Gerçekler Duyurulmuyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
SalıOrtadoğu ülkelerinden birinde 7 Eylül’de bir darbe yapılacakmış. Bu darbe hareketi içinde, dolaylı olarak Üzeyir Garih de varmış. Onu bu yüzden öldürmüşler ve darbeyi önlemişler…
Bu bir rivayettir. Büyük medyanın bu gibi rivayetleri ele alması, incelemesi, araştırması ve yaptığı tahlilleri âmmeye haber vermesi gerekir. Bizim büyük gazetelerimiz ve televizyonlarımız maalesef bu gibi önemli rivayetleri duymazlıktan geliyor.
Garih feci bir şekilde öldürüldükten sonra büyük gürültü kopartıldı, dikkatler başka taraflara çekildi, cinayet izleri silindi ve aradan fazla bir zaman geçmeden dosyası rafa kaldırıldı.
Bizde büyük medyanın bitmez tükenmez, müzmin, her gün taze tutulan tek konusu “Din tehlike ve tehdidir”.
Bizim gibi bir ülkede büyük medyanın birinci vazifesi gerçek, samimî, müsbet muhalefet yapmaktır. Medya kartelleştiği, birtakım para ve iş babalarının kâr ve menfaat âleti haline geldiği için bu muhalefet vazifesini yapmamakta, yapamamaktadır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu feci, berbat, korkunç durumu medyadan bütün dehşeti ve çıplaklığı ile anlamak ve öğrenmek mümkün değildir.
Gerçi sağcı veya solcu bir takım namuslu, vatansever yazarlar zaman zaman gerçekleri dile getiriyorlar ama yazdıkları yeterli olmuyor.
Milletin gerçekleri bütünüyle öğrenmesi için yayınların devamlı olması gerekir.
Bundan şu kadar ay önce, şu tarihte, filan gazetenin falanca muharriri çok önemli bir gerçeği dile getiren bir yazı yayınlamış… İş bununla bitmez. Arada bir terennüm edilen solo bir şarkıyla gerçek topluma mal edilemez.
Birinci şart devamlılıktır. İkinci şart şiddettir. Yâni gerçekler yüksek sesle söylenmeli ve yazılmalıdır.
Sadece günlük gazetelerde, haftalık dergilerde yazılarak, televizyonlarda söylenerek de gerçek duyurulmuş olmaz. Günlük gazetelerin ömrü birkaç saattir. Televizyon yayınları sabit değildir, uçar gider. Gerçekler broşürlerle, kitapçıklarla, afişlerle de duyurulmalıdır.
Bir savcı zehir zemberek tenkitler yaptı; birtakım politikacıların hıyanet, gaflet, dalalet (sapıklık) içinde olduğunu cesur bir üslupla söyledi. Gazeteler de bunu yazdı. Sonra ne olacak? Biraz gürültü ve tartışmadan sonra bu tenkitler de unutulacak. Halbuki böyle önemli tenkitlerin yüzbinlerce, milyonlarca broşür şeklinde basılması ve ülkenin her yerinde dağıtılması gerekir.
Haftalık bir gazetede, şu anda emekli olan meşhur bir generalin 1998’de darbe teşebbüsünde bulunduğu yazıldı. Günlük gazeteler bu önemli rivayeti ele almadılar. Milyonlarca halkın bunu bilmesi gerekli ama bildirme işini kimse üzerine almıyor. On bin satan marjinal bir haftalık gazete ile millete olup bitenleri duyurmak mümkün değildir.
Sabataist lobinin, Amerikancıların Genelkurmay başkanımız ile ilgili birtakım kulisler yaptıklarını, teşebbüslerde bulunduklarını duyuyoruz. Büyük medya bu konuda da derin bir sessizlik içindedir.
Sabataycılar ve Amerikancılar Cumhurbaşkanımızı da istemiyor ve sevmiyorlar.
Şarkıcı Tarkan hakkında sayfalar dolusu yayın yapan büyük gazetelerimiz son derece önemli, hayatî, kritik konularda dilsiz kalıyor.
