Çarşamba

 

Gerçekler halktan, kamuoyundan nasıl gizlenir? Bunun yolları vardır.

BİRİNCİSİ: Gerçekleri söylemezler, yazmazlar; söyletmezler, yazdırmazlar. Böylece gerçekler karanlık içinde kalır, bilinmez.

İKİNCİSİ:

Gerçekleri çok büyük miktarda söz ve yazı içinde sulandırıp gizlerler.

Meselâ, yirmi otuz sayfalık kısa bir raporla pekâlâ anlatılabilecek bir gerçek için bin sayfalık, karmakarışık bir rapor hazırlarlar; kimse bunu başından sonuna kadar okuyup inceleyemez ve sonunda gerçek bu çokluk içinde kaybolur, gider. Vaktiyle

ABD’de,


Başkan Kennedy’nin ölümünü araştıran

Varren raporu

onbin sayfa idi. Kimse tamamını okuyamadı ve cinayetin içyüzünü anlayamadı.

ÜÇÜNCÜSÜ: Gerçekleri çarpıtmak, yalanlarla karıştırmak.

DÖRDÜNCÜSÜ: Bütün olarak anlatılması gereken gerçeği parçalara bölmek, aslı yüzlerce renkli parçadan oluşan mozayik tablonun birkaç parçasını bildirmek, gerisini gizlemek. Böylece, açıklanan küçük parçalar doğru da olsalar, gerçek bütün olarak anlaşılmaz, gizli kalmış olur.

Türkiye’nin gerçekleri mozayik tabloları gibidir. Anlaşılmaları için bütünün bilinmesi gerekir. Meselâ,

Susurluk kazası ile ortaya çıkan derin devlet, uyuşturucu, silah kaçakçılığı.

Bukonuda şimdiye kadar parça halinde hayli gerçek ortaya çıktı ama meselenin bütününün anlaşılması ve kavranması için yeterli olmadı.

Mavi, kırmızı, yeşil, sarı, siyah, mor birtakım mozayik taşları görüyoruz ama tablo nedir bilemiyoruz.

Türkiye’nin içine batmış olduğu borç batağı hakkında binlerce gazete yazısı, televizyon yorumu, makale, fıkra (köşeyazısı), broşür, bülten, rapor, kitapçık var ama halkımız, okur-yazarlarımız borçlarımız hakkında ciddî, sağlam, derli toplu kesin bilgilere sahip değiller. Bunca veriyi, malzemeyi kim oturup da inceleyecek, tâhlil edecek, kavrayacak?

Bizde medya hürdür, sansürsüz yayın yapmaktadır. Lakin ülkemizde birtakım tabular hüküm sürmektedir.

Birkaç sene önce gazeteci Ahmet Altan tabu konulardan birine temas ettiği için çalıştığı müessesenin kapısı önüne konuluvermişti.

Bu tabular yüzünden de bazı gerçekler, bölük parça olsa yazılamıyor, anlatılamıyor.

Bizde iki tarih olduğu için birtakım tabular, tehditler ve yasaklar yüzünden gerçek tarihin nice sayfaları bilinmiyor.

Yakın tarihimizin nice acayip, esrarlı konuları var ki, onmilyonlarca vatandaş, hattâ en seçkin okur-yazarlar tarafından bile bilinmiyor.

Yazmaya, açıklamaya kalkanı yaşatmazlar.

Gerçeklerin gizli ve saklı kalmasının bir sebebi de, bunlara sahip çıkan zümrelerin kültür ve zihniyet bakımından yetersiz oluşudur. Mesela Müslüman kesim gerçekleri halkımıza, İslâm âlemine, bütün dünyaya duyurmak için ciddî araştırmalar ve yayınlar yapmıyor, daha doğrusu yapamıyor. Misyonerler ülkemizde bir yılda en az sekiz milyon İncil ve propaganda broşürü dağıtıyor ama Müslüman kesim, elinde milyarlarca dolarlık imkan bulunmasına rağmen şu mübarek Ramazan’da bir tek İslâmî, dinî, ahlakî broşür hazırlayamamıştır.

Birkaç seneden beri gündeme girmiş olan

Sabataycılık

hakkında ne biliyoruz? Çok az şey. Bilinmesi, gereken bilgilerin yüzde doksan dokuzu suyun altındadır. Gerçekler, öyle armut piş ağzıma düş şeklinde bilinmezki… Ciddî, vasıflı, güçlü, üstün araştırıcıların olacak; bu konuda dünya çapında uzmanların olacak. Bunlar heyet halinde çalışacaklar, mesela

“Beş Yüz Soruda Sabataycılığın İçyüzü”

adında ilmî, mükemmel açık seçik bir kitap hazırlayacaklar. Bu kitap bir yılda yüz bin adet satacak ve konu biraz aydınlanmış olacak. Biz, bırakın böyle bir kitap yazmak,

Profesör Scholem’in, Sabatay Sevi konusunda telif etmiş olduğu bin sayfalık mükemmel kitabı İbranice’den aslından veya İngilizcesinden ciddi bir şekilde dilimize çevirme işini bile beceremedik.

Lâfa geldi mi cart curt, işe geldi mi kısırlık, güdüklük, fiyasko, başarısızlık.

