Gerçek Medeniyet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Pazar
Bazıları medeniyet denilince asfalt yolları, otomobilleri, uçakları, televizyonu, elektrikli ve elektronik eşyayı, sür’ati, konforu düşünüyorlar. Bunlar medeniyet değildir, medeniyet bunlarla olmaz.
Bugün binbir rezalet, bozukluk, kokuşma içinde çırpındığımız bu vatan topraklarında bundan yüzyıllarca önce büyük bir medeniyet vardı. Mağribli büyük seyyah (gezgin) İbn Batuta’nın seyahatnâmesinde bizim o zamanki medeniyetimiz, kültürümüz hakkında ne güzel şehadetler ve tesbitler vardır. En küçük şehirlerde bile ilim, irfan varmış. Adalet varmış. Fütüvvet teşkilâtı, ahîlik, loncalar varmış. İnsan sevgisi, misafirperverlik, âlicenablık, mürüvvet varmış. Yüksek bir tasavvuf hayatı varmış.
Konya’da Mevlânâ Celâlüddin Rûmî kaddesallahu sırrehüssâmi hazretlerini düşünelim.
Şimdi bu topraklarda öyle kimseler var mı? Yetişiyor mu? Bunların kökünü kuruttular, müesseselerini kapattılar. Şimdi
ile doldu bu topraklar.
Gerçek ve üstün medeniyet
demektir. Öyle bir sevgi ki, sadece insanları değil hayvanları, bitkileri, denizleri, karaları da kucaklar. Fâtih Sultan Mehmed Han hazretleri
buyurmuşlardır. Eski Osmanlılar, ayağı veya kanadı kırılıp da uçamayan ve kışın sıcak yerlere göçemeyen kuşlar için vakıflar tesis etmişlerdir.
İstanbul’da
varmış. Geçenler içi oyuk taşa para atarlar, ihtiyacı olanlar da ellerini daldırır bir miktar harçlık alırlarmış. Şimdi böyle bir şey var mı, düşünülebilir mi?
Teknik her devirde değişen bir şeydir. Bundan bir asır önce eski borulu gramofonlar çıktığı vakit, bu âletleri görenler hayretten hayrete düşüyor, şaşkınlıktan ve hayranlıktan akıllarını yitirecek hale geliyorlardı. Şimdi onlar çöpe atıldı.
Önemli olan bir toplumun teknik seviyesi değildir. Onun insanlığı, ahlâkı, fazileti, hukuk ve adaleti,
Sokrates zamanında bugünkü teknik, konfor, hız, kolaylık yoktu. İnsanlar geceleri kandillerin titrek ışıklarıyla aydınlanıyordu. Karada yayan veya atla yol alıyorlar, denizde yelkenli veya kürekli gemilerle yolculuk yapıyorlardı. Ama
Çünkü o hikmetli
bir kişiydi.
ve
da öyleydiler.
Bilgeliğe dayanmayan medeniyet sahte, yalancı, canavar bir medeniyettir. Bugünkü gibi.
Otomobili, buzdolabını, televizyonunu, lüks elektronik eşyayı, müzeyyen (süslü) meskenleri, israflı bir hayat tarzını medeniyet sanan ve sayan bazı câhil Müslümanlar görmekteyim. Bu gibilerini uyarmak gerekir. Medeniyeti bu şekilde anlamak şeytanî bir vesveseden
ibarettir.
Bir ülkede zengin bir lisan ve gelişmiş bir edebiyat yoksa, orada sahici bir medeniyet aramak kutuplarda hurma ağacı aramak kadar abestir, boştur.
Yirmi birinci asra giriyoruz. İstiklâl Marşımızda şâirin
olarak vasfettiği maddeci, riyâkâr, şeytanî, merhametsiz, bencil, tâgutî medeniyetin zincirlerini kırmak ve
harekete geçmeliyiz. Bu bizim için bir var olup olmamak meselesidir.