Büyük gazeteler, dergiler, televizyonlar halktan, toplumdan kopmuştur. Ayda on binlerce dolar maaş alan, milyonlarca dolara transfer edilen ünlü ve güçlü yönetmenler, köşe yazarları kendi yalancı cennetlerinde yaşıyor. Limuzin otolarla, hattâ bazen özel helikopterlerle geziyor; korumalı lüks sitelerde milyonlarca dolarlık köşklerde oturuyor; bazısı şöminelerinde yaktıkları lüks ve çıtırdak odunları tâ Afrika’dan getirtiyor.
Bu adamlar, bu kadınlar halktan, milletten, kütlelerden kopmuşlardır. Siteleri ayrı, lüks lokantaları ayrı, kulüpleri ayrı, dünyaları ayrıdır. Lüks, servet, rahat, aşırı tüketim, israf, sefahat zevk u sefa içinde yüzüyorlar. Onlar günümüzün zâdegân sınıfıdır.
Siyaset hayatı bitmiş, kirlenmiş, hizmetlerini hakkıyla yapamaz hale gelmiştir. Bu memlekette kaliteli ve haysiyetli bir siyaset olsaydı mevcut iktidar yerinde kalabilir miydi?
Halk kütleleri de şaşırmış, sersemlemiştir. Kötülüklere karşı yığınların tepkisi çok az, çok zayıftır.
Ülkenin pisliklerden arındırılması için, temizlik ve islah konusunda çok güçlü bir iradenin mevcut olması gerekir. Bundan bir ay kadar önce Şile’de çok üzücü, çok iğrenç, çok rezilce bir suç işlendi. Bir polis evli, üç çocuk annesi, Müslüman olmuş bir Romanyalı kadını saçlarından sürükleyerek otele kapattı ve sabaha kadar tecavüz etti. Böyle bir rezalet gerçekten demokrat, gerçekten medenî, gerçekten hakka ve hukuka bağlı bir ülkede cereyan etmiş olsaydı yer yerinden oynardı, İçişleri Bakanı istifa ettirilirdi.
Kültür Bakanlığı’nda çok kıymetli yağlı boya tablolar koleksiyonu çalınmış. Aransa suçlular bulunur. Lakin çeşitli aflar, zamanaşımı maddeleri hırsızların imdadına yetişiyor.
Bundan birkaç yıl önce hırsız, namussuz, şerefsiz, alçak, it, rezil hırsızlar Vakıfların Yenikapı Mevlevihânesindeki deposunu soymuşlar ve sonra da binayı yakmışlardı. Netice ne oldu? Dosya kapandı.
Yüz milyon dolar çalan kodaman soyguncular, beş on milyon dolar masraf ederek canını kurtarıyor. Geri kalan yanına kâr kalıyor. Böyle demokrasi olur mu?
Hırsızların, hortumcuların, talancıların, vatan hainlerinin suratlarının derisi gergedan gönü gibi kalındır. Onlarda ne ar var, ne utanma. Küçücük saçmalarla yaban domuzu avlanmaz. Böyle canavarlara dum-dum kurşunu gerek.
Bir özel okul binasının çatısında minareye benzeyen bir çıkıntı varmış, yanında da bir cami yer alıyormuş. Eyvah irtica okullara girmiş! Büyük gazetelerden biri bu konuda epey yaygara ve feryat kopardı. Bu adamlar deli midir nedir? İstanbul’daki misyoner okullarında kocaman kiliseler var. Onları niçin tenkit etmiyorlar? Karaköy’deki Saint Benoît Fransız Katolik okulunun tarihî kilisesi anacaddenin kenarında. Kör gözleri görmüyor mu?
Halk iktidardan çok şikâyetçi. Şikayet etmeye hakkımız yok. Bu iktidarı biz seçmedik mi? Serbest seçimler yapıldı, sandıklara gittik ve kapalı hücrelerde oylarımızı zarflara biz koyduk. Kendi düşen ağlamazmış.
Seçim seçim diye feryat ediyorlar. Yeni bir seçim olsa halk bu sefer isabetli karar verebilecek mi? Hiç sanmam. 14 Kasım 2001