ve titizlikle yerine getirirlerdi.

Zamanımızda Müslümanların başını çeken, İslâm büyüğü olarak görünen bazı kişiler var ki, namazı ve cemaati ikinci plana atmışlar ve kendi heva, heves ve kuruntularına dayanan bir gündem meydana getirmişlerdir. Herkes onlara intisap etsin, herkes onları öğsün, herkes onlara para versin, herkes onları alkışlasın, herkes onların şöhretine fuzulî dellâllık yapsın… Bu gibi programlar islâmî değil, şeytanî ve nefsanî programlardır. Böyle gündemlerle, böyle programlarla Müslümanlar zafere değil, hezimete giderler.

Bir Ümmet’in, bir cemaatin durumu lâflarıyla değil, işleriyle anlaşılır. Ben Müslümanlarla meskûn bir şehirde önce namaza, cemaate bakarım. Ezan-ı Muhammedî okununca halk, esnaf, hür ve mukim erkek nüfus camilere gidiyor mu? Cemaat halinde imamın arkasında namaz kılıyor mu? Bu hususu kontrol ederim. 2000 yılına yaklaştığımız şu devirde, Türkiye Müslümanları, İslâmcıları namazı ve cemaati terk etmişlerdir. Çok küçük bir kısmı kılmakta, cemaate katılmakta, diğerleri ihmal etmiş bulunmaktadır. Hadîs-i şerifte ne buyuruluyor: “Namaz dinin direğidir. Kim onu dik ve doğru tutarsa dinini doğrultmuş (sağlamlaştırmış, güçlendirmiş) olur. Kim de bu namaz direğini yıkarsa dinini yıkmış olur.” İşte, bugünün gafil Müslümanları, namazı ve cemaati ihmal etmiş oldukları için zillet, esaret, hakaret, sıkıntı içinde sürünüyor.

Namaz kılmak, cemaate katılmak kadar kolay bir iş var mı? Para ödemek, masraf yapmak yok, kanunî bir sakınca da yok. Lâkin nefs-i emmareler öylesine hâkim olmuş ki, hazırlanıp da camiye gitmek bazıları için çok zordur. Onlar nerede avanta, eğlence, nefslerine uygun gelen şey varsa oraya koşarlar.

Diyanet teşkilâtı da içten, dıştan darbelenmiş olduğu için cami görevlilerinin kalitesi genelikle çok düşmüştür. Müslümanları değil camiye çekmek, aksine camiden ve cemaatten kaçıran kimseler biliyorum. Herkes üzerine alınmasın, imamlık hizmetine ehil olan, vazifesini hakkıyla yapan kimselere ancak hürmet besleriz, kendilerini tebrik ederiz.

Yüksek tabakadaki bazı Müslüman hazretler, baronlar, mehdiler, iyi saatte olsunlar lükse, şatafata, israfa, gösterişe de pek düşkündür. Resûl-i Kibriya hazretlerinin dinine, dâvasına hizmet ettiklerini iddia ediyorlar, kendilerini o yüce Peygamber’in vekili olarak gösteriyorlar. Yalandır. Çünkü onlar, dünya hayatı konusunda Peygamber’in yolunun tam tersine bir istikamette gitmektedir. Peygamber dünya servetine önem vermezdi, “Fakrımla iftihar ederim” derdi. Büyük sıkıntıya düşse, aç kalsa bile kimseden bir şey istemezdi. Vefat ettiğinde zırhı, Medineli bir Yahudi’de birkaç ölçek buğday (yahut arpa) karşılığında rehin bulunmaktaydı. Mütevazı bir evde oturur, mütevazı bir binite biner, mütevazı elbise giyer, mütevazı yer içerdi. Onda gurur, kibir, israf, lüks, konfor, şatafat, nümayiş görülmezdi.

Türkiye’nin bazı din baronlarına bakınız. Özel hayatlarında Nemrud, Firavun, Şeddat, Neron, Kaligula gibi sefihâne bir şekilde yaşıyorlar. Lüks olmayan hiçbir şeyleri yoktur. Onlar sanki mütevazı, ucuz, gösterişsiz olan her şeye savaş açmışlardır. Böyle İslâm büyüğü olur mu?

Müslüman halkın bir kısmı şaşırmıştır, pusulayı kaybetmiştir. Futbol kulübü tutar gibi hizip, fırka, cemaat, tarikat tutar. Ne farzları, ne sünnetleri, ne Şeriatın ahkamını ölçü alırlar. Bizi destekleyenler iyi Müslümandır, desteklemeyenler münafıktır, sapıktır… Yok canım! Asıl sapıklar onlar da, haberleri yok.

Konuya namazla, cemaatle başlamıştık, yine onlarla bitirelim. Ezher’de tahsil etmiş muhterem bir hocaefendi ile geçen yıl görüştüğümüzde bana, “Namaz ve cemaat konusunda sizden başka yazan, üzerinde duran, teşvik eden yok” demişti. Ne acı şey. Ülkede bunca Müslüman lider, hoca, hocaefendi, şeyh, hazret, mücahid, ağabey, üstad, mehdi, kutub, gavs, kerametli, faziletli zevat var ve bunlar Müslümanları namaza, cemaate teşvik etmiyor. Bu da bir Kıyamet alâmeti olsa gerek.

Birtakım yalancılar “Biz İslâm nizamını getireceğiz, Asr-ı Saadet’i tekrar yaşayacağız” şeklinde ucuz, yaldızlı edebiyatlar yapıyor. Beş vakit namazı kılmaktan, cemaate katılmaktan âciz adamlar mı bunları gerçekleştirecek? Güler misin, ağlar mısın?

Ağır kaçacak ama yazmam gerekiyor. Maalesef bazı adamlar İslâm dâvâsını satmıştır. Yine öyle bir tâife vardır ki, bunlar din ve mukaddesat rantı yiyerek milyonlarca dolar vurmuştur. İslâmcı geçinen öyle kişiler vardır ki, bozuk düzenin kemiklerine köpekler gibi saldırmakta, şahsî servetlere nâil olmaktadır. Böyle gürûh-i lâ yüflihûnlardan ne hayır gelir?

Böylelerinin şahsî menfaatleri Müslümanların tefrika içinde yüzmesini, parçalanmış olmasını, birbirleriyle çekişmesini gerektirmektedir. Bu yüzden birlik, ittihat, tek bir imam etrafında toplanmak, Kitap ve Sünnete uygun metodlarla hareket etmek konusunda bir şey yapmazlar.

Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende haram yemek câizdir şeklinde şeytanî bir ruhsat ve fetva almışlardır. Bu yol onları zafere ve mutluluğa götürmez; hezimete ve cehenneme götürür. 05 Kasım 1999