ABD’nin California eyaletinde halk ve idareciler, 2000 veya 2001 yılında olacağı tahmin edilen bir zelzeleden çok korkuyor ve harıl harıl tedbir alıyorlarmış. İnsan aklının ve iradesinin dahilindeki her husus önceden inceleniyor, planlanıyormuş. Enkaz nasıl kaldırılacak, yaralılar nasıl tedavi edilecek, hastahaneler nasıl organize edilecek, âfetzedelere nasıl yardım edilecek, muhtemel yağma hareketleri nasıl önlenecek, inzibat ve âsâyiş nasıl sağlanacak?..
Bizde zaman zaman,
şeklinde beyanat veriliyor, yazılar yazılıyor, komisyonlar toplanıyor. Sonra konu unutuluyor. İstanbul’da büyük bir zelzeleye karşı ne gibi tedbirler alınmıştır? Yıllardan beri çürük çarık binalar yapılan bu koca şehir şiddetli bir âfette ne hale gelecektir? Gerekirse nüfusun bir kısmı nasıl boşaltılacaktır? Halk nasıl doyurulacak, yaralılar nasıl tedavi edilecek, ölüler nasıl gömülecek, nizam ve intizam nasıl sağlanacaktır?
Japonlar ilimlerine, tekniklerine, doğru dürüst çalışmalarına, kurallara uymalarına güveniyordu. Bir iki sene önce orada meydana gelen zelzelede yine beş bin kişi öldü, hayli bina yıkıldı. Bizde neler olmaz ki…
7,5 şiddetinde bir sarsıntıya Boğaz’daki köprüler dayanır mı? Onlar hasara uğrarsa iki kıt’a arasındaki gidiş geliş nasıl yapılacaktır?
Öf, şimdi böyle karamsar şeyler söylemenin zamanı mıdır?.. Evet zamanıdır, çünkü henüz felaket gelmemiştir. Devlet, mahallî idareler, vazifeliler zelzeleyi önleyemezler ama, tedbir alabilirler, hasar ve zararların asgariye inmesi için çareler düşünebilirler.
Gaflet etmeyin, ansızın gelebilir. Allah korusun.
Fazla yemekten aşırı derecede şişmanlamıştı. Yüz bin dolarlık lüks limuzininden zahmetle inerek lüks lokantaya girdi. Bir masaya oturdu. Garsona bol tereyağlı bir iskender kebabı ısmarladı. “Efendim kebabınız bir mi, bir buçuk mu olsun?” sorusunu işitince hışımla irkildi, kaşlarını çattı ve “İki… İki olsun” diye bağırdı.
Ben böyle adamlar konusunda uzun tahlillere lüzum görmem. Lüks lokantada iki porsiyon iskender kebabı yemeleri bile benim için yeterlidir onların ne mal olduklarına hüküm vermek için.
Yahu şu devr-i dilâra-i hürriyette bir vatandaş bir oturuşta iki porsiyon bir arada kebab yiyemez mi? Yiyemez. Sağlığa, edebe, görgüye aykırıdır bu. Ben, bir buçuk porsiyon yiyenlere bile kızarım. Nâdide bir yemeğin tadı, bir porsiyon yenilince anlaşılır. Tıka basa yenilince tadı gider.
İslâmî kesimde birtakım maganda, zonta tipli adamlar türedi. Muazzam miktarda servetleri var. Ak para mı, kara para mı bilinmez. Çok lüks otomobillere binerler. Otomobilin lüks olması fena da, asıl fena olan şey onların bu otomobilleriyle öğünmeleri, gururlanıp kibirlenmeleridir. Olgun, kibar, görgülü kişi otomobiliyle gururlanır mı? Haydi nâdide, antika, klasik bir araba olsa bir şey demeyeceğim.
Sonra bu adamların evleri de hem mimarlık, hem de dekorasyon açısından çok zevksizdir. İçlerinde kök boyalı halı ve kilim, geneleksel Türk-İslâm sanatlarından parçalar, antika eşya yoktur.
Böyle kişiler Türkçeyi de iyi kullanamıyor…. Yalap şalap namaz kılmakla (zenginleştikten sonra namazı iyice aksatmışlardır) kendilerini iyi ve üstün Müslüman sanıyorlar. 08 Mart 1999