Gerçek Müslüman, Sahte Müslüman
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Dindar Müslümanlar iki sınıfa ayrılır. Birincisi, gerçekten dindar olanlar. İkincisi ise dindar görünenler, hattâ tâbirim ağır olacak, sahte dindarlar. Gerçekten dindar olan Müslümanların, yaş itibariyle küçüğüm osun, büyüğüm olsun ellerinden öper, hayır dualarını beklerim. Diğerlerine, din kardeşi olmak hasebiyle haddim olmayarak bazı uyarılarda bulunmak istiyorum, hoşgörmelerini, affetmelerini peşinen istirham ediyorum.
1. Dindarlık sadece kuru lafla, iman ettim demekle olmaz. Lisanımızın en büyük lügatı olan Hüseyin Kazım Kadri beyin “Büyük Türk Lügatı”nda dinsizin târiflerinden biri de şudur: Mensubu bulunduğu din ile mütedeyyin olmayan, yâni o dinin uygulamaya ait hükümlerini yerine getirmeyen. Şimdi iyice düşünelim: İslâm dininin eyleme, uygulamaya, amele ait en birinci kurumu ve ibadeti nedir? Elbette ki, günde beş vakit namazdır. Bu husus tartışılmaz, kesin, muhkem bir gerçektir. Zamanımızda dindar geçinenlerin bir kısmı ya namazı büsbütün terk ederek târik-i namaz olmuştur; yahut namazı hafife almakta, bazen kılmakta, bazen kılmamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de namazı emreden, namazdan bahseden elliden fazla âyet bulunmaktadır. Resûlullah Efendimizin bu konuda hayli hadîs-i şerifi bulunuyor. Bunlardan birinde “Namaz dinin direğidir. Onu ayakta tutan dinini ayakta tutmuş olur; onu yıkan dinini yıkmış olur” buyurulmaktadır. Binaenaleyh bir Müslüman namazı terkederse dinî bakımdan kendini yıkmış olur; şayet namaz Müslüman toplum tarafından büyük ölçüde terk edilirse (bugün olduğu gibi), dinî hayatta toplumsal bir yıkım meydana gelir.
Binaenaleyh beş vakit namazı terkeden Müslümanlar mutlaka uyarılmalıdır. Bu iş, dinî tahsilim ve icazetim olmadığı için bana düşmez. Lakin vazifeliler bu konuda gereken uyarıları, ikazları, tenkitleri, öğütleri yapmadıkları için bilmecburiye bu sütunlarda okur-yazar bir Müslüman olarak bu kabil yazılar yazmayı kendim için bir vazife bilmekteyim. Namaz hususunda şu hususu da mutlaka belirtmek gerekir ki, bu ibadet dosdoğru eda olunmalıdır. Öyle yalap şalap kılmakla borçtan kurtulamayız.
2. Namaz denilince, hür ve mukim (misafir olmayan) erkek Müslümanların beş vakit farzları camilerde cemaatle kılmaları gereğini de bildirmek icap eder. Cemaatle namaz kılmak ihtiyarî, (keyfe, seçime kalmış) bir şey değildir. Dört mezhepte de bir mecburiyettir. Cemaati terk etmek için yirmi küsur “şer’î” mazeret (özür)vardır.
Meselâ hastalık. Ancak bunun da şartları vardır: Cemaate gittiği takdirde hastalığı şiddetlenecek yahut uzayacaksa gitmeyebilir. Aksi takdirde gidecektir. Eski müctehidler ve fakihler, iki gözü görmeyen kişi cemaate katılmaya mecbur mudur konusunda ihtilâf etmişler, bazısı gelmeyebilir derken, bazısı elinden tutacak bir kişi varsa o da gelecektir hükmünü vermişlerdir.
Bugün sözde dindar geçinenler, hele İslâmcılar (ah o İslâmcılar!) cemaati bilküliye terk etmişlerdir. Cemaati terk etmekle hürriyetlerinden de -farkında olmaksızın- feragat etmiş, kendilerini köle, esir derekesine indirmiş oluyorlar. Peygamberimiz, “Cemaat rahmettir, tefrika ise azabtır” buyurmuştur. İhmal yüzünden beş vakitte gidilmese bile günde en az bir kere camide, cemaat içinde bulunulmalıdır.
3. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmek. Bu farzı iktidar (güç) sahipleri fiilen, ilim sahipleri söz ve yazı ile, halk da kalp ile yapar. Kalp ile yapılan emr-i mâruf ve nehy-i münker imanın asgarîsidir buyurmuştur Resûlullah Efendimiz. Bir Müslüman toplum emr-i mâruf ve nehy-i münker farîzasını toptan terkederse Allah’ın gazabına ve azabına uğrayacağı hususunda Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uyarıları bulunmaktadır. Bunları muteber din kitaplarından, meselâ İmam-ı Gazalî’nin İhyâ’sından (İhyâ’nın kırk kitabından biri bu konuya ayrılmıştır) okumanızı tavsiye ederim. Emr-i mâruf ve nehy-i münker çok şümûllü (kapsamlı) bir farzdır. Gençlerin eğitilmesi, halkın eğitilmesi, dinî propaganda yapılması, insanların müjdelenmesi ve uyarılması, din konusundaki yanlış fikirlerin tenkit ve cerh edilmesi hep bu farzın dairesine girer. Ümmet-i Muhammed’in bütün bu işleri dikkatle, titizlikle, gereği gibi, kaliteli bir şekilde yapması gerekir.