Laiklik konusunda hergün çuvalla yazı yazılıyor, nutuk atılıyor. Laiklik nedir, ne değildir bu konuda doğru dürüst yayın yapılıyor mu? Bazılarının

“Aman elden gidiyor, mahv olduk…”

diye yeri göğü inlettiği laiklik bizde var mıdır? Din işlerini doğrudan doğruya devletin idare ettiği bir sisteme laik diyebilmek için insanın aklını kaçırmış olması gerekir. Bu konuda, aydınlık getirecek bir rapor, bir kitap var mıdır?

Türk parası son otuz küsur yıl içinde nasıl oldu da bu kadar değer ve itibar kaybetti?

1960’lı yılların sonlarında bir dolar, birkaç lira ederken şimdi bir buçuk milyon lira

ediyor.

Türk parasının frensiz inişini, paraşütsüz düşüşünü anlatan kitabımız, raporumuz var mıdır?

Sivas’ta otuz üç kişinin dumandan boğularak ölmesiyle sonuçlanan üzücü hâdisenin planlı, kasıtlı, programlı bir provokasyon neticesinde meydana geldiği söyleniyor. Peki bu konuda kamuoyunu aydınlatan bir rapora sahip miyiz?

Bir kitapçıya gitsek,

Başbağlar Köyü katliâmı

hakkında ciddî bir kitap arasak bulabilecek miyiz?

İstiklal Mahkemesi kararıyla

bundan yetmişküsur yıl önce

Erzincan’da

çarşaflı bir İslâm kadını idam edilmiştir. Bu acı gerçeği kaç kişimiz biliyor, bu konuda ciddî bir araştırma yapılmış mıdır?

Türkiye halkının ezici çoğunluğu Müslüman olduğuna göre, gerçeklerin ortaya çıkartılması, kitap veya rapor halinde halka bildirilmesi işi Müslümanlara ait bir vazifedir. Bu memlekette on kadar çok büyük ve çok zengin, yüz kadar orta, binlerce küçük İslâm Cemaati, vakfı, teşekkülü vardır. Bunların bazısı doların milyarlarıyla oynamaktadır. Bunlar niçin gerçeklerin aydınlatılması, bilinmesi için ciddî, vasıflı, planlı ve programlı bir şekilde çalışmıyor?

İslâm dini hak dindir diyoruz, Amennâ… Peki, biz Müslümanlar niçin hak olan dinimiz için Yahova Şahitlerinin kendi dinleri için çalıştığı kadar çalışmıyoruz? Acaba bu işlerde rant olmadığı için mi?

Farz-ı Muhal gerçeklerin açıklanması için bir fon kurulsa ve yüz milyar dolar biriktirilse ne olur bilir misiniz… Birtakım yiyiciler hemen üşüşürler ve “Aman gerçekler, canım gerçekler…” diye diye bu fonu yağma etmek isterler.

Gerçeklere hizmet edebilmek için öncelikle medenî Müslümanlar olmamız gerekiyor. Bilgi ve kültür; aksiyon, ahlâk ve fazilet; sanat güzellik, estetik boyutları güçlü ve gelişmiş vasıflı Müslümanlar…

Gerçekle ilgili konular sadece dinî, kültürel, tarihî değildir. İktisat, finans, sanayi, ticaret, ziraat ile ilgili acı gerçeklerimiz de vardır. Mesela; Güney Kore nasıl oldu da yüzde yüz millî ve yerli güçlü bir otomobil sanayii kurabildi ve otomobillerini en zengin ve kalkınmış ülkelere bile ihraç edebildi de, Türkiye niçin yabancıların zevksiz, geri, demode, çirkin, çürük çarık otomobillerini üreterek kendi iç piyasasını tokatladı? Bir kitapçıya gitsek bu konuda bir kitap bulabilir miyiz?

Bugün ülkemizde acı bir realite var. Halkımız futbol kulübü tutar gibi parti tutuyor. Politika son derece kalitesizdir, kirlenmiştir. Bundan haberimiz var mı?

Ülkemizdeki lüks otomobil, lüks cep telefonu, lüks elektrikli ve elektronik eşya, lüks ve pahalı meskenler için trilyonlarca dolar harcanmıştır. Bu çılgın lüks cereyanı bizi batırmıştır. Bu gerçekten haberdar mıyız?

Gerçekleri bilmiyoruz. Kötülüklere karşı çare ve çözüm üretemiyoruz. Halk yığınlarını, okur-yazarları, gençliği aydınlatamıyoruz. Ülkemizi, milletimizi, devletimizi tehdit eden tehlikeleri bilmiyoruz. Nereye gidiyoruz haberimiz yok. Velhasıl bir curcuna, bir hengâme, bir gürültü, bir şamata içinde sürüklenip duruyoruz. Bundan

91 yıl evvel, 1912’de

Meşrutiyet sarhoşluğu içinde

“Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet…”

diye bağırılıp çağırılırken ansızın

Balkan harbi patlamış

, Jön Türkler gafil avlanmış ve koskoca

Rumeli-i Şahane elimizden gitmiştir.

Milyonlarca

Müslüman perişan olmuş, nice kadın ve kızın ırzına geçilmiş, camiler yakılmış, canlara kıyılmıştı.

Gaflet’in, şaşkınlığın, sarhoşluğun, azgınlığın, cahilliğin, bedevîliğin sonu iyi olmaz. 30 Ekim 2003