Bu konularda her yıl, çok güzel hazırlanmış milyonlarca broşür dağıtılmalıdır. Bunlar yapılıyor mu? Ramazan yine yaklaşıyor. Bu konuda bir hazırlık var mı? Yine lüks, israflı, günahlı, gösterişli, riyalı iftar ziyafetleri verilecek, Sünnete ve hikmete aykırı olarak tıka basa yenilecek, “Kehkeşan efendi hazretlerinin iftarı mı daha mükemmel ve ihtişamlı idi, yoksa Feşmekân efendininki mi?” diye tartışılacak, velhasıl geçen senelerde olduğu gibi mübarek ay gaflet ile ziyan edilecektir.
4. Ahlâkını güzelleştirmek, faziletli olmak, reziletlerden arınmak. İslâm dini, mensuplarının güzel ahlâklı olmasını emrediyor. Resûlullah Efendimiz güzel ahlâkın örneği ve timsali idi. Hem dindar geçiniyor, hem de bir sürü kötü ahlâka sahip; böyle dindarlık olur mu? Müslümanlar ahlâk ve nefs terbiyesi konusunda çalışıp çabalıyor mu? Peygamber nefs ile yapılan savaşa “Büyük Cihad” ismini vermiştir; biz bu büyük cihadı yapıyor muyuz?
İslâmî kesimde birtakım uğursuz ve ahlâksız herifler ve zümreler bin türlü kötülük, yamukluk, çirkinlik sergiliyor. Öyle hırsızlar ve haydutlar var ki, “Biz haram para biriktiriyoruz ama bunlarla ileride dinimize hizmet edeceğiz. Hizmet için çok para lazım. ..” şeklinde şeytanî gerekçeler ileri sürüyor. Bunlar ne alçak insanlardır. Kur’ân’da, Sünnet’te, on dört asırdan beri gelip geçmiş örnek İslâm büyüklerinin hayatlarında ve işlerinde haram para ile hizmet etmek diye bir şey var mıdır? Helâ süpürgesiyle cami süpürülmez, haram para ile hayır işleri ve hizmet yapılmaz. Hiçbir Müslüman bu konuda şeytanî kuruntulara kapılmasın, birtakım ahlâksızların peşine düşmesin. Yüce dinimiz ve Şeriatımız, gayeye erişmek için her vasıtayı mübah ve meşru görmemektedir. Müslüman doğru, dürüst, temiz olmak mecburiyetindedir. Haram ve kara paralarla zengin olanlar münâfıktır; bunlara helâldir diyenlerin küfründen korkulur.
4. Mezhepler, tarikatler, meşrebler, cemaatler, gruplar gaye değil vasıtadır. Müslümanın bir mezhebi olur ama, akıllı Müslüman mezhepçi olmaz. Olgun bir Müslüman tarikatlidir ama asla tarikatçı değildir. Nakşîlik, Kadirîlik, Rüfaîlik, Nurculuk din, iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet için çalışmak yollarıdır, Nakşîlik, Rüfâilik, Nurculuk için çalışmak yoktur. Aksi takdirde hizipçilik, meşrebcilik yapılmış olur. Bütün tarikatler birdir, tarikat-ı Muhammediyedir, aralarında ayrılık gayrılık yoktur. Benim tarikatim en hak, öteki tarikatlar berbat gibi böbürlenmeler aptallıktır, eşekliktir.
6. Tashih-i itikad meselesi. Her mü’min, itikadını ehl-i sünnet imamlarının kitaplarına ve bilgilerine göre tashih etmekle mükelleftir. Zamanımızda bir sürü sapık fikir, inanç, görüş, yorum ortaya çıkmıştır. Din konusunda ehliyeti ve icazeti olmayanların kendi kafalarına, heva ve heveslerine göre yorum yapmaları, tartışmaları çok büyük bir felâkettir. Bu konuda şeytanın tuzağına düşmemek için uyanık bulunmalıyız. Merhum ve mağfur Ömer Nasuhi Bilmen Hocanın “Büyük İslâm İlmihali” adlı kitabının baş tarafında kısa bir akaid (inanç bilgileri) bölümü vardır. Oradaki bilgileri ezberlemeliyiz ve imana ait konularda kesinlikle çizgi haricine çıkıp tartışmamalıyız. Din ve inanç konusunda tartışmak İslâm Ümmetini yıkar. 01 Ekim 2002